Atatürk AraştırmacısıAhmet GÜREL

Türk kadınının günümüzdeki kazanımları, Atatürk ve devrim arkadaşlarının mücadelesi sonucu elde edilmiş birer “Cumhuriyet” kazanımıdır. Ancak Atatürk, “Dünyada hiçbir milletin kadını ‘Ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar emek gösterdim’ diyemez” demiştir.

Atatürk’ün yukarıdaki sözünde belirttiği Türk kadınının mücadelesini incelemeden, “Türk Kadın Hakları”nın kazanımını anlamamız mümkün değildir. Mustafa Kemal, Anadolu kadınını gerçekten ne kadar tanıyordu? O’na nasıl bir görev ve nasıl bir gelecek vaat ediyordu? O’nun Türk kadını hakkında söylediklerini ve düşündüklerini sırayla önce sözlerinden sonra da eylemlerinden izleyelim. 

Önyüzbaşı Mustafa Kemal, ileride ‘Kurtuluş Savaşı’nda omuz omuza çarpışacağı ve çok güvendiği Türk insanı için 1905 yılında söylediği sözler ile araştırmamıza başlayalım: “…Kılık kıyafetimize kadar, her şeyimizde batılılara uymalıyız. Emin olunuz ki bunların hepsi bir gün olacaktır.” 

1907 yılında, Bulgar Türkoloğu İvan Manolof, Selanik’te Mustafa Kemal’in Türk devrimine ait düşüncelerini dinlemiştir. Mustafa Kemal, Manolof’a kafasında tasarladığı Türkiye’yi şöyle anlatmıştır: “Bir gün gelecek, ben hayal zannettiğiniz bütün bu devrimleri başaracağım. Ait olduğum millet, bana inanacaktır. Düşündüklerim hiçbir demagoji ürünü değildir. Bu millet, gerçeği görünce arkasında tereddütsüz yürür. Dava uğrunda ölmesini bilir. Saltanat, yıkılmalıdır. Devlet yapısı, uygun bir unsura dayanmalıdır. Din ve devlet birbirinden ayrılmalı, doğu medeniyetinden benliğimizi sıyırarak batı medeniyetine aktarılmalıyız. Kadın ve erkek arasındaki farkları silerek yeni bir sosyal düzen kurmalıyız. Batı medeniyetine girebilmemize engel olan yazıyı atarak, Latin kökünden bir alfabe seçmeli, kılık kıyafetimize kadar, her şeyimizde batılılara uymalıyız. Emin olunuz ki, bunların hepsi bir gün olacaktır.”

Doğu cephesi komutanı Mustafa Kemal Paşa, 22 Kasım 1916 tarihinde kurmay başkanı ile Türk kadınının sorunlarını tartışıyor, kadınların iyi yetiştirilmesinin topluma sağlayacağı yararları, çalışma yaşamında kadına da yer verilmesi gibi hususları vurguluyordu. Kadınların örtünmesinin kalkması ve sosyal hayatımızın düzeltilmesi hakkındaki o güne ait konuşmalarının notunu Yaver Şükrü Tezer şöyle tutmuştur; “hayatı bilen anneler yetiştirmek; kadınlara serbestîsini vermek; kadınlarla beraber olmak; erkeklerin ahlakı, fikirleri, hissiyatı üzerinde etkendir.”

Karlsbad’a tedavi için giden Mustafa Kemal’in Türk kadını hakkındaki düşünce ve özlemleri, 6 Haziran 1918 tarihli günlüğünde şöyle yer almıştır: “Türk kadınının Batılı kadınlar gibi toplumda yerini alması lüzumludur. Kadınlar konusunda cesur olalım. Vesveseyi bırakalım.  Onların beyinlerini ciddi bilim ve fenle süsleyelim.  Şeref ve haysiyet sahibi olmalarına birinci derecede önem verelim.”

'KENDİNİZE Mİ GÜVENEMİYORSUNUZ?'

Yıl 1921, Yunan askerleri kendinden emin bir şekilde Sakarya’ya doğru ilerlemektedir. Cepheden gelen top sesleri Ankara’dan duyulmakta ve ‘Büyük Millet Meclisi’nin Kayseri’ye taşınması düşünülmekteydi. O karamsar ve endişeli günlerde, kendinden çok emin olan Gazi Mustafa Kemal, sanki savaş yokmuş gibi Türk insanına verilecek ‘Milli Terbiye’nin esaslarını belirleyecek ‘Öğretmenler Birliği’ni Ankara’da toplamıştır.

