Uzm. Dr. Derya MENGÜCÜK

Tıp biliminde pek çok hastalığın, özellikle şeker hastalığı, hipertansiyon, kalp-damar hastalıkları gibi kronik hastalıkların tedavisinde ilk öneri “yaşam tarzı değişikliği”dir. Bu öneri beslenme alışkanlığını değiştirmek, yürüyüş ve egzersiz yapmak, kilo vermek, tuzu kısıtlamak ve sigarayı bırakmak gibi tedbirleri içeren ve aslında tüm ilaç ve girişimsel tedavilerden önce gelen ve bunlara uyulması ile tedavi sürecini kolaylaştıran, tedaviye yardımcı olan önemli bir aşamadır. Kişiye hastalığının kendi sorumluluğunda olan kısmını hatırlatması bakımından da önemlidir. Tedaviye katılımı ve hekim ile iş birliği içinde davranmayı gerektirir.

Hastalıkların pek çoğunda doktor tarafından verilen ilaçlar ne kadar etkili, ne kadar iyi olursa olsun hasta tarafından bu önlemler yerine getirilmediğinde tedavi süresi uzar, ilaç sayısı artar, istenilen tam iyileşme ve bunun sürdürülmesi sağlanamaz. Buna en iyi örneklerden biri diyabet, çok bilinen adıyla şeker hastalığıdır. Kişi beslenme şekline, şeker ve belli gıdaları kısıtlı miktarda tüketmeye, yürüyüş ve egzersiz yapmaya özen göstermediği sürece kullandığı tedavi belli bir yere kadar yardımcı olacak, sonrasında ikinci, üçüncü ilaç eklenecek ve bu arada kötü seyreden kan şekeri düzeyleri ile göz, böbrek, kalp gibi organlarda hasarlar meydana gelecektir. Yaşam tarzı değişikliği ile belki hiç, belki de tek ilaçla kan şekeri normal sınırlarda seyredecekken, bu değişikliği yapmayınca bir süre sonra tedavi yetersiz olacak, daha sık doktor ve hastane başvurusu yapmak zorunda kalacak, yaşam kalitesi ve konforu azalacaktır.

Hekimin dahil olamadığı, hastanın kendi iradesinde olan bu ilk aşama çok önemli olsa da, bizim toplumumuzda yeterince benimsenmiş, faydası yeterince kavranabilmiş değil ne yazık ki. Yoğun iş yükü ve kalabalık poliklinik sayıları nedeniyle hekimlerin bunu konuşmaya zamanı olmaması, beslenme ve egzersiz, sigara bırakma konusunda yardımcı destek hizmetlerinin yetersiz kalması sebepler arasında olmakla birlikte çoğunlukla anlatılsa, önerilse bile hastaların bu davranış değişimine uymak istememesi, zorlanması daha çok karşılaşılan nedenlerdendir. Kişinin kendi durumu ile ilgili sorumluluğu üstlenmesi, kararlı ve tedbirli davranması yani üzerine düşeni yapması daha zor olduğundan genellikle ihmal edilmekte, tüm işin şifa verene bırakılması, sadece doktor, ilaç ve diğer tedavilerden sonuç beklenmesi daha kolay olmaktadır. İyileşmenin sağlanamaması halinde kendi eksikliğini inkar etmek, kabullenmek yerine sağlık otoritesini yetersiz, tedaviyi başarısız değerlendirmek daha cazip gelmekte, neticede hem hasta hem hekim tedavinin amacına ulaşamamaktadır.

Talep çok yoğun

Ülkemizde sağlık hizmeti talebinin gerek poliklinik ve acil servis başvuru sayıları gerekse laboratuvar tetkik ve inceleme yoğunluğu değerlendirildiğinde çok yüksek düzeyde olduğu görülmektedir. Bu durum ilaç kullanımı, hastane yatışı ve girişimsel işlemlerde de aynı şekilde gözlemlenmektedir. Acil servislere yıllık başvuru sayısının ülke nüfusunun çok üzerinde olması, ki bu ABD ve Avrupa ülkelerinde ancak toplam nüfusun yarısı veya üçte biri düzeyindedir, bizdeki talebin bir şekilde “aşırılığını” göstermektedir. Yine aynı şekilde birinci basamak hasta başvuru sayıları, laboratuvar, tomografi ve ultrason gibi tetkiklerin rakamlarına bakıldığında halkımızın sağlık hizmetinden yararlanma ve kullanma isteğinin oldukça fazla olduğu söylenebilmektedir.

Şüphesiz sağlık hakkı insanın en temel haklarından biridir. Sağlıklı olmak, kalmak ve tekrar sağlığına kavuşmayı istemek son derece doğaldır. Bu nedenle bu talep tabi ki insani ve normal kabul edilmeli ve bilimsel sınırlar çerçevesinde eşit ve kaliteli olarak karşılanmalıdır. Buradaki çelişki, bu güçlü isteğe karşın, kişinin sağlığı için kendi sorumluluk ve görevleri söz konusu olduğunda görülen çekimserlik, zayıflık ve tutarsızlıktır. Bir taraftan en iyi hastalık ve sağlık bakımı istenmekte, ne gerekiyorsa yapılsın denmekte diğer tarafta kendi yapması gerekenlerden kaçınılmaktadır. Gerek hastalıkların oluşumu gerekse sağaltımında önemli yeri olan değiştirilebilir etmenler için çaba sarf etmek zor gelmekte, sonradan telafisi güç olduğu halde ihmal edilmektedir. Belki de sağlık okur-yazarlığı deneyimsizliğine bağlanabilecek bu durum sağlık hizmeti sunan hekim ve sağlık çalışanlarının da işini zorlaştırmakta, başarı ve motivasyonlarını azaltmaktadır.

