EROL SOĞANCI  / 1987-2006 dönemi Tes-İş Sendikası Yatağan Şube Başkanı / 1993-2006 Dönemi Türk-İş Muğla İl Temsilcisi

Bu yaşadığımız gerçek 1 Mayıs’ın önemini daha bir artırdı. Kapitalizmin insanlığa ve dünyamıza iyi gelmediği iyice ortaya çıktı. Ekonomik eşitlik ile bireysel özgürlüğün tesis edildiği, herkesin mutlu olacağı toplumsal bir düzenin zorunlu olduğu çok açık.

Tüm dünyada ilk kez meydanlara çıkılmadı. Bu durum 1 Mayıs’ın önemini ve gelenekselliğini kaybettirmiyor elbette. DİSK-KESK-TMMOB-TTB ve diğer Emek ve Demokrasi güçlerinin oluşturduğu platform 1 Mayıs’ı gündemde tutmak için çaba harcıyor. Güçlü bir eşitlik ve özgürlük mücadelesine her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.

İzmir- Alsancak Meydanındaki ilk 1 Mayıs kutlamasından bu yana 114 yıl geçti tam. 23 Temmuz 1908’de ilan edilen 2. Meşrutiyet, özgürlük ortamını en üst noktaya çıkardı. 1907 ve 1908’den sonra 1909'da 1 Mayıs İstanbul başta olmak üzere İzmir, Ankara, Adana ve Bursa’da işçilerce kutlandı. Bu kutlamalar 1910-1911 ve 1912 yıllarında da devam etti.

1908 ve 1909 yıllarında işçi sınıfı mücadelesi olağanüstü bir ivme kazandı. Çok sayıda iş yerinde ücretlerin arttırılması ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi amacıyla binlerce işçinin katıldığı grev ve işçi direnişleri gerçekleşti. Modern anlamda bu topraklardaki ilk işçi grevi 1872’deki Kasımpaşa Tershane İşçileri Grevi olarak tarihe not edildi.

1908’den önce de; tramvay, demiryolu, maden, inşaat, tütün, liman, mensucat, deri işyerlerinde irili ufaklı grev ve işçi direnişleri olmuştur. Ancak 1908 Temmuz’undan başlayarak 9 Ağustos 1909’da Tatil-i Eşgal Kanunu çıkana kadar bir çok işyerinde binlerce işçinin katıldığı grev ve direnişler gerçekleştirilmiştir. 1908’in özgürlük ortamından işçiler de üst düzeyde yararlanmıştır.

Bizde bazı kesimlerce iş yerleri ve işletmelerin yetersiz, işçi sınıfının zayıf oldığu tartışmaları hep süre gelmiştir. Osmanlı'da da, Rusya, Çin ve Hindistan gibi Asyatik Üretim Tarzı olduğu için Avrupa ve arkasından gelen ABD'deki gelişim izlenmiştir elbette. Mülkün tamamı hanedanın olsa da, askeri ganimet, haraç ve vergiye dayalı bir ekonomik işleyiş söz konusu olsa da dünyadaki ekonomik gelişmelerden Osmanlı da bir şekilde etkilenmiştir.

İstanbul, Selanik, Bursa, Adana gibi kentleşmiş yerlerde tütün-sigara, pamuk-ipek dokuma, zeytin-yağ-sabun, silah-cephane, demiryol, tershane, liman, incir, maden, tramvay, ekmek üretim ve ticareti var.

Kentlerde üretim ve ticaret Ermeni, Rum ve Yahudi tebaasından. İşçiler de onlardan, genellikle sömürenler de onlardan sömüren de.

Demiryolu, liman, maden, zeytinyağ, incir, pamuk işleme ve ticaret şirketleri daha çok İngiliz, Fransız ve Alman menşeili.

Patronlar, burjuvalar var. Artı değerine el konulan işçiler var. Sömüren ve sömürülen var, yani sınıf mücadelesi de var haliyle. Eşitsiz bileşik gelişim yasasının doğası gereği 1917’de Rusya’da olduğu gibi her an sıçramaya hazır bir ortam var yani.