Buna benzer başka bir örneği de anımsayalım. Kurtuluş Savaşı yeni bitmiş, Lozan Barış Antlaşması'nın henüz imzalanmadığı günlerdi. 17 Kasım 1922 günü, bu şartlar altında bile, Gazi, ‘Öğretmenler Birliği’nin toplantısını Ankara’da gerçekleştirir. Bu toplantıya sadece üç kadın öğretmen katılır ve ön sıraya otururlar. Toplantıda erkek öğretmenler, kadın öğretmenlerle aralarında birkaç sıra boş bırakmışlardır.

Ertesi gün, Meclis'teki bazı milletvekillerine Gazi şöyle çıkışır; “Fakat onları niçin ayrı sıralara oturttunuz? Siz kendinize mi güvenemiyorsunuz? Yoksa Türk kadınının faziletine mi? Bir daha öyle ayrılık görmeyeyim. Anlaşıldı mı?”

Bu çalışmalar, Atatürk’ün eğitime verdiği önemi gösterdiği gibi, kadınların eğitimini savaş içinde bile düşündüğünü ortaya koymaktadır.

İZMİR KADINLAR KONGRESİ

2 Şubat 1923 günü, Türkiye İktisat Kongresi’nin yapılacağı binada gerçekleşen bu toplantıda; Gazi, eşi Latife Hanım’ı, İzmirli kadınlara tanıştırmış ve devam eden Lozan konusunda bilgi vermiştir. Katılanların çoğunluğunun kadın oluşu nedeniyle, bu toplantı “Kadınlar Kongresi” olarak da anılmaktadır. Gazi, İzmirli kadınlara toplantıda şöyle seslenmiştir: “Yaşamak demek; faaliyet demektir. Bundan dolayı bir toplumun bir organı harekette bulunurken diğer organı duruyorsa o toplum felç olmuştur. Bir toplumun hayatta çalışması ve başarılı olması için çalışmanın ve başarılı olabilmenin bağlı olduğu bütün nedenleri ve şartları kabul etmesi gerekir. Bundan dolayı bizim toplumumuz için ilim ve fen gerekli ise bunları aynı derecede hem erkek ve hem de kadınlarımızın kazanmaları gerekir. Bilinir ki, her alan ve aşamada olduğu gibi hayatın da görev paylaşımı vardır. Bu genel görevlerin paylaşımı arasında, kadınlar kendilerine ait olan görevleri yapacakları gibi aynı zamanda toplumun refahı, mutluluğu için gerekli olan bütün işlere de gireceklerdir. Kadının ev görevleri en ufak ve önemsiz görevidir.”

Atatürk, devrim ve ilkelerinin korunup geliştirilmesinde toplumu çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarmada Türk kadınının zekâsına, azmine, çalışkanlığına ve özverisine daima güvenmiştir. O’nun için çağdaş bir kadın tipinin yaratılmasında büyük bir çaba harcamıştır. Bu nedenle, 17 Şubat 1926 tarihinde, kadını karanlıklara gömen şeriat kanunlarının kaldırılarak kadına eşi ile beraber insanca yaşam olanaklarını sağlayan ‘Medeni Kanun’ kabul edilmiştir.

Atatürk, acaba ‘Medeni Kanunu’nu gerçekleştiği yıl olan 1926 yılında mı düşünmüştür? Bunun yanıtını, onun kadın hakları konusunda yaptığı tüm sözlerinde görmüştük. Mustafa Kemal’in ‘Medeni Kanun’ ile ilgili tatbikata dönük düşüncelerini 29 Ocak 1923 tarihinde, Uşakizade Köşkü’nde Latife Hanım’la kıyılan nikâhlarında bulabiliriz.

'PEÇE BİZİ DAHA ÇOK BOZMADAN'

1913 yılında, Yarbay Mustafa Kemal, Ateşemiliter olarak bulunduğu Sofya’da Madam Hildegart Christianus’tan Almanca ders almıştır. Yarbay Mustafa Kemal, Madam Christianus’la Türk kadını hakkında birçok konuşma yapmış ve özlemini şöyle dile getirmiştir; “Kadınlarımız yüzlerini açmalı, erkeklerle eşit koşullarda Avrupa’daki hem cinsleri gibi yaşamalıdır.”

