ZEKİYE ERGÜN

Kompost yöntemlerinden biri olan solucan gübresi önemli bir konu. Ama bu konuya değinmeden önce solucan nasıl bir canlı tanımamız, bilmemiz gerekiyor. Hakan Güven aslında bir makina mühendisi ama hayatını araştırmaya, öğrenmeye adamış. Özellikle solucan gübresi, zararlılar ile ilaçsız tarım yöntemleri gibi konularda çalışmalar yapıyor ve bunu üreticiler ile birlikte hayata geçiriyor. Hakan Güven ile solucanlar hakkında merak edilenleri konuştuk.

Toprak kısıtlı ve korunması gereken yapıdadır diyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?

Dünyamızın oluşmasından bu yana yaşanmış tüm olayları sakladığı, en temel hafızası olan katı kısmı, hepimizin bildiği gibi yarı akışkan ve daha derinlerde akışkan, erimiş bir tabakanın üstünde yer almaktadır. Kabaca bu tabakanın ortalama olarak 40 km kalınlığında olduğu varsayılır.

Dünyamızın yarıçapının yaklaşık olarak 6400 km olduğu düşünülürse katı tabaka kalınlığının yüzde 1’in oldukça altında olduğunu söyleyebiliriz. Toprak diyebildiğimiz kısım ise bu yüzde 1 bile olmayan tabaka içinde yer alır. Kısıtlılığı buradan gelmektedir. Öte yandan en temel tanımlama ile toprak, tüm canlıların ortaklaşa kullandığı, yaşamın sürekliliğini sağlayan, doğanın bizlere emanet ettiği en önemli kaynaklardan biridir. Bu özelliği de onun mutlak surette korunması gerektiğini bize söyler.

Dinler topraktan gelip toprağa dönmek, toprak olmak gibi hep bir döngüyü anlatıyor. Yaşarken topraktan aldığımızı toprağa vermek için neler yapabiliriz?

Park ve bahçelerde dökülen ağaç yaprakları, budama atıkları, biçilen çim atıkları, sera üretim atıkları, meyve veya tohumları alınmış bitki sap ve artıkları, bozulmuş yem, saman ve silaj atıkları, organik karakterli evsel atıklar “kompost” hale getirilerek topraklarımıza geri kazandırılabilir. Bu noktada bireysel olarak her birimizin yapabileceği çalışmalar, vereceği katkılar var.

Ülkemizde kişi başına günde yaklaşık 1.1 kg çöp (kentsel katı atık) oluştuğu bildirilmektedir. Bu çöpün yarısının organik karakterli olduğu düşünülürse evlerde kompost yapmanın atıksız bir yaşamı mümkün kılmak için araladığı kapı, değişime başlamak için kıymetli bir fırsattır. Burada bireyler olarak bizlerin deneyebileceği, yapabileceği pek çok geri dönüşüm/kazandırma metodu bulunmakta. Topraktaki yaşama yakından bakarak sürdürülebilirliğini daha iyi anlayabiliriz. Solucanlar yardımı ile bu süreci yönetmek de bunlardan biri.

Aritoteles 'solucanlar toprağın bağırsakları' diyor. Solucanların insanoğlu ile tanışma hikayesini anlatabilir misiniz?

16. ve 17. yüzyılda modern bilim gelişene kadar Avrupa ve İslam coğrafyasındaki bilimsel faaliyetin temelini oluşturan Aristoteles (M.Ö. 384-322) gözlem ve akıl yürütme yoluyla birçok doğa gerçeğini algılayıp eserlerine aktarmıştır. Biyoloji ve zooloji gibi pek çok disiplinin de kurucusu olan Aristoteles’in hayvanların tarihi, oluşumları, gelişimleri, kısımları ve hareketleri üzerine yazdıkları, hayatında yaptığı tüm çalışmaların dörtte birini oluşturur. Toprağı ve bitkileri de inceleyen Aristoteles, solucanları toprağın bağırsakları olarak adlandırmıştır.

Antik Mısır'ın son Helenistik kraliçesi VII. Kleopatra (M.Ö. 69-30) her sene yağışlarla taşkınlara uğrayan Nil topraklarının taşkın geçtikten sonra solucanların zahmetli çalışmaları sayesinde verim kazandığını söyleyerek ve bereket tanrısının Mısır’ı cezalandırmasından korktuğu için solucanları kutsal yaratılmışlar olarak ilan ederek onları koruyan yasalar çıkartmıştır. Mısırlı çiftçilerin solucanları topraktan çıkarmalarını yasaklayarak, çıkartanların veya onları kaçırmaya çalışanların öldürülmelerine de hükmetmiştir.

