Pınar SÖZER (Tarihçi / Yazar)

Müzakere sürecinde karşılaşılan çeşitli sorunlar tam üyelik konusunu tartışmalı hale getirirken Türkiye-AB arasında resmi olarak günümüzde de devam eden bu süreçte ilerleme durmuştur. AB, bir yandan Türkiye ile müzakere sürecini çeşitli gerekçeler ileri sürerek bloke ederken, diğer yandan, Türkiye için tam üyeliğe alternatif olarak, “imtiyazlı ortaklık” gibi ne olduğu pek anlaşılmayan bir öneri dile getirmektedir. Özellikle sürecin başından beri Türkiye’nin üyeliğine karşı olan Fransa ve dönem dönem ılımlı ya da sert yaklaşan Almanya’nın imtiyazlı ortaklığı desteklemesi, Türkiye’nin AB'ye tam üye olarak alınmayacağının göstergesi olarak düşünülmektedir. İmtiyazlı ortaklığın amacı, Türkiye'nin “kapı dışında kalmaması ama içeride de serbestçe dolaşmaması” olarak nitelendirilebilir. Türkiye söz konusu ortaklık ile "kişilerin serbest dolaşımı", "malların serbest dolaşımı" ve "işçilerin serbest dolaşımı" gibi Avrupa Birliği'nin en temel özelliklerinden mahrum bırakılacaktır.

Birlik üyelerinin aldığı yardımlarda nüfus oranları etkili olduğu için Türkiye’nin genç kalabalık nüfusunun Avrupa ile entegre olmasından rahatsızlık duyulmaktadır. Buna İslam fobisi de eklenince kendi kültürlerine çok aykırı gördükleri Türk toplumunun AB’ye hem sosyal hem ekonomik bir yük getireceği yaygın bir kanıdır. Altı üye ile kurulan bugün 27 üyesi olan AB’ye hiçbir devletin başvuru süreci Türkiye kadar sancılı olmamıştır. Üyelik müzakerelerinin sürdürüldüğü bir ortamda bugün tarihsel, kültürel ve dini faktörlerin yanı sıra coğrafik olarak da Türkiye’nin Avrupalı olup olmadığı tartışılmaktadır. Sözde kültürel farklılıkları zenginlik olarak gören AB’nin söz konusu farklılıkları ileri sürerek Türkiye’nin Birlik üyeliğine karşı çıkması, yüzlerce yıllık olumsuz Türkiye algısının devam ettiğini göstermektedir.

Bugün Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girme sürecine baktığımızda; tarihsel veriler, birliğin kurulma nedeni, Türkiye ile Avrupa devletlerinin Lozan’dan önce ve sonraki ilişkileri, aslında bize bu birlikte Türkiye’nin başından beri olmasının istenmediğini, ancak özellikle stratejik ve coğrafi avantajları nedeniyle küstürülmeden oyalanmaya çalışıldığını göstermektedir. Dünyaya egemen güçler Anadolu gibi kıymetli coğrafyalarda hâkim güç istemezler. ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi bunun en güzel örneğidir. Ulusal ve demokratik yapıları istediği gibi yönlendiremeyecek olan batılı güçler, halkları denetim altında tutacak diktatörlükleri desteklerler. Ilımlı İslam ile yönetilen federal parçalara bölünmüş, topraklarının bir kısmını yitirmiş bir Türkiye planı hepsinin işine gelir. Türkiye’yi güçlendirecek herhangi bir uluslararası birlik Avrupalılar'ın yüzlerce yıldır Türklere karşı güttükleri politikaya ters düşmektedir. İlerleme raporlarındaki konu başlıkları, Ege Adaları sorunu, Kıbrıs sorunu, mülteciler sorunu vb konular, Türkiye’yle ilişkilerde bir tehdit unsuru olarak, istedikleri konularda dayatmacı politikalarını uygulamaları için kullanılmıştır. O nedenle de süreç sürüncemede bırakılıp sonuca ulaştırılmamaktadır.

