CHP MYK, Genel Başkan Özgür Özel başkanlığında, parti genel merkezinde toplandı. CHP Parti Sözcüsü ve İzmir Milletvekili Deniz Yücel, MYK toplantısı sürerken toplantının gündemine dair basın toplantısı düzenledi. Yücel’in açıklamaları şöyle:

Deniz Yucel-13“Sadece hukuk düzenimiz açısından değil, demokrasimiz ve siyaset tarihimiz açısından da içler acısı bir tabloyla karşı karşıyayız. Siyasi varlığını, kutuplaşma ve düşman yaratma üzerine inşa eden bir iktidarın adım adım ülkemizdeki demokratik hayatı bitirme hamleleriyle karşı karşıyayız. 19 Mart’ı bir yargı darbesi olarak tanımlamamızın üzerinden yaklaşık sekiz ay geçti. Bu süreçte her gün yaşadığımız hukuksuzluklar bunun kanıtıydı ama 237’nci günde ortaya çıkan iddianame, bunun en somut kanıtı oldu. Bu belgenin adı iddianame ama aslında bu belge, demokratik hayata kasteden kötücül bir siyaset anlayışının vücuda getirdiği bir yargı muhtırası. Bu belgenin adı iddianame ama aslında iftiraname. Sayfa sayısının çok olmasının iddiaları kuvvetlendirdiğini sanıyorlar. Tam da bu nedenle iddianame ortaya çıkmadan önce yandaş basında, ‘tuğla gibi iddianame’ ya da ‘binlerce sayfalık iddianame’ yazılarını gördük, benzetmelerini okuduk. Oysa biz bu filmi, Ergenekon- Balyoz sürecindeki binlerce sayfalık iddianamelerde de görmüştük Amaç suçlu algısı yaratmak ve iddianameleri okunamaz hale getirmekti. Ama Ergenekon da çöktü Balyoz da. Hiç şüphesiz bu iddianame de çökecek.

Deniz Yücel-6“İDDİANAME HAZIRLANDIĞINA GÖRE YOL ARKADAŞLARIMIZ DERHAL SERBEST BIRAKILMALIDIR”
Ama öncelikle tutuksuz yargılama esas, tutuklu yargılama istisnadır kuralının gereği yerine getirilmelidir. İddianame hazırlandığına göre, deliller toplanmıştır. Dolayısıyla delillere etki edilmesi, delillerin karartılması şüphesi söz konusu değildir. Bu nedenle yol arkadaşlarımız derhal serbest bırakılmalı ve yargılama tutuksuz olarak sürdürülmelidir. ‘Sadece tanık beyanına dayalı hiçbir tutuklu yok’ diyenlerin, Kadriye Kasapoğlu’nun, Zeydan Karalar’ın ve onlar gibi nicelerinin neden hala tutuklu olduğunu açıklaması gerekir. Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre, şüphelinin lehine olan delilleri de toplaması ve şüphelinin haklarını da koruması gereken ama iddianamede 775 ayrı yerde, ‘İmamoğlu suç örgütü’ ifadesini kullanan savcılık makamının masumiyet karinesi ve lekelenmeme hakkının bu iddianamenin neresinde olduğunu göstermesi gerekmektedir.

Deniz Yücel-4

Uşak'da elektrik kesintisi 18 Kasım Salı: İlçe ilçe saatler ve etkilenecek mahalleler
Uşak'da elektrik kesintisi 18 Kasım Salı: İlçe ilçe saatler ve etkilenecek mahalleler
İçeriği Görüntüle

İddianamede şüphelilere yöneltilen hemen hemen her iddiada, suç örgütü olarak tanımlanan yapıyla CHP’nin bağını kurma çabası net bir şekilde görülüyor. Savcılık bir basın açıklaması yapıyor, maşallah sanırsınız ki şüphelileri hem suçlamış hem yargılamış hem mahkûm etmiş hem de cezayı infaz ediyor. Halbuki HSK’nın bu konuda bir genelgesi var. Genelgeye göre, savcılığın yapacağı basın açıklamaları kamuoyunu etkilemeye yönelik olamaz, kişilerin suçlu olduğuna ilişkin kanaat uyandıramaz, masumiyet karinesini ihlal edemez, hâkimin ya da mahkemelerin olayları değerlendirmesinde ön yargılı davranmasına neden olacak mahiyette olamaz. Tabii İstanbul Başsavcılığı bunları unutmuşa benziyor, HSK ise ne yazık ki gözünü, kulağını kapatıyor.

