Haber / Didar DEMİRCİ

Pandeminin yanı sıra tüm dünyayı ilgilendiren bir diğer kriz ise kısıtlı su kaynağı. Dünya Doğayı Koruma Vakfı’nın (World Wide Fund for Nature ya da kısaca WWF) ‘2020 - Su döngüsünü iyileştirmek için: Yağmur Suyu Hasadı’ başlıklı kitapçığında yer alan bilgilere göre, “Gıda güvenliği ve enerji güvencesi, ekonomik büyüme, iklim değişikliğiyle mücadele ve biyolojik çeşitliliğin azalması gibi birçok konunun temelinde su kaynaklarının sürdürülebilirliği konusu yer almaktadır. Bu nedenle su kaynaklarının kısıtlı olması veya aşırı kullanımı, sadece bu konuyla ilgilenenlerin sorunu olmaktan çıkmış herkesi ilgilendiren bir hale gelmiştir” deniliyor. Bunun yanı sıra WWF’un söz konusu kitapçığında dünyadaki toplam suyun yalnızca yüzde 1’inin kullanılabilir su kaynağı olduğu bilgisi yer alıyor.

Tüm canlıların sorunu

Ege Çevre ve Kültür Platformu (EGEÇEP) Sözcüsü Ali Osman Karababa, kuraklığın tüm insanlığı ve diğer canlıları ilgilendiren bir sorun olduğunu söyledi. Son günlerde kuraklık sorununun gündemde yer almasının temel sebebinin gözle görülmeye başlamasından kaynaklandığını ifade eden Karababa, “Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli 2007 yılında yayınladığı raporda sera gazlarındaki artışın dünyayı çok ciddi bir iklim değişikliğine götürdüğünü, içinde ülkemizin de bulunduğu Akdeniz havzasında aşırı hava olaylarının ve yağış azalmasının beklendiğine dikkat çekmişti. Yine aynı raporda gerekli önlemler yeterince alınmaz ise dünya ortalama sıcaklığında 6.4 dereceye kadar artış olabileceğine, her 1 santigrat derecelik artışın, canlı türlerinin yüzde 30’unun yok olacağı anlamına gelebileceğine işaret edilmişti. Bunu dünyamızda yaşayan insanlar dahil tüm canlılar için ölüm kalım savaşı olarak değerlendirmek gerekir” diye konuştu.

Temel hedef belirlenmeli

Küresel ısınma ve iklim değişikliği konusu hakkında bazı önemli anlaşmalara dikkat çeken Karababa, Kyoto Protokolü'nü hatırlatarak, şu açıklamalarda bulundu: “Kyoto’dan sonra sonuncusu Aralık 2019'da Madrid’de olmak üzere tam 25 iklim toplantısı yapıldı. Kyoto sonrası en önemli adım COP21 Paris toplantısıydı ki buradan da Paris İklim Anlaşması çıktı. Türkiye bu anlaşmaya henüz taraf olmadı. Paris Anlaşması’nın uzun erimli hedefi, küresel ortalama sıcaklık artışının sanayileşme öncesi döneme göre 2 santigrat derecenin altında tutulması; ilave olarak ise bu artışın 1.5 santigrat derecenin altında tutulmasına yönelik küresel çabaların sürdürülmesidir. İklim değişikliğinin olumsuz etkilerine karşı uyum yeteneğinin ve iklim direncinin artırılması; düşük sera gazı emisyonlu kalkınmanın temin edilmesi ve bunlar gerçekleştirilirken, gıda üretiminin zarar görmemesi diğer bir temel hedef olarak belirtilmektedir.”

Karababa, “Geldiğimiz noktada ‘iklim değişikliği’ kavramını bıraktık doğrudan bir ‘iklim krizinden’ bahsediyoruz” dedi.

Türkiye çölleşiyor

Yine WWF’un kitapçığında yer alan bilgilere göre; Türkiye’nin sanılanın aksine su zengini bir ülke olmadığı ve yılda kişi başına bin 519 metre küp su miktarı ile “su sıkıntısı çeken” bir ülke olduğu vurgulanıyor. Buna ilişkin olarak Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın Türkiye’nin çölleşme haritasını ele alan Karababa, “Kuraklıkla birlikte çölleşme olgusu görülmektedir. Türkiye’de nüfusun yüzde 90 gibi çok büyük bir bölümünün kentlerde yaşadığı ve uygulanan politikaların kentleşmeyi artırmaya yönelik olduğu, nüfusu 1 milyonun üzerinde olan kent sayısının giderek arttığı göz önünde bulundurulduğunda, ülkemiz için sorunun çok büyük olduğu söylenebilir. Çünkü bir yandan iklim krizi nedeniyle su sıkıntısından, tarımsal üretimin azalmasından bahsederken diğer yandan daha çok su ve gıda gereksinimi olan kentsel nüfus artışından bahsediyoruz. Bu bir kısır döngü. Su gereksinimi üzerinden somut bir örnekle bu konu daha iyi anlaşılabilir. Nüfusu 5 bin ve altında olan bir yerleşim yerinde kişi başına günlük su gereksinimi 60 litre iken, 100 bin üzerindeki kentlerde bu değer 150 litreye çıkmaktadır” açıklamasını yaptı. Karababa, kuraklığın etkilerini 6 başlık altında toplayarak, “Tarımsal kayıplar, hayvancılık kayıpları, ormancılık kayıpları, ekonomik sorunlar, çevresel etkiler, toplumsal etkiler” dedi.

İklim OHAL’i ilan edilsin

İklimle ilgili yaşanan sorunların çözümü için öncelikli olarak Türkiye’nin Paris Anlaşması’na taraf olması gerektiğini dile getiren Karababa, şöyle devam etti: “Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin tüm dünya ülkeleri için yaptığı önerileri hızla hayata geçirecek politik kararları alarak, en başta BM Genel Sekreteri'nin yaptığı çağrı uyarınca iklim olağanüstü hali ilan edip, bunları hayata geçirmek üzere topyekûn bir mücadele başlatmaktır. Bu politik kararlar içinde çevre örgütlerinin önerdiği fosil yakıtlardan hızla vazgeçmek de var elbet, kömür üretim ve tüketiminden acilen vazgeçmek de öncelik sırasının en başında yer almalıdır. Ekolojik dengeleri korumak, bunun için doğayı paraya dönüştürecek bir meta olarak görmekten vazgeçmek ve ülkenin her yanını sermayenin yeni çıkar alanı olarak peşkeş çeken politikalardan hemen vazgeçmek gereklidir.”