Tarihsel gelişim

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra iki kutuplu bir dünya düzeni ortaya çıkmış ve Balkanlar'ın bir kısmı ile Doğu Avrupa Sovyet etkisi altına girmişti. Batı Avrupa’nın ekonomik ve siyasi olarak bir birlik oluşturup güçlü olması gerekiyordu. Avrupa Birliği fikri böyle ortaya çıktı. 5 Mayıs 1949’da Avrupa Konseyi’nin kurulmasıyla da birleşme düşüncesi pekişti. 18 Nisan 1951’de Avrupa Kömür Çelik Topluluğu kuruldu. Fransa, Almanya ile kendi ülkesindeki, savaş sanayisinin iki girdisi olan kömür ve çelik kaynaklarının birleştirilmesini, üretim ve kullanımının uluslararası bir kurumun sorumluluğuna verilmesini önermişti. 6 üye ülke arasında bu maddeler serbestçe değişime uğrayacak, üçüncü bir devlete karşı birlik üyeleri ortak politika izleyecekti. Böylece ABD’ye olan bağımlılıktan da kurtulmuş olacaklardı. 25 Temmuz 1952’de Paris’te ilk Avrupa Birliği oluşmuş oldu. Savaşların büyük ölçüde ekonomik nedenlerden çıktığı düşünülürse ekonomik anlamda bir bütünleşme ve rekabetin ortadan kalkmasıyla savaşların önüne geçilebileceği düşünülmüştü. Avrupa Kömür Çelik Topluluğu birliğin temelini oluşturan topluluktur. 1967’den önceki dönem için Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET), bu tarihten 1993’e kadar geçen süre için Avrupa Topluluğu (AT), Maastricht Antlaşması’nın yürürlüğe girdiği bu tarihten sonrası için ise Avrupa Birliği (AB) ifadeleri kullanılmıştır. Mart 1957'de Avrupa Ekonomik Topluluğu'nu kuranlar, aralarındaki gümrüklerin kaldırılmasını, üçüncü ülkelere karşı ortak bir gümrük tarifesi oluşturmayı karara bağlamışlardı. Malların, sermayenin, hizmetlerin, işçilerin, üye ülkeler arasında serbestçe dolaşımı yapılacaktı.

28 Eylül 1959 ile 21 Ekim 1960 arsında Türkiye AET’ye başvurmuş, Türkiye’ye uygulanan gümrüklerin kaldırılmasını talep etmişti. 1961’de Türkiye’ye 5 yıllık bir ticaret anlaşması, bu süre sonunda ekonomisi yeterli seviyeye gelirse bir Gümrük Birliği anlaşması önermişler, tam üyeliğe kabul etmemişlerdi. 27 Mayıs 1960 darbesinin siyasi ve ekonomik durumunu belirsizlik olarak değerlendirmiş, ilişkilerin durmasının nedeni olarak da bunu ileri sürmüşlerdi. 25 Haziran 1963’de Türkiye’nin tam üyeliğini öngören ortaklık antlaşması Ankara’da imzalandı. Ankara Anlaşması hazırlık, geçiş ve nihai üyelik bölümlerinden oluşuyordu. Bugün hala amacına ulaşamadığından dolayı geçerliliğini koruyan bir antlaşmadır.