“İKİ KİŞİNİN AYNI SUÇ ÖRGÜTÜ İÇERİSİNDE NASIL YÖNETİCİ OLDUĞUNU AÇIKLAMALARI GEREKMİYOR MU”
Hüseyin Gün isimli şahıs, iddianameye göre, ‘örgüt yöneticisi’ ama Sayın Ekrem İmamoğlu ile 2019 ve 2025 yılları arasında, o da seçimlerden hemen sonra, sadece bir kez fotoğraf çektirmek dışında hiç yan yana gelmemiş, görüşmemiş. Şimdi bu iddianameyi 'çamur at izi kalsın' anlayışıyla yazanların birbiriyle altı yıl boyunca hiç görüşmeyen iki kişinin, aynı suç örgütü içerisinde nasıl yönetici olduğunu açıklamaları gerekmiyor mu? 19 Mart yargı darbesinin hemen ardından yandaş kanallarda rüşvet masalları anlatıp, insanlara iftiralar atıp iktidarın yaratmaya çalıştığı yolsuzluk algısını medyadan günlerce destekleyenlerin bu iddianamede yolsuzluğa konu olduğu iddia edilen tek bir kuruşun bile neden ispatlanamadığına verecek cevapları var mı? ‘Duydum’, ‘düşünmekteyim’ gibi dedikodu düzeyindeki beyanların hukukta nasıl bir karşılığı olduğunu birilerinin açıklaması gerekmiyor mu? Soruşturma süresince astronomik rakamlarla yolsuzluk algısı oluşturulurken bunların hiçbirinin iddianamede yer almamasının sebebi nedir, hiç düşünüyorlar mı? Meşhur gizli tanıkların nasıl olup da isim değiştirdiğini; Meşe’nin nasıl bir anda İlke olduğunu, Meşe’nin söylediği her şeyin nasıl olup da İlke’nin ifadelerinin altına yazıldığını kimse tartışmayacak mı? Meşe kod adlı gizli tanığın ifadelerinin sonradan İlke kod adlı gizli tanığın beyanı olarak iddianamede yer almasıylayla ilgili HSK nezdinde şikayetimizi yaptık. Aynı zamanda HSK Başkanı olan Adalet Bakanı Sayın Yılmaz Tunç’un herhâlde bu konuda söyleyecek bir sözü vardır.

DENİZ YÜCEL (1)

“İKTİDARLARININ DEVAMLILIĞINI BU ÜLKENİN BİRİNCİ PARTİSİNİ KAPATILMASINDA BULUYORLAR”
Bu iddianamenin amacı da hedefi de bellidir. Hani büyük şair Nazım Hikmet, ‘Hiçbir korkuya benzemez halkını satanın korkusu’ demiş ya AKP’nin, CHP korkusu da hiçbir korkuya benzemiyor. Öyle korkuyorlar ki sözde bir yolsuzluk iddianamesine parti kapatma talebi ekliyorlar. İktidarlarının devamlılığını, bu ülkenin birinci partisini kapatılmasında buluyorlar. Eski bir siyasi, AKP yargı kolları başkanı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nı, CHP’yi kapatmak konusunda göreve davet ediyor. Sadece bu bile iddianamenin dayanağının hukuki değil, siyasi olduğunun göstergesidir. Sonuca giden her yolu mübah sayan AKP’nin yargısı, bu büyük hukuksuzluğu bu ülkenin kurucu partisi olan CHP’yi kapattırmak ve cumhurbaşkanı adayı Sayın Ekrem İmamoğlu’nu da Silivri zindanında tutmak için yapmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran, Türkiye'de çok partili yaşamın yolunu açan CHP'yi kimse kapatamaz. Kimse buna cüret edemez. Çünkü CHP, milletin partisidir. Gücünü ve meşruiyetini milletimizden alır.

