Hazırlayan / Özde KOCA / Gökmen KÜÇÜKTAŞDEMİR

Antik Karia bölgesinin sınırlarını kapsayan yürüyüş rotası Marmaris İçmeler'den başlayıp Bozburun ve Datça yarımadası, Gökova Körfezi Milas ve Beş Parmakların etrafını dolaşarak Alinda Antik kentinde son bulmakta... Bu parkur Amos, Loryma, Knidos, Idyma, Halikarnassos, Pedessa, Labranda, Heraklea Latmos ve Alinda gibi çeşitli antik kentleri de görme imkanı sunuyor.

Türkiye’nin güneybatısında Büyük Menderes Nehri ile Dalaman Çayı arasında kalan bölge M.Ö. 2 bin yılın sonlarından itibaren Karia olarak bilinir. Likya ve diğer çağdaş kıyı medeniyetleri gibi Karia kalıntıları Akdeniz ve Ege denizi boyunca hem bazı Yunan adalarında hem de bölgenin dağlık iç kısımlarında görülür. Köy hayatı hala bağcılık, zeytin ve balıkçılığa dayanır. Kıyılık Karia bölgeye kolay ulaşımı sağlayan uluslararası Dalaman, Bodrum ve İzmir Havaalanları ile önemli bir turizm merkezi. Bölge ayrıca “Mavi Yolculuk” olarak adlandırılan yelkenli ahşap yat turlarının limanlar arası sularda tur yaptığı en önemli bölge.

Farklı bir deneyim

Buda, "Her şey değişir, değişim etkileşim yaratır..." demiş. Yürüyüşümüzün bir bölümü belleğimde bunu sorgulayarak geçti. Bu yürüyüşle birlikte neyi değiştirmeye çalışıyorduk? Etkilenecek olan neydi? Yol uzundu ve düşünecek çok vakit vardı. Eşyalarımızı toplayıp sabah 09.30 gibi Turunç'tan çıktıktan sonra Amos Antik Kenti'ne doğru yürüyüşe geçtik. Biraz geç kalmıştık. Daha erken yola koyulabilirdik. Dik bir yamaçtaki işaretleri izleyerek dar bir patikadan saatlerce tırmandık. İşte o tırmanış yürüyüşle ilgi aklımızdaki soruların çoğalmasına neden oldu. Cevabı çok basitti aslında. Bedenimiz çok zorlanmıştı. Ve ilk günkü gibi çabuk yoruluyor ve çok mola veriyorduk. Yani kaytarmak için bir yol arıyordu aslında zihnimiz. Ama vazgeçmeyecektik ve elbette sorgulamayı da sürdürecektik.

Sanırım kaybolduk!

İlk düzlük alana geldiğimizde saat 13.00'tü ve ilk büyük molayı vermemizin zamanı gelmişti. Bu molanın bir nedeni de yolu gösteren başka bir işaret bulamayışımızdı. Sonra hemen haritalar ve GPS açıldı. Yeni işaretin nerde olabileceğine baktık. Ve bir gördük ki aslında farklı ve daha kestirme olabilecek bir yoldan yukarı çıkmışız. Tam o sırada karşıdan gelen 4 kişi gördük. İki Alman turist bize yaklaşıp yolu sordu. Biz de onlara henüz bulamadığımızı anlattık. Onlardan diğerlerinin yanına döndüler ve 250 metre uzağımızdan ormanın içine daldılar. Arkalarından gidip baktığımda işaretleri buldum. Doğru yolu bulmuşlardı. Sayelerinde biz de zaman kaybetmedik. Biraz daha tırmandıktan sonra inişe geçtiğimizde, aslında inişlerin daha yorucu olduğunu bir kez daha anladım.

Turunç'tan Kublubük'e giden asfalt yola indiğimizde Amos kentinin tabelaları ile karşılaştık. Girişteki ağaçların altında dinlendik. Antik kentte tiyatro, tapınak, sarnıç ve yapı terasları olduğu ifade edilmiş. Ama geriye kalan daha çok amfi tiyatroydu. Çok büyük olmamakla birlikte güzel bir manzaraya sahip olduğunu söyleyebiliriz. Hızlı davranıp biran önce Kumlubüke varmamız gerektiği için manzaraya fazla takılmayıp yola koyulduk. İlk çadırımızı kurmanın heyecanıyla yol aldık. Saat 17.30 sıralarında sahilde çadır kuracak bir yer arıyorduk. Nitekim harika bir yer bulduk.

Çadır komşumuz oldu

Bu arada Antalya'dan motorlarıyla gelen ve bize asfaltta yürüdüğümüz dakikalarda kamp kurmak için yol soran 2 gençle kumsalda komşu olduk. Onlar da kıyıları geziyorlarmış. Bu arada kumsal dediğime bakmayın küçük taşlardan oluşan bir sahil. Denizi ve manzarası muhteşem. Çadırımızı 15 dakikada kurup kendimize denize attık. Biraz yüzdükten ve dinlendikten sonra akşam yemeği saati gelmişti. Arkadaşlarımız ateş yaktı, biz de "hazır yakılmış ateş kaçırılmaz" diyip sucuklarımızı onlarla pişirip biz güzel yedik.

Ertesi günün sabahı erken kalkmıştık. Çadırımızı kaldırıp hazırlandık, tek eksiğimiz suydu. Arkadaşlardan bir şişe su almamıza rağmen, bulmamız gereken 7 litre daha vardı. Tek su satan yere gittik. Burası bir oteldi ve duyduğumuza inanamadık. Bir büyük şişe için 17 TL dediler bize. Pazarlık bile etmediler. Mecburen aldık suları.

