Haber / Murat BÜYÜKYILMAZ

Türkiye’de “kriz” sözü çok kullanılagelse de genel olarak bir kafa karışıklığının ve yanlış bir kavrayışın olduğunu belirtmek gerekiyor. Gerekiyor, çünkü “kriz” yanlış kavradığında, ona karşı geliştirilen ve uygulanan çözümler de “krizi teğet geçiyor” ve gündelik popülist söylem ve uygulamalardan ibaret kalıyor.

Herhangi bir alanda yaşanan kriz, esasında o alanın işleyişine içkin olan ve işleyiş sırasında ortaya çıkan sorunlu eğilimlerin sonuçlarıyla görünür hale geliyor. Eğer krizi görünür ve sürdürülebilir olmayan sonuçlarından ibaret algılarsak; geliştirdiğimiz ve uyguladığımız “çözümler” de olumsuz sonuçlarla kısıtlı hale geliyor. Daha açık ve net söyleyecek olursak; krizin sebeplerini görmeden sadece sonuçlarına odaklanmak sadece popülist politikalara ve krizin büyümesine yol açacaktır.

Tarım ve gıda alanında “bu böyle gitmez” dedirten sonuçlarıyla karşı karşıya kaldığımız krizi de bu kavrayış ile değerlendirmemiz gerekiyor.

Eğer sabah akşam Türkiye’de tarımsal üretimin bu haliyle sürdürülemez olduğunu konuşuyorsak ve geniş toplum kesimlerinin gıda güvencesine ve gıda güvenliğine erişiminin giderek daha da imkansız hale geldiğini açıkça görüyorsak ortada ciddi bir tarım ve gıda krizi var demektir.

Krizin öne çıkan görüngülerini kabaca şöyle sıralayabiliriz:

- Tarımsal üretim girdi maliyetleri hızla artmaya devam etmektedir

- Çiftçilerin artan girdi maliyetlerine karşın gelirleri giderek daha da daralmaktadır

- Çiftçiler, bu gelir-gider dengesizliği koşullarında yoksullaşmakta, başta banka kredileri olmak üzere çeşitli yollardan borçlanmakta ve borçlarını ödeyememektedir

- Ekolojik krize ve iklim krizine bağlı olarak yaşanan zorlu ve ani değişken hava koşulları tarımsal üretimde ciddi dengesizlikler yaratmaktadır

- Çiftçiye katkısı tartışmalı olsa da, devlet tarafından verilen destekler daralmakta, çiftçinin üzerindeki destekleyici devlet eli kısalmaktadır

- Artan üretim maliyetlerine bağlı olarak, çiftçilerin kazanamamasına rağmen, gıda fiyatları uzun bir dönemdir aşırı artmaktadır, gıda pahalılaşmaktadır

- Endüstriyel tarıma bağlı olarak gıdaların besleyiciliği ve sağlık koşulları tehlike altındadır

- Ekonomik krizin yoksullaştırıcı etkisi pandemiye bağlı olarak artarken gıda hakkına erişim giderek daha da zorlaşmaktadır

Yardımla yönetmek

Daha pek çok başlıkta çeşitlendirilebilir ve derinleştirilebilir olan bu görüngüler, gündelik popülist politikalarla geçiştirilemeyecek bir tarım ve gıda krizi ile karşı karşıya olduğumuzu açık ve net olarak ortaya koyuyor.

Peki bu krizi, krizden etkilenen çiftçilere ve geniş halk kesimlerine yardım ederek aşabilir miyiz?

Krizin görüngüleri çeşitlendikçe ve ağırlaştıkça merkezi iktidar “ne kadar çok yardım ettiğini” daha da canhıraş bir şekilde anlatmaya çalışırken, muhalefet de bir yandan iktidarın “iddia edildiği kadar da yardım etmediğini” her fırsatta vurguluyor ve diğer yandan da son yerel seçimlerde elde ettiği yerel yönetimlerle “ben çözümü hayata geçiriyorum” diyor.

İktidarın tarım ve gıda krizinden etkilenen çiftçiler ve geniş halk kesimlerine sunduğu yardımları yetersiz bulmanın ötesinde “yardımla yönetmek” düsturunu bir kenara bırakıyoruz. Çünkü zaten bu krizin mimarı iktidarın tam da kendisi, çözümü onlardan beklemek de bu yüzden anlamlı değil.