“NE YAPARLARSA YAPSINLAR, AKP’NİN İKTİDARI KAYBETME KORKUSU GEÇMİYOR”
Ne yaparlarsa yapsınlar, AKP’nin iktidarı kaybetme korkusu geçmiyor. Her yasak az, her engelleme yetersiz geliyor. Aylar önce Ekrem İmamoğlu’nun şahsi X hesabına erişim engeli getirenler, Sayın İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı Aday Ofisi X hesabına dün üçüncü kez erişim engeli getirdiler. Fotoğrafları toplatıldı, metrolarda sesinin duyulması engellendi. Sadece bununla da kalmadılar. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanıp İstanbul 40’ıncı Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilen 4 bin sayfalık İBB iddianamesini, halkın tüm gerçekliğiyle öğrenmesi amacıyla açılan ‘İstanbul İddianamesi’ isimli X hesabına ve internet sitesine de erişim yasağı getirildi. Hem de 5651 sayılı kanunun 8/A maddesi uyarınca, ‘Millî güvenlik ve kamu düzeninin korunması’ gerekçesiyle. Milli güvenliği ve kamu düzenini bahane edip halkın gerçeklere ulaşmasını, Ekrem Başkan’ın ve İBB soruşturması kapsamındaki tüm yol arkadaşlarımızın masumiyetinin ortaya çıkmasını engellemeye çalışıyorlar. Suçlayana her şey hak ama mağdur edilen, yargısız infaz edilen için savunma yasak. Oysa ki savunma hakkı kutsaldır. Siz delilsiz, sadece duyuma dayalı, birbiriyle çelişen her iftirayı dillendireceksiniz; bu serbest olacak ama biz gerçekleri halka anlatmak isteyince engel çıkarılacak, öyle mi? Sonra da Yılmaz Tunç çıkacak, ‘Yargı bağımsızdır ve tarafsızdır’ diyecek; Burhanettin Duran çıkacak, özgür basın nasıl olur, bunu anlatacak; Ömer Çelik çıkacak, hakikat kavramını anlatacak. 19 Mart'tan bu yana bu ülkede tek bir hakikat var. O da tek adam zihniyeti kendine rakip olan herkesi susturuyor, hukuk katlediliyor, demokrasi yok ediliyor, millet iradesi gasp ediliyor. Özgür basın soruşturmalarla, kayyum atamalarıyla, hapis ve para cezalarıyla susturuluyor. Belediye başkanları hapse atılıyor. Muhalif olan her kim olursa olsun sanatçısı da gazetecisi de üniversite öğrencisi de sırf iktidarın istediği çizgiye gelmediği için hapiste. Ne yaparsanız yapın, istediğiniz yasağı getirin Sayın Ekrem İmamoğlu’nun halkla buluşmasını engelleyemeyecek, milletimizle kurduğu gönül bağını koparamayacaksınız. Çünkü millet kim haklı, kim haksız biliyor. Kumpas davalarına da kurmaca senaryolara da algı operasyonlarına da artık kanmıyor.

Trt 1 Yayin Akisi 3 Ekim Persembe Trt 1 Bugun 17889410 415 Amp

“DEVLETİN KANALI TRT, AKP’NİN YA DA AKIN GÜRLEK'İN BASIN OFİSİ Mİ OLDU”
Bir sözümüz de devletin kanalı TRT’ye; daha yargılaması bile başlamamış bir davanın iddianamesinin propagandası yapılıyor. TRT'nin her haber bülteninde, her gün defalarca ‘suç örgütü’ ifadesi kullanılıyor. Halkın vergileriyle yayın yapan bu kurum, hafta boyunca tüm televizyon ve radyo kanallarında sürekli iddianameyle ilgili propaganda yapıyor. TRT Türk'ü açıyorsunuz, bu iddialar var. TRT 1 Ana Haber, ‘suç örgütü’ deniyor. TRT Haber, tüm gün iddianameden bölümler sunuyor. TRT FM dinleyen, bütün gün bu iddiaları duyuyor. Peki suçlananların söz hakkı nerede? Devletin kanalı TRT, AKP’nin ya da Akın Gürlek'in basın ofisi mi oldu? TRT’yi uyarıyoruz: Derhal kamu yayıncılığına geri dönün.