Bilim tarihinde solucanlar hakkında ilk kez Fransız botanikçi ve tarım bilimci François Rozier (1734-1793) bazı yararlı etkileri olduğunu söyleyerek onları ilaçlara benzetmiştir. Bu döneme kadar, taksonomik bir bakış açısıyla, solucanlar diğer toprak altı sürüngenleri ile karıştırılmaktaydı ve Jean-Baptiste Lamarck (1744-1829) 1800 yılında yaptığı sınıflandırma ile annelidlerin diğer toprak altı sürüngenlerinden ayrıldığını söyledi.

Solucanlar ile ilgili bir başka ilginç bilgi, günümüzden 2.5 milyon yıl önce başlayan ve yaklaşık 15 bin yıl önce sona eren son buzul çağında kuzey yarımkürede, özellikle Kuzey Amerika ve Kanada’da, devasa buzulların solucan varlığını hemen hemen yok etmesidir. Binlerce yıl sonra bugün artık yaygın bir şekilde bu kıtada da solucanlar varlıklarını sürdürüyor. Özellikle 17. ve 18. yüzyılda taşınan Avrupalı yerleşimciler, yanlarında götürdükleri bitki örnekleri ve gemilerin limana bıraktığı balastlar ile bu kıtaya yeni tür canlılar getirmişler.

TOPRAĞI SÜRÜYORLAR

“Sanmam ki, hayvanlar aleminde dünyanın tarihi üzerinde mütevazi toprak solucanı kadar önemli rol oynamış başka bir yaratık olsun” diyor Darwin.

Solucanlar konusunda İngiliz biyolog ve doğa tarihçisi Charles Darwin’den (1809-1882) bahsetmemek olmaz. Darwin, o güne kadar alt grup hayvanlar olarak bilinen solucanların göründüklerinden daha etkileyici ve hatta zeki olabileceklerinden şüpheleniyordu. Bu nedenle Darwin, solucanların yetenekleri üzerinde ayrıntılı testler yapmaya başladı. “Bitkisel humus oluşumunda solucanların etkileri ve solucan alışkanlıklarına dair gözlemler” adlı kitabını solucanları 40 yıl süreyle gözlemlemesinin ve 29 yıl süreyle deneyler yapmasının sonunda yazdı. Duyularını incelerken ıslık çaldı, yuvalarına bağırdı, hatta onlara fagot çaldı ve sonunda sağır olduklarına karar verdi. Ancak ilginç bir şekilde piyanonun üstüne koyduğunda titreşimlere tepki verdiklerini fark etti. Onlar için dokunma önemliydi. Hevesle lahana ve soğan parçalarını aramalarına rağmen, tütün suyu ve parfümle ıslatılmış pamuk parçalarına kayıtsız görünüyorlardı. Koku alma duyuları zayıf olsa da vardı. En ilginç olanı görme duyularıydı. Darwin, ön kısımlarına parlak bir ışık saçarak, kör olmalarına rağmen parlaklığı hala algılayabildiklerini keşfetti. Ancak ilginç bir şekilde tepkileri her zaman aynı değildi; dikkatleri başka bir şeyle meşgulse ışıktan etkilenmiyorlardı.

Solucanlar, soğuk havayı dışarıda tutmak için yuva açıklıklarını tıkıyorlardı. Yaprakların önce sivri uçlarını yuvadan içeri çekiyorlardı, hatta Darwin yaprakların yerine üçgen kağıtlar koyduğunda, yuvaya ilk olarak üçgenin sivri köşesini çekiyorlardı. Bu, Darwin'in solucanların bir dereceye kadar zekaya sahip olduğunu söylemesine yol açtı. Darwin’in toprak ve solucanların ilişkisi üzerine şu tesbiti de önemlidir; "Saban insanın en eski buluşlarından; ama ondan çok önce araziler toprak solucanları tarafından düzenle sürülüyordu ve hala sürülüyor.”

Ömrünün yarısını verdiği ve ölümünden sadece 6 ay önce yayınlayabildiği kitabında ayrıca şunları da yazmıştır; “Solucanlar toprağı yarıyorlar, aktarıyorlar, bu yarma ve aktarma eski binaların gömülmesine ve sonunda toprakla kapanmasına neden oluyor. Böylece arkeolojik eserler korunmuş oluyor. Yani arkeoloji solucanlara çok şey borçlu… Solucanların yuttukları taş ve sert cisimler, taşlıklarında bir değirmen taşı görevi görüyorlar ve yapraklarla, toprakları öğütüyorlar… Solucanlar kemirmeye niyetlendikleri yarı çürümüş ya da taze yaprakları, oyuklarının girişinden 2.5 ila 7.5 santimetre derinliğe çekip salgıladıkları sıvıyla ıslatıyorlar… Solucan dışkılarında ise verim ve bereket var tam anlamıyla… Ülkedeki bütün gübreli bitki toprağı solucanların sindirim kanallarından pek çok kere geçmiştir ve geçmeye devam edecektir. ”

Solucanlar toprak için neden bu kadar değerli?