Muhalefetin yönettiği belediyelerin tarım ve gıda alanındaki uygulamaları ise gerçekten tüm ülke tarafından ilgiyle takip ediliyor, “hangi başkan ne kadar ne yapmış” kıyaslamaları yapılıyor. Sahi kim ne yapmış?

Muhalefetin yönetimindeki belediyelerin tarım ve gıda alanındaki çalışmalarını sanırım kabaca şöyle sıralayabiliriz:

- İhtiyaç sahiplerine gıda yardımları dağıtılıyor

- Kooperatif ürünlerinin satıldığı “bakkallar” ile yoksullaşan halkın daha uygun fiyattan gıdaya erişimi mümkün kılınıyor

- Çiftçiler zora düştüklerinde belediyede kullanılmak üzere veya ihtiyaç sahiplerine dağıtmak üzere doğrudan ürün alımı yapılarak çiftçilerin günü kurtarılıyor

- Çiftçilere tohum, fide, gübre ve tarımsal araç gereç desteği veriliyor

- Çiftçilerin güç birliğinin sağlanması için kooperatif kurmaları destekleniyor

- Yerel gıda ağları ve agroekolojik eğilimlerin gelişmesine yönelik desekleyici adımlar atılıyor

Elbette bu çalışmalar da çeşitlendirilebilir ama kapsamı ve sınırları değiştirecek bir durumdan bahsetmek çok da mümkün değil. Muhalefet belediyelerinin bu çalışmalarının kötü şeyler olduğunu söylemiyoruz ancak krizin aşılabilmesi, krizi aşabilecek bir alternatifin iddia edilmesi için sağ popülizmle malul bu çalışmalar hem yetersiz hem de yanıltıcı.

Çiftçileri ve yoksullaşan geniş halk kesimlerini “yardıma muhtaçlar” olarak konumlandırmanın ve yardım etmeye çalışmanın, hızlı gündelik siyasi getirisi bir yana, krizi çöküşle nihayetlendirecek gidişatın “iyi niyetli taşlarını döşemek” anlamına gelebileceğini düşünüyoruz.

Krize yönelik geliştirilecek çözüm alternatifinin, krizin olumsuz sonuçlarıyla kısıtlı olmayan bir kapsamının ve bütünselliğinin olması gerekiyor. Çiftçileri “yardıma muhtaçlar” değil de güçlendirilmesi gereken temel unsur olarak değerlendirmek, bu alternatifin oluşturulabilmesi için elzem gereklilik olarak duruyor. Çiftçiler ve türeticileşmesi gereken tüketiciler; tarım ve gıda alanının temel özneleri olarak güçlendirilmeli, gıdanın yolculuğunda söz, yetki ve karar sahibi kılınmalı.

Yeni bir toplumsal ilişki

Geçen haftalarda ayrıntısıyla bahsettiğimiz, “İklim Değişikliği Bağlamında Tarımda Dönüşümün Politik Ekolojisi” raporunun bir bölümünün bu konudaki oldukça net değerlendirmesini hatırlatmak isteriz.

Çiftçilerin piyasaya bağımlılıkları derinleştikçe kırılganlıklarının arttığını vurgulayan rapor,  piyasa üzerinde denetimleri arttıkça, hatta üretimi piyasa ilişkilerinden özerk bir şekilde örgütleme imkânları fazlalaştıkça, kırılganlıklarının azaldığını da ortaya koyuyor.

Krizin temel eğilimlerinin kaynağı olan kapitalist tarım ilişkilerini de atlamayan rapor, “Çiftçilerin piyasa içinde güçlenmeleri halinde neoliberal üretim ilişkilerini yeniden üretmeleri söz konusuyken, piyasadan özerkleşmeleri neoliberalizmin sınırlarını aşan toplumsal ilişkiler inşa etmeleri anlamına gelir.” diyor.

Eğer gıda krizini aşmak istiyorsak, “muhtaçlara yardım” anlayışından bütünsel ve derinlikli bir kriz kavrayışına geçmek durumundayız. Çünkü krizi aşmak, krize kaynaklık eden işleyiş mekanizmalarından ve işleyişin egemenlerinden kurtulmakla mümkündür. Tarım ve gıda krizini aşmak, yeni bir toplumsal ilişkiyi inşa ederek gerçekleşecektir: Belki adım adım ama kararlı ve gözü geleceğin sınırlarında bir uzun yürüyüşle…