Deniz Yucel-11
“BİR KURUMUN BAŞINDAKİ KİŞİNİN TİCARET DERDİNE DÜŞMESİ KABUL EDİLEMEZ”
Bir yanda açlığa ve yoksulluğa mahkûm edilmiş milyonların yaşam mücadelesi; diğer yanda sokağın yangınından çok uzakta, saray sofralarında karnı doyan, lüks ve şatafat içerisinde yaşayan, makam araçlarıyla gezmekten çarşıya, pazara inmeyi unutmuş bir iktidar. Ve onun kamuyu zarara uğratan liyakatsiz yöneticileri hiç utanmadan devletin kurumlarını alet ederek ticaret yapıp kendi ceplerini doldurma derdinde. Bu ülkede milyonlarca et üreticisi ayakta durmaya çalışırken, vatandaşa et almak lüks olmuşken Et ve Süt Kurumu’nun başındaki kişi, Macaristan’da et ticareti üzerine şirket kurmuş. Buna da hiç utanmadan ‘kişisel faaliyetlerim’ demiş. Üstelik Tarım ve Orman Bakanlığından Sorumlu Genel Başkan Yardımcımız Sayın Erhan Adem’in ortaya çıkardığı bu iddiaları yalanlayamamış, sadece ‘Türkiye’ye satmıyorum’ demekle yetinmiş. Devletin kurumları ticarethane değildir. Halkın yararına hareket etmesi gereken, halka etin en ucuz ve sağlıklı halini ulaştırması gereken bir kurumun başındaki kişinin ticaret derdine düşmesi kabul edilemez. Buradan Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı’ya soruyoruz: Et ve Süt Kurumu’nun başındaki bu şahıs açığa alınmış mıdır? Hakkında soruşturma başlatılmış mıdır? Bu şahsın ticari faaliyetleri ve para hareketleri incelenmiş midir? Et ve Süt Kurumu’nun başındaki bu şahıs kamu gücünü arkasına alıp hangi faaliyetleri yapmıştır? Bu sorularımıza ivedi bir şekilde derhal yanıt bekliyoruz.

Yurttaş Gırtlağa Kadar Borçta Merkez Bankası Rezervleri Rekor Seviyede!“MERKEZ BANKASI DAHİ HİÇBİR HEDEFİ TUTTURAMIYORSA VATANDAŞ AY SONUNU NASIL GETİRSİN”
AKP’nin mimarı olduğu geçim sıkıntısı her zaman olduğu gibi ana gündemimiz olmaya devam ediyor. AKP’nin ‘Ekonomi konuşulmasın’ çabalarına rağmen sokağın isyanı, mutfaklardaki yangın her zaman önceliğimiz oldu, olmaya da devam edecek. Halktan kopuk AKP iktidarının anlattığı masallar, sadece asgari ücreti düşük tutmaya yarayan makyajlı TÜİK rakamları ve Merkez Bankası’nın asla tutturamadığı hedef enflasyon senaryoları. Sadece bu üç gerçek bile halkın içinde bulunduğu ekonomik kabusu çok açık bir şekilde anlatmaya yetiyor. Geçtiğimiz günlerde, yılın son enflasyon raporunu açıklayan Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan, yüzde 24-29 olan yıl sonu enflasyon tahminini, yüzde 31-33'e yükseltti. Oysa Ağustos 2025'teki üçüncü raporunda, yıl sonu enflasyon tahminini yüzde 25-29 olarak açıklamıştı. Merkez Bankası’nın tutmayan tahminleri, bize ekonominin ne kadar öngörülemez bir hale geldiğini de gösteriyor. Merkez Bankası Ağustos 2024’te, 2025 için yüzde 14 enflasyon öngörüyordu. Şubat 2025’te, bunu yüzde 24’e çıkardı. Şimdiyse yüzde 31-33… Onların hedefi aslında bir tahmin yapmak değil; halkı kandırmak, halkı oyalamak. Tutmayacağını bile bile yapılan tahminler ve ardından gelen revizyonlarla güven vermeyen bir politika izleniyor. Bu kadar çok tahminin, yanılgının ve hedefin olduğu bir ekonomide günübirlik politikalar yüzünden kimse önünü göremiyor. Merkez Bankası dahi sürekli hedef revize ediyorsa, hiçbir hedefi tutturamıyorsa vatandaş ay sonunu nasıl getirsin? Merkez Bankası dahi önünü göremiyorsa halkımız nasıl görsün? Her ne kadar halkımız ayağını yorganına göre uzatmaya çalışsa da artık yorgan ayağı örtmüyor. Faturalar ödenmiyor, tencere kaynamıyor, maaşlar hiçbir açığı kapatamıyor.