Kadınlarımız, Avrupalı hem cinsleri gibi yaşamak için hiç boş durmamış, elinden geldiği kadar mücadele vermişlerdir. Mükerrer Belkıs Hanım’ın 1913 yılındaki feryadını dinleyelim:

“Peçe bizi daha çok bozmadan, biz onu bozalım, yırtalım, çiğneyelim. Menfaatlerimizi kıran, duygularımıza aykırı, bizde masumiyet bırakmayan ve hiçbir yararı olmayan o peçeyi, yüzümüze örttüğümüz o siyah örtüyü kaldıralım. Artık bu gerçeği anlamak zamanı gelmiştir. Cansız, kansız olmayalım... Onu yırtacak kadar, ellerimizde güç yok mu yoksa? Yazık! Yazık!”

1918 yılında, İstanbul hükümeti, kadınların kılık kıyafetiyle ilgili şu bildiriyi yayınlamıştır: “Kadın çarşafları eteklerinin, âşık kemiğine varacak hizadan kısa olmaması gerekir. Bu buyruğu dinlemeyenler merkez kumandanlığına götürülecekler, cezalandırılacaklardır.”

Bildiriye uymayan kadınların adlarının basında yayınlanması üzerine, Mustafa Kemal şunları söyler: “…İstanbul’da süpürge çöpünden ekmek yediriliyor; asker kaçakları dağlarda serbest dolaşıyor; bütün bunlara bakılmıyor bu yürekler acısını önleyecek tedbirler alınmıyor da, birkaç çaresiz kadının, yok eteği âşık kemiğinden yukarı imiş, yok aşağı imiş, başkentin koskoca merkez kumandanlığı bununla uğraştırılıyor... Bu uygarlık asrında, bu doğru yoldan sapmaya izin verilir mi efendim?”

Mustafa Kemal’in Karlsbad’ta tedavisi sürerken, devrin ileri gelenlerinden kadınlı erkekli kalabalık bir grup Karlsbad’a gelmişlerdir. Bu grubun içinde Hüseyin Cahit Yalçın ve Cemal Paşa’nın eşi de varmış. Mustafa Kemal, yapılan bir gece toplantısında, ortaya Türk kadınının hürriyeti konusunu ortaya atmıştır. Karlsbad’ta yapılan tartışmaları, Mustafa Kemal’in 6 Haziran 1918 tarihli hatıra defterine şöyle yansımıştır: “Geç vakit otele döndüm. Bu akşamki konuşmalarımızı buraya geçiriyorum. Efendim, önce kadınlarımızı okutmalı, sağlam bir kültür, sağlam bir anlayış sahibi yaptıktan sonra hürriyetlerini vermeliyiz. Yok, önce peçeyi kaldırmalı, sonra çarşafın eteğini biraz kısaltmalı imişiz. Oysa toplulukta bulunan kadınlarımız Avrupalı kılığındaydılar. Ben insan değil miyim? Hür yaşamak, medeni insanlar gibi yaşamak hakkım değil mi? Bir sürü geri kafaların keyfini bekleyecek miyim? Hayır. Ben iktidara geldiğim gün bu işi bir anda düzelteceğim.’”

KIYAFET DEVRİMİ VE KADINLAR

Gazi, 28 Ağustos 1925 tarihinde, ‘Şapka ve Kıyafet Devrimi’ için İnebolu’ya gitmiştir. Yolculuğum sırasında köylerde değil, özellikle kasaba ve şehirlerde kadın arkadaşlarımızın yüzlerini ve gözlerini çok kalın ve özenle kapatmakta olduklarını gördüm diyen Gazi, sözlerine şöyle devam etmiştir: “Gezilerim sırasında köylerde değil özellikle kasaba ve şehirlerde kadın arkadaşlarımızın yüzlerini ve gözlerini çok sıkı ve özenle kapatmakta olduklarını gördüm. Özellikle bu sıcak mevsimde bu durumun kendileri için mutlaka işkence ve ıstırap nedeni olduğunu tahmin ediyorum. Erkek arkadaşlar bu biraz bizim bencilliğimizin eseridir. Çok namuslu ve dikkatli olduğumuzun gereğidir. Fakat saygıdeğer arkadaşlar, kadınlarımız da, bizim gibi anlayışlı ve düşünceli insanlardır. Onlara ahlakla ilgili kutsal kavramları aşılamak, millî ahlakımızı anlatmak ve onların beynini ışıkla, temizlikle donatmak esası üzerinde bulunduktan sonra fazla bencilliğe gerek kalmaz. Onlar yüzlerini dünyaya göstersinler. Ve gözleriyle dünyayı dikkatle görebilsinler. Bunda korkulacak bir şey yoktur.”