Solucanlar toprak yüzey kaplamasının parçalanmasına, ayrışmanın artmasına yardımcı olur. Solucanların toprak profili boyunca hareketi doğal havalandırma görevi görür ve kök bölgesi boyunca hava ve suyun yüzeyden içeri doğru hareketlenmesine yardımcı olur. Serbest yaşayan nematodlara (bakteriyofajlar ve mantarlar) karşı etkin olduklarını gösteren çalışmalar bulunmaktadır. Zararlı bakterin sayısını azaltarak faydalı mikropların sayısını artırır. Toprağın organik değerliliğini artırırlar. Böylece sonuçta toprakta 7 kat daha fazla fosfat, 5 kat daha fazla azot ve 10 kat daha fazla potasyum seviyelerine ulaşılır.

Solucanların haber tanrısı Hermes ve güzellik tanrıçası Afrodit’in soyundan gelmediklerini biliyoruz. Ama solucanlar da “hermafrodit” canlılardır. Bununla birlikte, kimi (hermafrodit) canlı kendi kendini dölleyebilirken kimisi de başka bir canlı ile çiftleşmek zorundadır. Bunun sebebi dişi ve erkek organların gelişim süreleridir. Solucanlarda dişi ve erkek organları farklı sürelerde geliştikleri için kendi kendini dölleyemezler. Üremek için birbirlerine ihtiyaç duymaları onları koloni şeklinde yaşamaya doğru itmiştir. Hem erkek hem dişi özellikler göstermeleri sayesinde her bir solucan çiftleştiğinde ayrı ayrı üremeye ve koloninin çoğalmasına yardımcı olur. Böylece uygun ortam ve yaşam alanı bulduklarında hızla çoğalırlar. Yumurtadan çıkan yavruların ilk besin kaynağı ebeveynlerinin protein açısından zengin dışkılarıdır.

ÜÇ TÜRE AYRILIYOR

Solucan gübresi için yüzeyde yaşayan solucan türleri tercih ediliyor sanırım. Solucan türleri hakkında neler biliyoruz?

Solucanlar davranışları ve yaşam ortamlarına bağlı olarak çeşitli şekillerde sınıflandırılabilir. Marcel Bouche solucanları epigeic, endogeic ve anecic olmak üzere üç kategoriye ayıran bir sınıflandırma geliştirmiştir. Epigeic tipleri toprak yüzeyine yakın bölgelerde, taze çürümüş bitki veya hayvan artıklarında yaşar. Vermikompost için en uygun cins olup, kazıcı ve delici olmadıklarından toprak yapısına etkileri yoktur. Endogeic tipleri yer altında yaşar ve içeriğinde çözünmüş organik materyal bulunan toprakları yiyerek beslenirler. Yatay tüneller açarak hareket ettiklerinden toprak oluşumuna ve havalanmasına yardım ederler. Anecic tipleri toprağın derinliklerine yuva yapar, ancak taze çürüyen organik maddeyi bulmak için geceleri yüzeye çıkarlar. Böylece toprakta dikey tünellerin açılmasını sağlarlar.

Organik evsel atıkların dönüştürülmesinde solucanların rolü nedir?

Epigeic kategorideki solucanlar beslenme ve habitat tercihlerinden dolayı vermikompost (solucan kompostu/gübresi) için en fazla tercih edilen solucanlardır. Annelida şubesinin Eisenia türünün Fetida cinsi ya da diğer adlarıyla, kırmızı solucan, gübre solucanı, balık solucanı, kırmızı wiggler olarak da adlandırılırlar.

Solucanlar, elleçlendiklerinde sarımsı bir sıvı salabilir. Bu kokulu sıvı, avcıları püskürtmek için bir savunma mekanizması görevi görür. Eisenia fetida, kötü kokulu anlamına gelen fetid kökünden türemiştir.

Solucanlar, kendilerine esneklik ve hareket kabiliyeti sağlayan yüzden fazla halkadan oluşur, her solucan türü farklı bir sayıya sahiptir. Örneğin yaygın solucanlardan Lumbricus terrestris 160 adede kadar segmente sahipken, kompost solucanı Eisenia fetida sadece 110 segmente sahiptir. Bölümlerin sayısı ve bölümlerdeki solucan organlarının konumu, bilim adamlarının türleri birbirinden ayırabilmesinin ana yoludur. Solucanın beyninin (Ganglion) ana görevi, cildindeki ışık sensörlerinden sinyaller almaktır. İlk ışık belirtisinde solucanın alt tarafında spazm oluşur. Kendi yaşam alanında solucan derhal yüzeyin altına hareketlenir, bundan dolayı elinize aldığınızda ise solucanı kıvranırken görebilirsiniz.