Gümrük Birliği

Türkiye’nin AB’ye bakış açısı da bu süreç içinde inişli çıkışlıydı. Sağ, sol ve İslami gruplar farklı gerekçelerle AET’ye karşı çıkıyorlardı. Aşırı sol kesim, emperyalist devletlerin bulunduğu bir örgüte girmenin ülkeye zarar vereceğini söylüyordu. İslami kesim Hıristiyan devletlerden oluşan bir topluluk yerine Müslümanlar'ın yanında olup onlarla iş birliği yapılmasını istiyordu. Milliyetçi kesim ise bu topluluğa katılmanın egemenlik haklarını kısıtlayacağını söyleyerek AET’ye karşı çıkıyordu. Bunların yanında sendikalar, bazı üniversiteler, Devlet Planlama Teşkilatı gibi bazı kurumlar da AET’ye karşıydı. Türk Silahlı Kuvvetleri 12 Mart 1971’de muhtıra ile hükümeti istifa ettirdi. 1974’e kadar kısa süreli hükümetler kuruldu. 1974’te Türkiye’nin Kıbrıs müdahalesi oldu. Kısa süren ve başarısız olan hükümet kurma denemeleri yaşandı. 12 Eylül 1980 darbesi de ilişkileri gerdi. 1981’de birliğe tam üye olan Yunanistan da Türkiye’nin çabalarını ve birliğe girmesini veto eden bir tutum izlemeye başladı. 14 Nisan 1987’de tam üyelik için Türkiye başvurduğunda cevap niteliği taşıyan ret raporu bile 2.5 yılda hazırlanmıştı. Zaten antidemokratik uygulamalar nedeniyle Türkiye’ye soğuk bakan AET ile ilişkilerin iyice gerilmesine yol açtı. Türkiye'de AB ile ilişkiye geçtiği tarihi izleyen dönemde, iki askeri darbe, bir askeri muhtıra, birçok hükümet değişikliği ve bir savaş (Kıbrıs Çıkarması) yaşamış ve çoğu zaman demokratik süreç kesilmişti. Aslında Türkiye’deki siyasi ve ekonomik istikrarsızlıklar bir yandan da AB’ye giriş sürecinde Türkiye’nin önüne engel koymak isteyen üye devletler için bulunmaz fırsat oldu ve bu duruma dayanarak süreci sürekli erteleyip uzattılar. Bu aşamadan sonra yani tam üyeliğin uygun bulunmamasının ardından Türkiye, Kopenhag siyasi kriterlerinin yanı sıra, 1996’dan beri yürürlükte olan Gümrük Birliği sürecinde hem Kopenhag ekonomik kriterlerinin uygulanmasına yönelik önemli reformlar gerçekleştirmiş, hem de AB ülkeleriyle ticari ve ekonomik ilişkilerini geliştirmiştir. Türkiye, Gümrük Birliği’nin etkisiyle dış ticaret hacminin yaklaşık % 50’sini AB ülkeleriyle gerçekleştirmektedir. 1996’da Gümrük Birliği'ne üye yapılması da tam üyeliğe verdikleri ret kararında gerilen ilişkileri yumuşatmak içindi. 1997’de Lüksemburg zirvesinde Türk ekonomisi, siyaseti ile ilgili olumsuz eleştiriler yapılmış üye olması planlanan 11 ülke içinde Türkiye sayılmamıştır. Bu zirve Türkiye’de tepkiyle karşılaşınca 1999 Helsinki Zirvesi'nde tam üyelik için adaylığın kabul edilmesi de süreçteki dönüm noktalarından biridir. Burada yine Türkiye için kısa ve uzun vadeli hedefler belirtilmiş Kıbrıs sorunun çözümü de bu konuya ek yapılmıştı. Gelinen nokta ise Türkiye kamuoyunun birliğe girme konusundaki heyecanını yitirmesiyle sonuçlandı.

Türkiye’de 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü ve ardından ilan edilen olağanüstü hâl koşulları ve terörle mücadele faaliyetleri, yine eskiden olduğu gibi AB ile ilişkilerde duraklamaya neden oldu. Türkiye’nin terör tanımının AB’ninkiyle tam olarak örtüşmemesi, Türk vatandaşlarına Schengen Bölgesi için vize muafiyeti konusunda beklenenin yapılmaması, 18 Mart 2016’da sağlanan anlaşmaya göre, AB’nin Türkiye’ye Suriyeli mültecilerin ihtiyaçları için 6 milyar avro ödeme taahhüdünde bulunduğu halde şu ana kadar çeşitli gerekçelerle 3.4 milyar avronun geciktirilmiş olması, günümüzde sürecin işlemez duruma gelmesine neden oldu. Böylece AB’ye giriş devletin önceliğinden çıkmış, kamuoyunda etkisini yitirmiş, Türkiye’nin dış politikada çatışma konusu haline gelmiştir. Bu uzun ve zorlu süreç içinde Türkiye’nin tek kazancı Gümrük Birliği'nin sağlanmasından ibarettir. Gerisi yalnızca umuttur.

AB Üyesi devletler

Almanya, Avusturya, Belçika, Bulgaristan, Çekya, Danimarka, Estonya, Finlandiya, Fransa, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Hırvatistan, Hollanda, İrlanda, İspanya, İsveç, İtalya, Letonya, Litvanya, Lüksemburg, Macaristan, Malta, Polonya, Portekiz, Romanya, Slovakya, Slovenya ve Yunanistan.

Gerekçe farklı sonuç aynı

Aşırı sol kesim, emperyalist devletlerin bulunduğu bir örgüte girmenin ülkeye zarar vereceğini söylüyordu. İslami kesim Hıristiyan devletlerden oluşan bir topluluk yerine Müslümanlar'ın yanında olup onlarla iş birliği yapılmasını istiyordu. Milliyetçi kesim ise bu topluluğa katılmanın egemenlik haklarını kısıtlayacağını söyleyerek AET’ye karşı çıkıyordu.

Kaynakça:

- Beril Dedeoğlu, Adım Adım Avrupa Birliği,

- Veysel Bozkurt, Avrupa Birliği Ve Türkiye

- Aydoğan Metin, Avrupa Birliği’nin Neresindeyiz?

- Oğuz Orhan, Avrupa Ekonomik Topluluğu