1912’de başlayan Balkan Savaşları ve hemen ardından 1914’te başlayan 1. Dünya paylaşım savaş şartlarında işçi sınıfı mücadele koşullarının kesintiye uğramadığını görüyoruz. Zor koşullarda da olsa 1909-1918 döneminde tespit edilmiş 83 grev var. 1918’de başlayan işgal yıllarında işçi sınıfı hareketinin tekrar canlandığını söylemek mümkün.

 

1921'DE GÖRKEMLİ MİTİNG

1 Mayıs 1921 Türkiye Sosyalist Fırkası öncülüğünde mavi işçi gömleği, kırmızı boyun bağları ve kızıl bayraklarıyla Kağıthane Meydanı’nda görkemli bir miting yapılıyor. Dünyada o dönemin ruhu diyebiliriz. 18 Mart 1922’de; Ankara’da SSCB Büyükelçilik binası bahçesinde çok büyük katılımlı yine dönemin ruhu nedeniyle Paris Komünü anma toplantısı yapıldı. 1 Mayıs 1922’de İstanbul, Ankara, İzmir’de büyük katılımlı, coşkulu mitingler gerçekleşti. 1923 ve 1924 yıllarında da 1 Mayıs kutlamaları yapıldı.

Şeyh Sait İsyanı gerekçesiyle 4 Mart 1925 tarihinde Tahrir-i Sükun kanunu çıkartılarak her türlü toplantı, yürüyüş, grev ve direniş yapılması yasaklandı.

Erken kentleşmiş Ermeni, Rum ve daha sonra Yahudi sermaye sahipleri 1915’te tehçir ve 1912’de 1. mübadele, 1924’de Lozan ile yapılan 2. mübadele ile bertaraf edildiler. Bu sermaye bir şekilde el değiştirdiği gibi genellikle kalifiye işçiler de bu bertaraf edilmeden nasibini almışlardır. Ermeni, Rum ve Yahudi işçiler, emekçiler o dönemin gelişme ve uygulamalarından çok etkilenmişlerdi. Zonguldak ve Kütahya bölgesindeki maden işletmelerinde geçmişten bu yana mahkumların ve yöre köylülerinin askerlik döneminde çalıştırılma uygulamaları görülüyor.

Bazı ağır işlerde de aynı uygulama söz konusu. Yeni nesil, yeni dönem işçi başverir. Geçmişte ABD, Rusya, Çin ve Hindistan'da olduğu gibi bizde de özellikle tarımda ve madencilikte 1923 yılına kadar köle emeği kullanılmıştır.

 

İKİ BÜYÜK GREV

1925 ile 1947 arasında 22 yıllık dönemde kayda değer 2 büyük grev var. Tüm yasaklamalara rağmen 1927 yılında Fransız bir şirkete ait Adana demiryolu işçilerinin çalışma koşullarının düzeltilmesi ve ücretlerin arttırılması amacıyla yaptıkları grev baskı ve yıldırmalara rağmen uzun zaman sürmüştür.

1927 İstanbul liman işçileri grevi en özgün olanıdır. Sorun ücretler ve çalışma koşullarıdır. Polis ve ordu müdahalesi ile bastırılmıştır. Bu olayda 15 işçi ve 5 polis ölmüş, 320 işçi tutuklanmıştır.

1936’da çıkarılan Cemiyetler Kanununda 1923 İzmir İktisat Kongre kararı olmasına rağmen grev ve sendika sözcükleri hiç bahse konu olmamıştır.

1938 Dersim olayları bahane edilerek Cemiyetler Kanununa daha sıkı maddeler eklenerek sınıf esasına dayalı örgütlenmelerin önü tamamen kapatıldı. 1947 yılında 5018 sayılı sendika ve sendika birlikleri hakkında kanun ike sendikaların dernek niteliğinde kuruluşu sağlandı.

Bugün faaliyette olan büyük sendikaların çoğunun kuruluş yılı 1947’dir.