Eisenia fetida tam manasıyla solucan gübresi kaplarında, yani kompost kaplarında yaşayabilen bir türdür. Yetişkinlerinin ortalama boyları 5-10 cm, gövde çapları 4-8 mm olup 0.55 gr ağırlığındadırlar. Yaşam ortamı olarak yüzey altı, organik maddece zengin bölgeleri tercih ederler. Yumurtadan çıktıktan sonra ergen evresine kadar geçen süre 21-28 gün olup yaşam döngüleri 45-70 gündür. Bir günde ortalama kokon (yumurta) 0.35-0.50 adet üretirler. Kokon büyüklükleri 4.8 mm x 2.82 mm’dir.

Kokonlardan çıkan yavruların yaşama oranı yüzde 72 civarında olup ömürleri 570-600 gündür. Her ne kadar yaşayabildikleri sıcaklık düzeyi 0-40 °C olsa da optimum sıcaklık istekleri 15-25 °C’dir. Yaşayabildikleri nem düzeyi yüzde 70-90 olup, yüzde 80-85 oranındaki nemli ortamları daha çok severler. pH açısından 4-9 pH’a kadar toleranslılar ancak 5.5 pH seviyesinde, hafif asidik ortamda daha mutlu olurlar.

Organik evsel atıklarını solucanlar yardımı ile gübreye dönüştürmek isteyenler için AB mevzuatında çiftlik hayvanlarının refah koşullarına ilişkin açlık ve susuzluk ve rahatsızlık hissetmemeleri, acı çekmemeleri, yaralanmamaları, hastalıktan uzak tutulmaları, normal davranışlarını özgürce sergileyebilmeleri, korku duymamaları ve baskı görmemeleri gibi asgari standartları sağlayarak evlerinde basit düzeneklerle küçük solucan çiftliklerini kurabilirler.

Solucanların sıcaklık ve nem düzeylerini ideal düzeye getirdikten sonra gübrenin kalitesini belirleyen ve solucanların hayatta kalmalarını sağlayan yegâne unsur beslenmeleridir. Solucanlar haftada bir gün beslenmeleriyle üretimlerini gerçekleştirirler. Sürekli olarak yeme eğiliminde oldukları için kesinlikle aç bırakılmamalıdır. Aç kaldıklarında kaçma eğilimi gösterirler. Bu da ölümlerine sebep olur.

Solucanların henüz çürümeye başlamamış besini veya çürümesi tamamlanmış besini değil “çürümekte olan” veya “çürüme süreci devam eden” besinleri tercih ettiklerini unutmamak lazım; zira çürüme sürecinin başında ve çürüme tamamlandığında içeriğindeki bakteri ve mantar popülasyonu daha alt düzeylerdedir. Oysa çürüme süreci devam ederken bakteri ve mantar sayısı zirve yapar, çünkü çürüme sürecinde mikrobiyal yaşam canlı ve zengindir.

Yanmış ahır gübresi, öğütülmüş yumurta kabuğu, çay ve kahve posası, talaş, marul, kabak, hıyar, lahana, karnabahar, havuç, elma, armut, kayısı, şeftali, muz kabuğu, karpuz, bakla, avokado, kırpılmış karton atıkları gibi ürünler beslemede kullanılırken pişmiş ürünler kesinlikle verilmemelidir. Ayrıca soğan, sarımsak, narenciye ve balık, süt gibi hayvansal ürünlerde beslemede kullanılmamalıdır.

Solucanlarınızı izleyin, öldüklerini gözlemlerseniz çok fazla beslemiş ve ortamın asit ve ısı dengesini bozmuş olabilirsiniz. Ayrıca ortam çok ıslak veya çok kuru olabilir. Ortam ısısı çok düşük veya çok yüksek olabilir. Aç kalmış olabilirler.

Ortamda karıncaların varlığı genellikle kuru ortamın, sineklerin varlığı ise besinlerin açıkta kaldığını veya tam çürümemiş olduklarını gösterir. Çürük kokusu genellikle oluşan suyun kutunuzun altından yeterince drenaj ile uzaklaşmadığının göstergesidir. Kuru madde ilavesi ile bu sorunu giderebilirsiniz.

Evinizde vermikompost yaparken yapmanız gereken en önemli işin gözlemlemek olduğunu unutmayın. Bir müddet sonra siz de solucanlarınızın ortamına dahil olur ve koşulları rahatlıkla kontrol edebilirsiniz.

Böylece toprağa olan borcumuzun bir kısmını geri ödemek konusunda adım atmış olacaksınız. Kolay gelsin.