Gazi, 30 Ağustos 1925 günü, Kastamonululara ‘Şapka ve Kıyafet Devrimi’ konulu yaptığı konuşmada kadınlara şöyle hitap eder: “Bir sosyal toplum, bir millet erkek ve kadın denilen iki cins insandan oluşmuştur. Kabul edilebilir mi ki, bir kitlenin bir parçasını yükselttirelim. Diğerini görmezlikten gelelim de, kitlenin tamamı yükselebilsin? Olabilir mi ki, bir toplumun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı göklere yükselebilsin? Şüphe yok, yükselme adımları, dediğim gibi iki cins tarafından beraber, arkadaşça atılmak ve yükselme ve yenilenme alanında birlikte aşama kaydetmek gereklidir. Böyle olursa inkılâp başarılı olur. Mutlulukla gözle görülmektedir ki, bugünkü hareketimiz gerçek amaca yaklaşmaktadır. Her halde daha korkusuz olmak gerektiği açıktır.”  ifadeleriyle dile getirmiştir. Atatürk’e göre, toplumu kalkındırmak istiyorsak, kadını çalışmalarımıza ortak etmek, sosyal hayatımızı onunla birlikte yürütmek, ekonomik hayatta ortağımız, arkadaşımız yapmak zorundayız.”

Gazi, Kastamonu’da yaptığı bu konuşmaya şöyle devam eder: “Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki, başına bir bez veya bir peştemal veya buna benzer bir şeyler atarak yüzünü gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı ya arkasını çevirir veya yere oturarak yumulur. Bu davranışın anlam ve işareti nedir? Efendiler, medeni bir milletin anası, millet kızı bu garip şekle, bu ilkel duruma girer mi? Bu durum milleti çok gülünç gösteren bir görüntüdür. Derhal düzeltilmesi gereklidir.”

Gazi, İzmir’de 2 Şubat 1923 günü kadınlara yaptığı konuşmada: “Kasaba ve şehirlerde yabancıların dikkati en çok örtünme şekli üzerinde duruyor. Buna bakanlar kadınlarımızın hiçbir şey görmediklerini sanıyorlar. Bununla beraber dinin gereği olan örtünme, kısaca ifade etmem gerekirse, denebilir ki kadınların sıkıntısını gerektirmeyecek ve terbiyelere aykırı olmayacak basit şekilde olmalıdır. Örtünme şekli kadını hayatından, varlığından ayıracak bir şekilde olmamalıdır. Bu konuda son söz olarak diyorum ki, bizi analarımızın adam etmesi lâzım idi. Onlar edebildikleri kadar etmişlerdir. Fakat bugünkü seviyemiz, bugünkü temel ihtiyaçlar için yetersizdir. Başka anlayışta, başka olgunlukta adamlara gerek vardır. Bunları yetiştirecek olan bundan sonraki annelerdir.”

Kadınların giysilerinin değişmesinden çekinenlere Gazi şöyle konuşmuştur: “Arkadaşlar, korkmayınız, bu gidiş zorunludur. Bu zorunluluk bizi yüksek ve önemli bir sonuca ulaştırıyor.  İsterseniz bildiriyim ki,  bu kadar yüksek ve önemli bir sonuca varmak için, gerekirse bazı kurbanlar da verelim... Önemle uyarıyorum ki, bu durumun korunmasında inat ve bağnazlık, hepimizi her an kurbanlık koyun olma alışkanlığından kurtaramaz.”