TÜRK-İŞ 1952'de kuruldu. Sonraki sendikaların kuruluşu 1963 ve sonrasıdır.

İlk örgütlenmeler; tekstil, maden, inşaat, gıda (tekel-tütün-sigara) şeklinde sıralanmıştır.

Sendikal örgütlenmelerin yasak olduğu dönemde işçiler Yardımlaşma Sandıkları, tüketim ve yapı kooperatiflerinde örgütlenmişlerdir. 55 sendika, dernek, birlik, 99 tüketim kooperatifi, 9 yapı kooperatifinde örgütlülük var. Sendikalar bu örgütlenmelerin üzerinden oluşuyor demek çok yanlış olmaz.

 

DEMOKRAT PARTİ SÖZÜNÜ TUTMADI

Tek partili dönem bitip çok partili döneme geçtikten sonra Demokrat Parti muhalefette iken grev ve toplu iş sözleşme sözü verildiği halde bu konuda verdiği sözü yerine getirmedi. 1950-60 döneminde iktidar tarafından denetim altına alınmış bir hareket ve Türk-İş var.

1960 ihtilali döneminde de ihtilalcilerin kamuoyu desteği almak için göstermelik de olsa köylüye toprak, işçiye toplu sözleşmeli grev hakkı vaatlerini afişe dönüştürdüğünü görüyoruz. Ancak bu vaatler sözde kalıyor.

1961 yılının son günü 31 Aralık 1961 tarihinde Türkiye İşçi Sınıfının ayağa kalktığı gün olarak bilinen ‘Saraçhane Mitingi’ ve hemen ertesinde yapılan izinsiz Kavel Grevi sonrasında yasal düzenlemeler ile ilgili çalışmalara hız verildi. 15 Temmuz 1963’te 274 sayılı Grev ve Toplu Sözleşme 275 sayılı Sendikalar Kanunu yürürlüğe girdi.

MESS’e karşı Maden-İş’in ve Kristal-İş Paşabahçe’ye karşı vermiş olduğu mücadelelerin, TÜRK-İŞ tarafından desteklenmemesi bardağı taşıran damla oldu. Sendikal anlayış farkının uçurumlaşması nedeniyle 13 Şubat 1967 tarihinde Türk-İş’ten ayrılan beş sendika Maden-İş, Basın-İş, Lastik-İş, Türk Maden-İş ve Bağımsız Gıda-İş sendikları DİSK’i (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) kurmuştur.

Türk-İş 1967 yılında, 10 yıl sonra DİSK’e genel başkan olacak Genel-İş başkanı Abdullah Baştürk başkanlığında işçi sınıfı ve sendikal mücadele karneleri pek de iyi olmayan Şevket Yılmaz, Şerafettin Akova, Kemal Özer ve İsmail Aras’tan oluşan DİSK’le mücadele komitesi oluşturur.

1968 yılına gelindiğinde işçi, emekçi, öğrenci gençlik rüzgarı bizde de kuvvetli esiyor. 1968-69 yılları, iş yerleri ve fabrikalar için işgal yıllarıdır. Bunların başlıcaları Derby, Kavel, Demir Döküm, Emayetaş, Alpagut Kömür İşletmelesi, Akis Dokuma, Deniz Nakliyat, Altınel Pres, Bell Kimya, Yarımca Seramik. İşyerleri genellikle DİSK’in örgütlü ya da örgütlenme çalışması yaptığı yerlerdir.

1969 yılında Türk-İş’in pek gündeme almadığı 1 Mayıs’ı DİSK ilk kez bir bildiri ile kutlar.

'İktidarın değil halkın polisi olacağız' diyen Polis Boykotu örgütlenir.

10 Aralık 1969’da TÖS’ün (Türkiye Öğretmenler Sendikası) 4 günlük boykot kararına 70 bin üyesi olmasına rağmen 109 bin öğretmen katılır. TÖS’ün 15 Temmuz 1968’de yaptığı 1 günlük boykot kararına 21.400’ü öğretmen olmak üzere 40 bin kamu emekçisi katılmıştı.

