Pınar Sözer

19.YY’da tarım ya da sanayiye pek de elverişli olmayan Ege Adaları’ndaki pek çok genç iş bulmak ya da eşkıyalık yapmak için İzmir ve Kuşadası kıyılarından Anadolu’ya geliyorlardı. İki kıyı arasında gidip gelen pek çok Rum çete reisi kendilerine adam bulmak için hiç de zorluk çekmiyordu. İzmir’deki zengin Levanten yaşantı Küçük Menderes’in zengin çiftçi ve tüccarları bu çetelerin sayısını gün geçtikçe arttırıyordu.

Rum çeteler, Sisam Adası üzerinden Kuşadası sahillerine çıkıyorlardı. Yeterli kıyı güvenliği olmadığı için de sahile çıkar çıkmaz bölgenin ormanlık arazilerine yönelip burada saklanıyor, Rum köylerinin çetelere yataklık yapması eşkıyaların firarını kolaylaştırıyordu.

1880’li yıllarda bir İngiliz tüccarın, tarlalarında çalışan işçileri korumak için kırk üç silahlı muhafız tutması, İngiltere Büyükelçiliği’nin Batı Anadolu’da toprak satın alanların kendilerini tehlikeye attıkları konusunda uyarılar yapması bölgede ciddi güvenlik sıkıntısı olduğunu kanıtlıyordu. Aydın Valisi Mithat Paşa devlete gönderdiği raporda İzmir ve çevresinde otuz binden fazla Yunan ve yerli Rum eşkıyanın müthiş bir dehşet yarattığını bildiriyordu.

Rum çeteleri bıktırdı

Örneğin, Katırcı Yani, tüccar ve çiftçileri dağa kaldırmış, devlet adamlarını satın aldığı için de devlet görevlileri tarafından bir türlü yakalanamıyordu. En ünlü Rum eşkıyalardan birisi ise Kaptan Andrea’ydı. 11 Mayıs 1887 tarihli Hizmet Gazetesi’nde “On iki-on üç seneden beri Vilayetimiz dâhilinde gezerek pek çok hanlar yakmış ve sıkıştırıldıkça Yunanistan’a firar edip, bir türlü elde edilememiş Şaki-i Meşhur Kaptan Andrey cümleleriyle tanıtılan bu azılı eşkıya genellikle İzmir’in en büyük Levanten ailelerinin yakınlarını kaçırıp fidye isteyerek işini yürütüyordu. Bu tür eşkıya liderleri genelde devlet güçleriyle çatışmalar sırasında yakalansalar da Yanni ve Andrea devlet güçleri ve bazı Levantenlerle olan gizli işbirlikleri sayesinde çok fazla gizlenme gereği bile duymadan şehir merkezinde köyde kasabada gezip eğlenmeye gidecek kadar da rahat yaşayabiliyorlardı. Yabancı basının da ilgiyle takip ettiği ünlü Rum eşkıya Kaptan Andrea ilginç bir şekilde İzmir-Ayasuluğ (Selçuk) Panayırındaki Yanko’nun kahvehanesinde, dilenci kıyafetiyle kahve ve nargile içerken Kuşadası Jandarma Mülazımı Lütfü Efendi tarafından kıskıvrak yakalanmıştı. Jandarma karakol binasındaki görevli dışında tüm halkı Rum olan dağlık arazideki Şirince köyü de Rum çetelerinin destek aldığı yeri geldiğinde saklandığı ideal yerlerden biriydi.

Nüfus hareketleri

19. YY’da Selçuk ve çevresindeki yerleşmelerde yoğun bir Ortodoks Rum tebaa yaşamaktaydı. Bu gün Selçuk ilçesi sınırları içinde kalan yerleşmeler Osmanlı devri boyunca büyük iskân değişikliklerine uğramıştı. En önemli iskân değişiklikleri 19. YY’da Balkanlardan alınan göçler, Yörük aşiretlerinin iskânı ve İzmir- Aydın demiryolu yapımıyla gerçekleşmişti. 1831 yılının idari taksimatına göre bölge Anadolu Eyaleti’nin Aydın Sancağı’na bağlıyken 21 yıl sonra Anadolu Eyaleti kaldırılmış Aydın Vilayeti doğmuştu. 1831 nüfus sayım bilgilerine göre ise Aydın Sancağı’nın Ayasuluk (Selçuk) Kazası’nda 69 Müslüman 698 Ortodoks Hırıstiyan erkek kaydedilmişti. Verilere göre Kazada Roman, Ermeni, Musevi nüfus yoktu. 1877-78 taksimatında Selçuk-Şirince Aydın Vilayeti’ne bağlı İzmir Sancağı’nın Kuşadası Kazası’nda görülmektedir. Sancağın nüfus sayımlarına göre etnik yapısı incelendiğinde Müslüman nüfusun 61 bin 806, Rum nüfusun 59 bin 469 kişi ile birbirine çok yakın olduğu tespit edilmişti. Rum nüfusundaki bu yüksek oran doğal nüfus artışının yanında bölgenin artan işgücü ihtiyacına bağlı olarak Ege Adalarından Rum göçü almış olmasından kaynaklanmaktaydı. I. Dünya Savaşı başladığında Müslüman nüfus 37 bin 447 kişi Rum nüfus 24 bin 406 kişi artmıştı.