Tek seçenek değişim

Sağlık teknolojilerindeki gelişmeler, modern tıbbın imkanları şimdiye kadar tedavinin ilk basamağı olan yaşam tarzı değişikliği yetersizliğini ve yokluğunu bir şekilde telafi etmiş görünmektedir. Yeni geliştirilen ilaçlar, girişimsel metotlar bu eksikliği gidermeye yardımcı olabilmektedir. Tedavisi, çaresi olan hastalıklar için ilk aşama atlanarak kolaylıkla diğerlerine geçilebilmektedir. Fakat bu her zaman mümkün değildir. Şubat 2020'den beri tüm Dünya, Mart’tan beri de ülkemizde hızla yayılan Kovid-19 salgın hastalığında olduğu gibi özgün bir ilaç tedavisi ve aşısına sahip olamadığımız durumlar olabilmektedir. Altı aydır dünyanın birçok ülkesinde birçok araştırma ve çalışma yapılmasına rağmen henüz bu konuda gelişme kaydedilememiştir. Tedavi sadece destek tedavileri ve deneysel şekilde yürütülebilmektedir. Etkin ve özgün bir ilaç veya koruyuculuğu yeterli düzeyde olacak bir aşı bulununcaya kadar böylesi bir salgında elimizde olan tek seçenek “yaşam tarzı değişikliği” dir.

Haziran başından beri yaşadığımız normalleşme sürecinde kısaca maske, mesafe ve hijyen olarak ifade edilen tedbirler, tam olarak henüz diğer aşamaları bulunamamış bir hastalığın tedavisinin birincil aşaması olan yaşam tarzı değişikliği olarak düşünülmelidir. Sağlıklı kalmak, hasta olmamak için bu sefer bu önerilere her zamankinden çok sahip çıkılmalı ve uyulmalıdır. Şu an için sağlık profesyonellerinin yardımcı olabileceği imkanların kısıtlı olduğu unutulmamalı, bu sefer üzerine düşen, elinden gelen mutlaka yerine getirilmelidir.

Yeni normal

Sağlık Bakanlığı'nca her gün ve ısrarla yapılan önlem uyarılarına rağmen vaka sayılarındaki artış halkımızın kendi sorumluluğunu almaya, salgın kontrolünde iş birliği yapmaya, tarz ve alışkanlıklarını değiştirmeye hazır olmadığını göstermektedir. Haziran ayı ile birlikte salgın başlangıcında yapılan zorunlu kısıtlamalar kalkınca eski yaşantımıza dönebiliriz gibi yanlış bir algının oluştuğu görülmektedir. Ekonomik koşullar gereği mecburi olan durumlar dışında geleneksel ve toplumsal alışkanlıklarda da hızlıca bir “eski normal”e dönüş yaşanmaktadır. Salgın yönetimi gereği pek çok alanda “yeni normal” dönem için rehberler ve kriterler belirlendiği halde uyulmamaktadır.

Oysa ki bilimsel gerek ve öngörüler özellikle bu dönemde bunların en önemli ve tek çıkar yol olduğunu yineleyerek vurgulamaktadır. Yani aile ve akraba ilişkileri, gelenek ve görenekler, usul ve adetler dahil çalışma hayatı, eğitim şekli, sosyal alan ve sağlık ihtiyaçları hepsi değişmek, yeni bir anlayış ve işleyiş ile yeniden düzenlenmek zorundadır. Yaşam tarzını değiştirmenin en gerekli ve zaruri olduğu günlerde bulunduğumuz kabullenilmeli, kendimiz, ailemiz, sevdiklerimiz ve yaş olarak hastalık açısından dezavantajlı olan bireyler için bazı alışkanlıklardan vazgeçilmeli, bu farkındalığı artırmak için bireysel olarak da çaba gösterilmelidir.

Tüm dünya kendini bu değişime hazırlarken eskisi gibi devam etmenin, tekrar eskisi gibi olmanın kişinin başta kendisi ve çevresi olmak üzere tüm toplumda telafisi olmayan, son derece üzücü sonuçlara yol açacağı fark edilmelidir. Kendi elimizde olan kısmının sorumluluğu üstlenilmeli, idari mercilerin görev ve yükümlülükleri takip ve talep edilmeli, bilimin öneri ve tedbirlerine uyulmalıdır.

Çözüm ve çare

Dünya’da salgın hastalığın, insanlığa sosyolojik, ekonomik ve siyasi bir değişim ihtiyacını hatırlattığı, belki de dünya düzeninin kökten değişmesi gerektiği söylemleri ve yorumları sıkça dile getirilirken şu anda sağlıklı ve hayatta kalabilmek için somut dayanağımız yaşam tarzını değiştirmektir. Mevcut durumda çözüm ve çare yaşamın değişimidir.

Hatta Kovid-19 salgınının önümüzdeki aylar ve yıllarda nasıl seyredeceği, ne kadar süre devam edeceği konusundaki belirsizlik ve tahminler dikkate alındığında bu değişim belki de bir dönüşüm haline gelmelidir. İnsanlığı tehdit eden virüsle başa çıkabilmek bir dönüşüm ile mümkün görünmektedir. Sonuç olarak pek çok başka hastalık için dendiği gibi burada da benimsenecek söylem, uygulanacak eylem “Sağlık için değişim, sağlık için dönüşüm” olmalıdır.

Derya Mengücük kimdir?

1970 yılında Almanya’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Almanya’da tamamladı. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden 1994 yılında mezun olduktan sonra İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde Aile Hekimliği dalında ihtisas yaptı. Öykülerinden bazıları Kurşun Kalem dergisinde yayınlandı. Evli ve bir erkek çocuk annesidir. Halen İzmir’de Aile Hekimi olarak çalışmaktadır.