Türk-İş dönemin ruhuna uygun şekilde aktifleşmek ve işçinin gazını almak için 24 Ağustos 1969’da Sosyal Sigortalar Hakkı için ilk mitingi yaptı.

15-16 HAZİRAN BÜYÜK İŞÇİ DİRENİŞİ

DİSK’in büyüyüp gelişmesi, işçiler içerisinde güven ve itibarının artması üzerine sermaye sahipleri ve o dönemin temsilcisi AP bir kanun teklifi hazırlayarak DİSK ve DİSK’e bağlı sendikaları etkisiz ve yetkisiz hale getirecek, işçilerin kazanılmış sendikal haklarını budayacak 20 maddelik 1317 sayılı kanunu hazırlayıp komisyondan geçirdi. Komisyonda Abdullah Baştürk ile beraber Şevket Yılmaz ve Enver Turgut vardı. CHP ve AP’li vekilleri onayı ve TİP milletvekillerinin karşı çıkmasına rağmen bu yasa meclisten geçti.

DİSK ve bağlı sendikaların iş yerlerinde toplantılar yaparak kararlar almaya çalıştı. Amaçları miting düzenlemekti, meşru tepki göstermekti. Süreç bu şekilde işlerken insiyatif DİSK ve sendikaların elinden çıktı. Doğal olarak ortaya çıkan işçi önderleri ile 15 Haziran günü 70 bin, 16 Haziran günü 150 bin işçi iş bırakarak İstanbul’da dalga dalga yollara döküldü. İzmit’te de işçiler Ankara yolunu kapatarak İstanbul’a doğru yola çıktılar. Devlet bu işçi sınıfı dalgasını durdurmakta zorlandı. Yürüyüşte işçiler polis ve askerle çatıştı. 2 işçi, 1 polis, 1 esnaf hayatını kaybetti. DİSK Genel başkanı Kemal Türkler radyodan konuşma yaptı. Yasanın geri çekileceği sözünü açıkladı. 2 gün süren büyük ayaklanma yasa değişikliğinin çok ötesinde bir nedenle yapılıyordu. İşçiler topyekün sömürü düzenine başkaldırmış ve ayaklanmıştı. 

15-16 Haziran direnişine önderlik eden öncü 5000’in üzerinde işçi işten atıldı. DİSK ve TÜRK-İŞ bunun için ise bir şey yapmadı. Bazı kesimler katılmış ve destek vermiş olsalar da, 15-16 Haziran bir işçi hareketi, işçi kalkışması, işçi sınıfının sınıfsal atılımıdır.

15-16 Haziran işçi hareketine; tespitlere göre, 168 iş yerinden işçiler katılmıştır. 168 iş yerinin 121’inde TÜRK-İŞ’e  bağlı sendikalar, 47’sinde ise DİSK’e bağlı iş yerlerinden işçiler katılmıştır. Ezici çoğunlukla TÜRK-İŞ üyeleridir. Bu da gösteriyor ki, mesele yasa filan değil sömürü düzeni. Bu toprakların 150 yıllık işçi sınıfı mücadele sürecinde ne öncesinde ne de sonrasında 15-16 Haziran direnişine ulaşan başka da bir sınıf hareketi olmamıştır. 15-16 Haziran halen özgünlüğünü korumaktadır. Onu yaratanlar binlerce selamı hakediyorlar. Hemen sonrasında 12 Mart 1971 muhtırası ile dönemin Genel Kurmay Başkanı Mehduh Tağmaç ‘Sosyal uyanış, ekonomik gelişmeyi geçti' sözü ile 15-16 Haziran’ı sermaye açısından özetlemiş oldu.

1970'Lİ YILLAR...