Savaştan önce İttihat ve Terakki yönetimi bölgede sistemli bir Rum Techiri uygulamış, bunun sonucunda İzmir Sancağı’ndan göç ettirilen Rumların sayısı 9 bin 746 ya ulaşmıştı. Bu sayının 4 bin 972’si Kuşadası kazası Rumlarındandı. İzmir sancak merkezi dışında kazalar arasında, sancağın Rum nüfusunun ağırlıklı olarak barındığı yer Kuşadası Kazasıydı.1881-1893 döneminde Kuşadası’ndaki Rum nüfus sancak ortalamasının çok üzerinde olup ,adeta Kuşadası kendini çevreleyen yoğun Müslüman nüfuslu kazalar arasında bir Rum nüfus adası gibiydi.

Eski adıyla çirkince

Bölge, 1914’de Selçuk adını alıncaya kadar, Ayasuluk adıyla bütün Osmanlı dönemi boyunca Aydın Sancağı kazaları arasında varlığını devam ettirmiş 19. YY’ın ilk yarısından itibaren ekonomik ve sosyal yönden büyük bir gerilemeye girmişti. 120 köy 13 mahallesi olan Ayasuluk 19. YY’a gelindiğinde mahalleleri değişmiş, bir çok yerleşim yeri ya müstakil kaza durumuna gelmiş ya çevre kazalara bağlanmıştı. Ayasuluk dört köyü olan küçük bir yerleşime dönüşmüştü. Bu köylerden Arvalya, Kospınar, Ayasuluk, Müslüman yerleşkesiyken Çirkince (Şirince) tamamen gayrı Müslüm nüfusa sahip olup Rumların yaşadığı bir köy olarak karşımıza çıkmaktadır. 1845 yılında Ayasuluk nüfusuna bakıldığında 108 Müslüman 978 Gayrimüslim olarak geçmektedir.

İbn-i Batuta Seyahatnamesinde Ayasuluk ’un Rumlar katında kutsal, eski ve büyük bir şehir olduğunu belirtmiş, burada iri kesme taşlarla inşa edilmiş büyük bir kilise olduğunu yazmıştı. Bu kiliseyi ziyaret etmek amacıyla Müslüman fethinden önce dar bir yoldan ziyaretçilerin geldiğini fetihten sonra buranın Cuma mescidi yapıldığını kaydetmişti.1908 İzmir Vilayet Salnamesi’nde her sene paskalyanın 22. gününde Ayasuluk ’ta büyük bir panayır düzenlendiği üç gün süren panayıra çevre kasabalardan yüzlerce kişinin geldiği incir, üzüm, tahin helvası başta olmak üzere hem arazi mahsülünün hem de ticari değeri olan eşyaların satıldığı kaydedilmektedir.

Kuşadası Kazası’nın asıl tarımsal ürün sahasını Ayasuluk Nahiyesi’nin merkezi ve en büyük yerleşkesi olan Çirkince (Şirince) Köyü oluşturuyordu. Bu köyün ahalisinin tamamı Rum olduğu halde dilleri Türkçeydi. Hatta Karaman Türkçesi konuşurlardı. Bu durum Çirkince halkının Anadolu Rumlarından olduğunu, XIX yy ‘da Adalardan gelen nüfustan farklı olduğunu göstermektedir. Köylünün bahçe ve mezraları Ayasuluk civarında, Küçük Menderes Ovası’ndaydı. Köylüler, yazın genellikle 1.5 saat mesafedeki Ayasuluk’a inerlerdi. Ayasuluk nüfusunun yarısı Çirkince Köyü’nde oturmaktaydı. Yaklaşık bin 800 haneli köyün 6 bin kişilik nüfusa sahip olduğu düşünülmektedir. Köyün ahalisinden yüzde 40'ı ziraatla uğraşırken, kahveci, demirci, terzi, çoban, değirmenci manastır papazı gibi mesleklerde vardı.7 kahveci 18 değirmenci diye kayıtlarda geçmesine bakarak o kadar sayıdan değirmen ve kahvehane olduğu kesin olmayıp oralarda çalışan kişi sayısı belirtilmiştir, ancak 2 kilise, bir hastane, üç okul, 21 fırın, çok sayıda bakkal, hamam, çamaşırhaneleriyle zengin bir yaşantıya sahip kalabalık bir Rum yerleşmesi olduğunu söyleyebiliriz.

İşgal günleri

1919’da Yunan Ordusu Anadolu’yu işgal ettiğinde bir birlik de Ayasuluğ’a yerleşmiş Şirince’ye gelerek yunan ordusu için asker toplamışlardı. O günleri yaşayan Panoyata Katırcı anılarında; Yunan ordusuna köylülerin 7000 altın toplayıp gönderdiklerini, bunu öğrenen Demirci Mehmet Efe’nin “siz Osmanlının ekmeğini yiyip parasını Yunan’a gönderiyorsunuz, onlara verdiğiniz kadar parayı bize de vereceksiniz, yoksa yakarız Çirkince’yi” dediğini anlatıyor. Köyün ihtiyar heyeti onlara da vermiş parayı. 1922’de cepheden Yunan Ordusu’nun yenildiği haberi geldiğinde köyün Rum halkı ertesi gün yapılacak Panayia Yortusu için hazırlık yapıyordu. O nedenle, Türk askerleri gelecek köyü basacak diye korkularından fırında yemeklerini sofrada tabaklarını bırakarak kaçtılar. Bir gün Şirince’de bir yemek yerseniz düşünün ki o sofralarda Kurtuluş Savaşı yıllarında yemekleri yarım kalmış Rumların izleri vardır.