Bizim kadınlarımız, bazı yerlerde Avrupa kadınlarını bile övgüye sevk edecek kadar ilerlemişlerdir ve eğer kadınlarımız yalnız bu yönü düşünür ve yalnız şıklıkta, zarafette Avrupa kadınlarını bile geçmeyi amaç kabul ederse kadınlık hayatında, dolayısıyla bütün milletin hayatında varmak istediğimiz mutlu devrime ulaşmakta kolaylık sağlayamayız diyen Gazi, sözlerine şöyle devam eder: “Kadınlık meselesinde dış görünüş ve kıyafet ikinci derecededir. Asıl mücadele alanı, kadınlarımız için görünüş ve kıyafette başarıdan daha çok, asıl başarılı olunması gereken alan ışıkla, kültürle, gerçek faziletle süslenmek ve donanmaktır. Ben saygıdeğer hanımlarımızın Avrupalı kadınlardan daha aşağıda kalmayacak, tersine pek çok yönlerde onların üstüne çıkacak ışık ve kültürle donanacaklarına kesinlikle kuşku duymayan ve buna kesinlikle emin olanlardanım.”

Bizim dinimiz hiçbir vakit kadınların erkeklerden geri kalmasının talep etmemiştir. Allah’ın emrettiği şey, erkek ve kadının beraber olarak ilim ve bilgiyi kazanmasıdır, diyen Atatürk, konuşması şöyle tamamlar: “Kadın ve erkek bu ilim ve bilgiyi kazanmalıdır. Kadın ve erkek bu ilim ve bilgiyi aramak ve nerede bulursa oraya gitmek ve onunla donanmak mecburiyetindedir. İslâm ve Türk tarihi tetkik edilirse görülür ki, bugün kendimizi bir türlü kayıtlarla bağlı zannettiğimiz şeyler yoktur. Türk sosyal hayatında kadınlar ilim ve bilgi yönünden ve diğer hususlarda erkeklerden asla geri kalmamışlardır. Belki daha ileri gitmişlerdir.”

VE KADINLARIMIZ SİYASETTE

‘Türk Kadınlar Birliği’ Başkanı Nezihe Muhittin Hanım’ın belirttiği gibi, kadınlar; “Er geç toplumsal yaşamın gerekleri olarak haklarını alacaktı. Ancak, o yıllarda ülkemizde erkeklerin egemen olması” nedeniyle kadın haklarında bir ilerleme sağlanamıyordu.

Kadınlar, o tarihten bir yıl sonra, 3 Nisan 1930 günü, 1580 sayılı yasanın 23 ve 24. maddeleriyle, ilk kez Belediye seçimlerinde ‘Seçme ve Seçilme Hakkı’nı elde etmiştir. Bu, Atatürk’ün yıllardır yapmak istediği ve bu amaçla büyük bir kamuoyu oluşturduğu siyasi durumdur.

Afet İnan, kadınların siyasi hakları konusunda çok önemli şu anıyı anlatmıştır: “4 Haziran 1933 tarihinde Gazi, Ruşen Eşref (Ünaydın), Falih Rıfkı (Atay), Saffet (Arıkan), Recep (Peker), Necip Ali (Küçüka), Fethi (Okyar), Tevfik Rüştü (Aras), Şükrü (Kaya), vb. gibi ileri gelen kişileri çevresinde toplamıştı. Tartışma, Türkiye’de Mustafa Kemal’in savunduğu gerçek bir demokrasinin kurulması üzerinde yoğunlaştı. O akşam kadın ve erkeğin haklarının eşitliğine hiç kimse karşı çıkmadı. O zaman Gazi söz alarak şöyle dedi: ‘Cumhuriyet rejimi, demokratik hükümet sistemi ve biçimi demektir. Biz cumhuriyeti kurduk, cumhuriyet onuncu ulaştı, zamanı gelince demokrasinin tüm isteklerini yerine getirmeye çalışmalıyız. Bunlardan biri de kadınların haklarını tanımaktır.’”

Daha sonra 26 Ekim 1933 günü 2349 sayılı yasayla kadınlar, ‘Köy İhtiyar Heyetine ve Muhtarlığa Seçme ve Seçilme Hakkı’nı elde etmişlerdir.