Özellikle 1974’ten sonra gerek işçi sınıfı gerekse toplumsal mücadeleler açısından atılımların olduğu yıllar diyebiliriz. Pek kaale alınmayan 1 Mayıslar ilk kez TSİP öncülüğünde büyük bir salon toplantısı ile kutlandı. 1976’da İstanbul Taksim’deki 1 Mayıs büyük ve görkemli bir miting ile 2. kez sermayeye gözdağı verir haldeydi. 1977 1 Mayıs’ı yine görkemli şekilde kutlandı. 34 kişinin ölümüne neden olan provakatörlerce kana bulandı. 1978 yılında son kez İstanbul Taksim Meydanı’nda çok büyük bir miting ile 1 Mayıs kutlandı. 70’li yıllar işçi sınıfı ve sendikaların çok güçlendiği bir dönem oldu.

1978 yılında DİSK’in kapatılması için aktif rol alan Abdullah Baştürk sendikası Genel-İş ile birlikte Türk-İş’ten ayrılarak DİSK’e geçti. İlk DİSK Genel Kurulunda da genel başkan seçildi. Bu Abdullah Baştürk için çok ironik bir hareketti, bununla ilgili de çok polemik yapıldı. Gerek Abdullah Baştürk gerekse Kemal Türkler hiç bir zaman sosyalist olmadı. Her ikisi de sosyal demokrat ve etkili sendikacılardı. Özellikle Abdullah Baştürk’ü yönlendiren ve denetleyen bir mekanizmaya bağlı değillerdi. Reel ortam neyi gerektiriyorsa o şekilde davranıyorlardı. Hemen hemen tüm belediye işçileri Genel-İş’te örgütlüydü. Üyeleri sınıf bilinci ve eğitimi, birlikte çalıştığı ekip arkadaşları ve dönemin siyasi konjoktörü yönlendiriyordu. Bu koşullarda Abdullah Baştürk’ün savrulmalar yaşamasını doğal karşılamak gerekir. Abdullah Baştürk önce TÜRK-İŞ adına DİSK’in kapatılması için aktif rol aldı, sonra DİSK’e genel başkan oldu. 12 Eylül faşist askeri darbe döneminde 4 yıldan fazla tutuklu kalıp 146/1 maddesinden idam ile yargılandı, mahkemeye ‘Sen ancak benim ceketimi asarsın’ diyecek kadar tutarlı davranmıştır.

70li yıllarda çok sayıda grev ve işçi direnişi var. En etkili olan Yeni Çeltek kömür işletmelerinin Yeraltı maden işçileri sendikası genel başkanı Çetin Uygur önderliğinde el konulup işçilerce işletilmesidir. DİSK’in 1975-76-77 yıllarında; 
DGM Karşıtı Miting, direniş ve eylemleri, keza 141-142 maddelerinin kaldırılması, DGM’yi ezdik sıra Mess’de sloganında somutlaşan hedef eylemler etkili olmuştur. 
1978 yılında İstanbul Üniversitesi girişine atılan bomba ile 7 öğrencinin öldürülmesi üzerine DİSK’in 20 Mart 1978’de 2 saat iş bırakması etkili eylemlerdendir. 
Kahramanmaraş olaylarını protesto etmek amacıyla yarım günlük iş bırakma eylemi yapılmıştır.
1980 yılında DİSK eski genel başkanı Kemal Türkler’in katledilmesi sonrası 1 günlük iş bırakma eylemi gerçekleştirilmiştir.
24 Ocak istikrar kararlarının da etkisi ile 1980 yılı grevler yılı oldu. 12 Eylül geldiğinde 52 bin işçi grevde idi. 

12 Eylül’ün; her ne kadar huzur ve istikrarı sağlamak iddiası ile geldiği söylense de başta DİSK ile bağlı sendikalar, işçi sınıfı sendikal haklar ile toplumsal mücadele yapanların üzerinden silindir gibi geçti. Çok bedeller ödendi 12 Eylül’de. İşçi sınıfı hareketi bastırıldı, sindirildi. 

Tüm baskı ve yıldırmalara karşı Bağımsız LasPetKim-iş 1984 yılında yüzde10’luk iş kolu barajını aşmayı başardı. 

1986 Kasım’ından 1987 Şubat dönemini kapsayan 4 aylık Netaş Grevi ile Otomobil-iş sendikası işçi sınıfı açısından önemli bir dönemeç olmuştu. 