Emekli2-1

“BU BOZUK DÜZENE TAHAMMÜLÜMÜZÜN KALMADIĞI BİR NOKTADAYIZ”
Vatandaş düşük ücretlerle canını hiçe sayarak geçim mücadelesi vermeye devam ediyor. Evet, hem geçinmeye hem de hayatta kalmaya çalışıyorlar. Ne yazık ki geçtiğimiz günlerde Kocaeli Dilovası’nda bir parfüm fabrikasında çıkan yangında yedi işçimiz yaşam mücadelesini kaybetti. Birçoğu güvencesi olmayan, sigortasız çalıştırılan emekçi kardeşlerimizdi. Üstelik yaşamını yitirenlerin biri 16 yaşında, biri 17 yaşında, bir diğeri ise 18 yaşında olan çocuk işçilerdi. Okulda olması gereken çocuklarımıza güvencesiz işyerlerinde ölümü reva gören bu bozuk düzene tahammülümüzün kalmadığı bir noktadayız. İzinsiz bir şekilde üretim yapılan, çalışanlara yemek paraları dahi ödenmeyen, çalışma şartlarının uygunsuzluğu nedeniyle CİMER’e şikâyet edilen bu işyerinin ruhsatsız bir şekilde faaliyet gösterilmesi de cabası. Çalışmanın mümkün olmadığı koşullarda üretim yapmak cinayet değil de nedir? Öngörülebilir ve önlenebilir her iş kazası bir cinayettir. Herhangi bir önlem alınmadan izinsiz, güvencesiz, tedbirsiz bir şekilde faaliyet gösteren bu iş yeri ve bu iş yerinin denetimini yapmayanlar, yedi canımızın hesabını nasıl verecekler? İş cinayetlerinin normalleştirilmesine izin vermeyeceğiz. Ay sonunu getiremeyen, borç batağından önünü göremeyen halkımızın güvencesiz işlerde çalışmak zorunda kalmasına müsaade etmeyeceğiz.

