Prof. Dr. Doğan GÖÇMEN

Son günlerde akademiler ve üniversiteler gündemde. Ne yazık ki gündemde olmalarının nedeni, ülkemizin veya insanlığın karşı karşıya olduğu bir soruna ilişkin ürettikleri çözüm, hastalıklara karşı geliştirdikleri ilaçlar veya tedavi yöntemleri, keşifler veya buluşlar değil. Nedir üniversitelerimizin yeniden kamuoyunun gündemine gelmesinin nedeni? Sayıştay raporlarına ve basına yansıyan liyakatsizliğe örnek teşkil eden görevlendirmeler ve atamalar.

Eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Yekta Saraç, bu yılın başlarında, akademide “yapılan atamalarda liyakat ve ehliyetin gözetilmediği, bu hususun da toplumsal vicdanı rahatsız ettiği yönünde çok yoğun ve dikkate alınması gereken şikayetler” olduğuna dikkat çekmişti. Böylelikle akademide liyakatsizliğin ve ehliyetsizliğin yaygın bir sistem olduğu en üst merci tarafından kabul edilmiş olmaktadır.

Öyle anlaşılıyor ki YÖK’ün o zamandan beri “yükseköğretim sisteminde daha şeffaf ve liyakat odaklı istihdamına imkan” sağlamak için yaptığı çalışmalar durumda herhangi bir değişiklik yaratmamıştır. Üniversitelerde “öğretim üyeliği istihdamı sürecinin daha şeffaf, nitelik, liyakat ve ehliyet esaslı olarak yürütülmesi mümkün” olmamıştır.

Toplumumuzda akraba kayırmacılığı (nepotizm), eş-dost kayırmacılığı (kronizm), siyasal kayırmacılık (partizanlık) had safhadadır. Toplumsal yaşamın her alanında adam kayırmacılığı, iltimas, torpil bir nevi erdem olarak algılanıyor. Torpil yapanlar ve yapılmasını isteyenler, liyakat sahibi olanların haklarına tecavüz edildiğini sıkça görmezden gelirler. Bu durum toplumsal normallik olarak yaygın bir şekilde kanıksanmış durumdadır. Derslerde dahi öğrencilerin “bırakalım ahlakı, erdemi! Toplumda dayınız veya amcanız yoksa bir şey olmanız veya bir şeye ulaşmanız mümkün değildir” dediğine şahit oluyoruz.

Yükseköğretim kurularında da durum pek farklı değildir. Yüksek lisans ve doktora programlarına gireceklerin listesi büyük oranda daha sınavlar ilan edilmeden bilinmektedir. Öğrenciler lisans öğrenimi döneminde yüksek lisans ve sonrasında doktora programına alınma sözü verilerek bir nevi müritleştirilmektedir. Sıkça “eşten-dosttan” gelen öneriler doğrultusunda programlar doldurulmaktadır. İşlerin önceden yapılan anlaşmalara göre istendiği gibi gitmesi için jüriler önceden belirlenmiştir. İlgili programlar için oluşturulan jürilerde hep aynı kişiler görevlendirilmektedir. Bazı kişiler ise bu jürilerden ısrarla uzak tutulmaktadır.

Yüksek lisans programına alınmış öğrenciler arasında bilgisayarlarında “tırnak” işaretini hangi tuşa basarak elde edebileceğini bilmeyenlerin olduğunu görmek şaşırtmamalıdır bu nedenle.

Farklı seviyelerde akademik kadrolara yapılacak atamalarda önceden belirlenen kişi veya kişileri başarılı göstermek için her türlü tezgâh kurulur, oyunlar oynanır. Allem kallem ile akademik kadrolara atananların verdiği dersler nasıl olabilir?

Sonuç nedir? Sonuç bu uygulamaların yol açtığı bugünkü gelinen durumdur. Bu durum son yıllarda akademide rektör, dekan, bölüm başkanı gibi idari mevkilerde görevlendirme yapılırken önceden uygulanan “aday belirleme seçimleri” tamamıyla ortadan kalkığı için, liyakatsizlik tam anlamıyla bir sisteme dönüşmüştür. Örneğin herhangi bir göreve atanan kişi, atamadan sorumlu olan kişinin hoşuna gidebilir. Fakat bu kişinin göreve atandığı kurum içinde insan olarak, akademisyen olarak, ahlaki kişilik olarak herhangi bir ağırlığı olmayabilir. Bu durum ise akademiyi tam anlamıyla çökme ve çürüme durumuna sürüklemektedir. Çıkış, liyakat ve akademik özgürlük ilkesinin uzlaşmaz bir şekilde yeniden tesis edilmesiyle mümkün gözükmektedir.