76 YILDA TÜRK KADINININ GELDİĞİ NOKTA VE SONUÇ:

Günümüzde kadınımın eğitimden aldığı payı ve siyasal yaşamdaki biçilen rolünü yukarıda verilen çarpıcı rakamlarla izledik. Erkek hâkimiyeti olan ülkemizde -ki Atatürk’ün hiç arzulamadığı bir rol- eğitimsiz kadının iş hayatındaki yerine de bir bakalım. Bugün, yukarıdaki verilerin daha da düştüğü bilinen bir gerçektir. Oysaki Atatürk, Türk kadını için: “Daha selametle ve daha dürüst olarak yürüyeceğimiz yol vardır. Bu yol Büyük Türk kadınını; çalışma hayatında birlikte olmak, hayatımızı onunla birlikte yürütmek, ilmi, ahlakî, toplumsal ve iktisadi hayatta erkeğin ortağı, arkadaşı, yardımcısı ve destekçisi yapmak yoludur” demiştir. Atatürk’ün bu sözlerine karşın ‘Atatürk, Cumhuriyet ve Kadın’ adlı makalemde son sözüm şudur:

Günümüz Türk kadınının asli görevi, atalarının, yüz yıllarca emek vererek kazandığı ‘Kadın Hakları’na sahip çıkmak, Atatürk’ün de bize vasiyetidir. ‘Çağdaş Türk Kadını’, dünyada hak ettiği yerini alırken, onunla tüm Türk milleti gurur duyacaktır. ‘Çağdaş eş, Çağdaş ana’ Atatürk’ün vasiyeti değil miydi bizlere?

https://youtu.be/3Qi3olcfRtk

* 18 Mart Üniversitesi, Toplumsal Gelişmede Türk ve Japon Kadının Eğitimi Çalışması- Atatürk, Cumhuriyet Ve Kadını Ahmet Gürel, 2012, Çanakkale.

İLK KADIN MİLLETVEKİLLERİMİZ

Kadınlara verilen siyasal hakların en önemlisi olan ‘Milletvekili Seçme Hakkı’dır. 5 Aralık 1934 gün ve 2599 sayılı yasanın 10. maddesiyle, 22 yaşını bitiren kadın-erkek her Türk’e milletvekili seçme hakkı verilmiştir. Aynı yasanın 11. maddesiyle de, otuz yaşını bitiren kadın-erkek her Türk, ‘Milletvekili Seçilebilme Hakkı’na kavuşmuştur. 191 milletvekilinin imzasıyla teklif edilen ‘Kadınların Milletvekili Seçilme Hakları’; meclise katılan 317 milletvekilinden 258’inin olumlu, 58’inin çekimser ve 6’sının boş oyuyla kabul edilmiştir. 

1935 yılında yapılan ilk genel seçimde de 18 kadın milletvekili Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girmiştir. Atatürk’ün istemiyle, yörelerinin öncü kadınları olarak seçilen ilk kadın milletvekilleri şunlardır:

Mebrure Gönenç (Afyon), Satı Çırpan (Ankara), Şükran Örsbaştuğ (Antalya), Sabiha Gökçül (Balıkesir), Şekihe İnsel (Bursa), Hatice Özgünar (Çankırı), Huriye Önüz (Diyarbakır), Fatma Memuk (Edirne), Nahiye Ergücü (Erzurum), Fakihe Öymen (İstanbul), Benel Nevzat Arıman (İzmir), Ferruh Gürgüp (Kayseri), Behire Morova (Konya), Mehri Pektaş (Malatya), Meliha Ulaş (Samsun), Esma Nayman (Seyhan), Sabiha Görkay (Sivas), Semiha Hızal (Trabzon).

1918 BİLDİRİSİ VE ATA'NIN TEPKİSİ

1918 yılında, İstanbul hükümeti, kadınların kılık kıyafetiyle ilgili şu bildiriyi yayınlamıştır: “Kadın çarşafları eteklerinin, âşık kemiğine varacak hizadan kısa olmaması gerekir. Bu buyruğu dinlemeyenler merkez kumandanlığına götürülecekler, cezalandırılacaklardır.” Bildiriye uymayan kadınların adlarının basında yayınlanması üzerine, Mustafa Kemal şunları söyler: “…İstanbul’da süpürge çöpünden ekmek yediriliyor; asker kaçakları dağlarda serbest dolaşıyor; bütün bunlara bakılmıyor bu yürekler acısını önleyecek tedbirler alınmıyor da, birkaç çaresiz kadının, yok eteği âşık kemiğinden yukarı imiş, yok aşağı imiş, başkentin koskoca merkez