“VATANDAŞLARIMIZ İŞ CİNAYETLERİNDE ÖLMESELER AÇLIKTAN ÖLECEKLER”
Halkımız adeta, ‘Ya açlıktan öleceğim ya da çalışırken öleceğim’ ikilemine mahkûm ediliyor. Hayatta kalanlarsa can güvenliği olmayan iş ortamlarında geçim ve hayat mücadelesi vermeye devam ediyorlar. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin her ay düzenli olarak hazırladığı İş Cinayetleri Raporu’nun ekim ayı sonuçları da bu gerçeği ne yazık ki doğrular mahiyette. Rapora göre, geçtiğimiz ay Türkiye genelinde en az 169 işçi iş kazaları sonucu yaşamını yitirdi. Yılın ilk 10 ayında meydana gelen işçi ölümlerinin sayısı ise bin 737’ye ulaştı. Bu korkunç rakamlar her ay geçim mücadelesinin nasıl hayatta kalma mücadelesine dönüştüğünün bir kanıtı. Her yıl yüzlerce canımızı iş cinayetlerine kurban veriyoruz. Daha acısı da iş cinayetlerinden ölmeseler açlıktan ölecek olmaları. Halkına yaşam hakkı tanımayan AKP iktidarı, asgari ücretliyi 22 bin 104 lirayla sınıyor. Türkiye’de 10 milyon kişi asgari ücretle, 17 milyon kişi de asgari ücret ve yakın ücretlerde çalışıyor. Yüksek enflasyona rağmen artırılmayan asgari ücretin alım gücü, 10 ayda 6 bin 330 lira azaldı. Geçen yıl aralıkta asgari ücret 17 bin 2 lirayken şu anda asgari ücret 22 bin 104 lira olmasına rağmen alım gücü 2024 Aralık ayıyla kıyaslandığında 15 bin 771 liraya düşmüş durumda. Bu şu demek: Para her geçen gün eriyor, her geçen gün değer kaybediyor. Asgari ücretli için geçinmek ne kadar zorsa emekli için geçinmek iki katı daha zor. Çünkü halkına yaşam hakkı tanımayan AKP iktidarı, emekliyi de 16 bin 881 lirayla sınıyor. Temmuzda 16 bin 881 liraya çıkarılan en düşük emekli aylığının bin 730 lirası, daha temmuz, ağustos, eylül ve ekim aylarında yaşanan enflasyonla eridi gitti.

Hbs Secim Anketi 14 Hkmy"BOZUK DÜZENE, AKP’Yİ İLK SANDIKTA GÖNDEREREK MİLLETİMİZ, ‘DUR’ DİYECEK”
Açlık sınırının 28 bin lirayı, yoksulluk sınırının 92 bin lirayı geçtiği ülkemizde hayatta kalmak ciddi bir yaşam mücadelesine dönüşmüş durumda. AKP’nin TÜİK rakamlarıyla sokağın gerçekleri ne yazık ki birbiriyle uyuşmuyor. Vatandaş borç batağında çırpınıyor, çırpındıkça da batıyor. Vatandaşın bireysel kredi ve kredi kartı borçları, ekim ayında 219 milyar lira artarak 5 trilyon 522 milyar lirayı buldu. 23 yıl boyunca bilinçli ve sistematik bir şekilde yoksullaştırılan, sosyal yardımlara muhtaç bırakılan halkımız çaresizlik içinde bir çıkış yolu arıyor. AKP’nin ise halkı sosyal yardımlara muhtaç etmekten başka bir çözümü yok. İşsizlik sorununa çözüm bulunmadıkça, halkın alım gücü yükselmedikçe, insan onuruna yaraşır ücretlerle emeğin hakkının verildiği bir düzen tesis edilmedikçe, adaletsiz vergi sistemine son verilmedikçe sokağın yangını her geçen gün daha da artacak, daha da harlayacak. İşte bu bozuk düzene AKP’yi ilk sandıkta göndererek milletimiz, ‘dur’ diyecek.

“ŞEHİT AİLELERİ VE GAZİLERİMİZ TÜRK MİLLETİNE EMANETTİR”
Son olarak geçtiğimiz hafta Azerbaycan’dan Türkiye’ye uçan C-130 tipi kargo uçağının düşmesi ve 20 askerimizin şehit olması haberiyle sarsılmıştık. Ankara’da şehitlerimiz için düzenlenen cenaze töreninde, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler’in şehit annesi ve İstanbul Şehit Anaları Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği Başkanı’na, ‘Hadsizlik yapma’ diyerek parmak salladığı iddia edildi. Bu iddianın ortaya atılmasının ardından bugüne kadar Millî Savunma Bakanlığı ya da Yaşar Güler tarafından herhangi bir açıklama ya da yalanlama yapılmadı. Buradan açıkça ifade edelim: Aziz Şehitlerimiz, Türk milletinin toprak altındaki ulu kökleri; gazilerimiz ise yaşayan anıtlarıdır. Şehit aileleri ve gazilerimiz Türk milletine emanettir.”

Kaynak: AJANSLAR