1987-88 dönemlerinde yemek  boykotu, toplu vizite gibi gaz almaya yönelik eylemler yapıldı.

1988 SEKA Grevi ise önemli bir  süreçti. 

1989  BAHAR EYLEMLERİ

İşçi baharı – kırılma yarattı.
Ekonomik koşulları çok bozulmuş işçilerin baskısı sonucu eylemler yapmak zorunda olan TÜRK-İŞ yönetimi
- İş yavaşlatma
- Toplu viziteye çıkış
- Servis araçlarına binmeme
- Ara dinlenmelerin tam kullanılması
- Yalınayak yürüyüşler
- İşyerini terk etmeme
- Açlık grevi
- Sakal bırakma
- Toplu dilekçe verme
- Toplu telegraf çekme
- Avans reddetme
- İşverenin talimatlarına uymama gibi eylemlere yöneldi.

89 İşçi Baharı sonucu TÜRK-İŞ’e bağlı 720 şube yönetiminin 388’i değişti. 34 sendikadan 15 sendika genel başkanı değişti. 197 genel merkez yöneticisinden 97’si değişti.  Türk-iş ve sendikalar sarstı.
3 Ocak 1991, 1 gün işe gitmeme eylemi, 4-8 Ocak 1991’de Zonguldak maden işçilerinin 100 bin kişilik Zonguldak-Ankara yürüyüşü 1980 sonrası hatta denilebilir ki 15-16 Haziran’dan sonraki en kitlesel ve etkili eylemdi, daha doğru yönetilebilirdi.
Paşabahçe cam fabrikası işçilerce işgal edildi.
1989-91-93 döneminde yapılan toplu sözleşmelerle kamu işçilerinin ücreti ve ekonomik koşulları çok iyileşti. 
Yeni bir süreç oluştu, sendika örgütlülük kapsamı dışında taşeronluk başlayıp gelişti. 
İstanbul Türk-iş ilk kez Abide-i Hürriyet Meydanı'nda 1 Mayıs mitingi yaptı.
1994’te başta TÜRK-İŞ, HAK-İŞ, DİSK, KESK, TMMOB, TTB olmak üzere 27 örgüt tarafından Demokrasi Platformu adı altında bir örgütlenme oluşturuldu. 
24 Nisan 1994 – Ankara – İşsizlik ve pahalılıkla mücadele mitingi
26 Kasım 1994 Meclise yürüyüş 
5 Ağustos 1995 – Ankara – Emeğe saygı mitingi
5 Ocak 1997 – Ankara – Türkiye’ye sahip çık Demokratikleşme için mücadele et mitingi 
1998 Emek platformu Ankara Mitingi yapıldı.

Özellikle Petrol-İş olmak üzere, Seluloz-İş ve diğer bazı sendikaların özelleştirme karşıtı mücadelesinden sonuç alınamadı.
Bunların dışında işçi sınıfı mücadelesi gerileyip sönümlenirken özellikle özelleştirmeye karşı dinamik, militanca mücadele eden uzun yıllar farklı bir görüntü veren ve taktir toplayan “Yatağan işçi sınıfı Direnişi” ni de tarihe not düşmek gerekir.

Sonuç; 
İşçi sınıfı açısından en özel günlerden olan 1 Mayıs’ı pandemili ortamda karşılıyoruz. Eşitsizlik ve sömürü devam ettiği sürece buna karşı mücadeleler bu güne kadar olduğu gibi bundan böyle de olacaktır. 1 Mayıs’ta alanlarda olmasak bile onu kutlamanın, 1 Mayıs’a sahip çıkmanın yolların aranacak elbet. Nasıl 23 Nisan kutlanıyorsa 1 Mayıs da kutlanacaktır.
Haydi her fırsatı değerlendirerek balkondan, pencereden, sosyal medyadan yoksulluk, işsizlik ve pahalılığa karşı eşitlik ve özgürlük için marşlarımız, alkışlarımız, tencere ve tavalarımızla 1 Mayıs’ı kutlamaya!