(Bu gibi yolculuklarda karşımıza çok farklı insanlar çıkabiliyor. Gece ve gündüz gibi olabiliyorlar. Birkaç gün sonra uğradığımız Çiftlik koyundaki otelde su için bizden hiçbir ücret alınmadı. Üstelik oteli geç terk edip denizden daha fazla yararlanmamız sağlanırken, bize bir de araç bulundu ve kaybettiğimiz zamanı araçla kapatmamız sağlandı. Bu dünya bugün hala yaşanabilir bir haldeyse otel müdürü Numan Altıntaş gibi iyi ve güzel insanların sayesindedir. Ve aslında olay su değildir. Olay bakış açısıdır.)

Keçiler yalnız bırakmadı

Kumlubük'ten ayrıldıktan sonra yeni patikalar aşıldı, yüzlerce ağaç geride bırakıldı, harika manzaralar yolumuzun üstünde akmaya devam etti. İlk kez dağ keçileri ile bu yolda karşılaştık ve daha sonraki günlerde de onlarla arkadaşlık ettik. Bizi hep uzaktan izlediler. Yaban domuzlarıyla karşılaşmaktansa keçiler çok daha iyiydi elbette.

Uzun süren yürüyüşün ardından saat 16.00 gibi bir dağın tepesindeki 2 numaralı kamp yerine geldik. Aşağıda nefis bir koy vardı ama oraya inmek ve tekrar ertesi günü çıkmak zorunda kalacağımız için kendilerini hayallerimizde bırakıp dağda kalmayı seçtik. Bu hem bize saatler kaybettirecek hem suyumuzun azalmasına sebep olacak hem de dağda kalmanın tadını çıkaramamamıza neden olacaktı. Çadırımızı kurmak için az rüzgar alan bir yer seçip, alanı temizledikten 20 dakika sonra yerleşmiştik kamp yerine tamamen. Şimdi güzel bir kamp ateşi yakmanın tam zamanıydı. Biraz çukur kazıp etrafını taşlarla çevirdiğimiz alanı ağaç parçalarıyla doldurduk. Artık ısınmamızı, yemeğimizi yapmamızı, çayımızı ve kahvemizi hazırlamamızı sağlayacak kıvılcımı ateşlememiz yetecekti. Ateş bizi yabani hayvanlardan da koruyacaktı. Ertesi gün yaktığımız ateşin koru hala içten içe yanıyordu. Çay için hemen değerlendirilmeliydi ki biz de öyle yaptık. Toplandıktan sonra ateşi söndürüp yola koyulduk.

Dik bir tırmanışın ardından yol üzerinde başka kamp yerlerini geçtik. Yürüdüğüm en güzel patikalar bu yol üzerindeydi. Aşağıda birbirinden güzel ve bakir koylar vardı. İşaretleri takip ederken Kızılderililer geldi aklıma. Bildiği gibi çok iyi iz sürücüleridir. Yapılan bir araştırma, bu kabiliyetlerinin önemli bir kısmını saçlarından aldıklarını ortaya koymuş. Vietnam savaşında Kızılderilileri orduya alan ABD yetkilileri, onların saçlarını kesince yeterli performansı gösteremediklerini gözlemlemiş. Saçları uzun olduğundan mı bilinmez erkek kardeşimde iyi bir iz sürücülüğü yaptı yolculuk boyunca. Dikkatimi çeken şeylerden biri de bizim geçtiğimiz yolları en çok avcıların kullanmasıydı. Her yerde boş kovan görmek mümkün.

Rotadan sapmak korkuttu

Yol üzerinde dağın tepesinde, sanki ağaçlar tarafından gizlenmek istercesine etrafı örülmüş bir su kaynağıyla buluşmak bizi çok mutlu etti. Hemen doyasıya su içip biten pet şişelerimizi doldurduk. Saatler sonra bunun önemi anlayacak ve "İyi ki biten şişleri atmamışız ve suyu bulmuşuz" diyecektik. Çünkü Çiftlik koyuna inmek için rotamızdan saptık. İşaretlerden tamamen uzaklaşıp biraz da hayatımızı riske atarak iki dağın arasındaki bir yarmadan aşağı inmeye başladık. Boyumuzdan büyük taşlardan oluşan vadi içinde yol almak oldukça güçtü. Birçok yerde sırt çantalarımızı indirmek ve bazen de iple onları sarkıtmak zorunda kaldık. Bu saatler süren bir yolculuktu. Bir an kulağımıza gelen jetski ve çocuk sesleri ile denize yaklaştığımızı düşündük ama nafileydi. Daha önümüzde saatler sürecek bir yol vardı. Harcadığımız efordan dolayı o kadar çok su tükettik ki, bir süre sonra suyumuz tükendi. Hemen ardından da büyük bir uçurumla yüzleşmek zorunda kaldık. O an yolculuk boyunca çok korktuğum iki andan biriydi. (Diğeri de uğradığımız arı saldırısıydı.) Neyse ki alternatif bir yol bulduk ve kurtulduk. Saat 17.30 gibi deniz kenarına inmiş, saat 18.30'da bir otel ayarlayıp yorgunluğumuzu Akdeniz'in ılık sularında atmaya başlamıştık.