Hazırlayan/ Şükran KORALTAN (Arkeolog / Yazar)

Amazon kraliçesi Smyrna olarak, beni can kulağıyla dinlediğinizi düşünmek istiyorum. Bu yüzden kendimi ve sevdiklerimi anlatmaya devam edeceğim. Bana ya da dostlarıma dair bilmediğiniz ne çok şey var aslında. Anlatıcı rolünü üstlendiğim halde, kelimelere dökemediğim o kadar çok şey var ki! Mesela sizlere, incisi olduğumu söylediğiniz Ege'den ya da aramızda en çapkınımız olan Phokaia'dan hiç bahsetmedim değil mi?

"Öyleyse iyi dinleyin beni!"

***

Derler ki; bir insanın gücü, dalgalara meydan okuyabilme cesaretine sahip yüreğinde gizlidir. Dalgalara hükmetmeyi başarabilen biri, her şeyin efendisi olur. Doğrudur bu söylenen, çünkü toprak gibi değildi deniz. O, sahip olduğu her şeyi, bir bedel karşılığında sunardı insanlara. Bu yüzden Poseidon'un hakimiyetinde yaşayan Ege ve kardeşi olan tüm denizler, insanlara karşı takındıkları tavırda ağız birliği etmişcesine hareket ederlerdi. Onların ortak noktada buluşmalarını sağlayan şey, doğdukları andan itibaren insanlara karşı eğitilmeleriydi. Aldıkları eğitim boyunca, insanlara dair öğrendikleri en önemli şey, onların bitmek bilmeyen bir heves ve doyumsuzluğa esir olmuş ruhlarla yaşadıklarıydı. Varlığında yaşattığı ne varsa vermesine rağmen insana bir türlü yetemeyen toprak ise, onlar için en büyük ibretti. Toprağın anaçlığı karşısında istediği her şeye kolayca sahip olan insan, Ege Denizi'yle tanıştığında, onun da aynı şekilde davranacağını düşündü. Ancak bir şeyi hesaba katmadı: Tüm denizler gibi Ege'de, toprak tarafından şımartılan insana karşı oldukça hazırlıklıydı ve insanın güvenilebilir bir tür olmadığını çok iyi biliyordu. Var olan tüm duyguları benliğinde yaşatabilen insanın, sevgisiyle yaşattığı bir şeyi nefretiyle öldürebilme gücünü gören Ege, isteği konusunda hamle yaptıkça geri çevirdi insanı. Sürekli almaya alışmış insan, reddedilme karşısında ne yapacağını bilemeyince önce kızdı, ancak sonra Ege'yi iyi tanıması gerektiğini anladı. İnsan, onu tanıyabilmek ve anlayabilmek uğruna pek çok kayıp verdi, ama sonunda bunu başardı.

Kendi türünün dişisi gibiydi Ege. Bu yüzden onu en çok erkek fethetmek istedi. Çünkü erkek biliyordu ki, kalbi fethedilen bir kadın gibi deniz de fethedildiği takdirde, dünya ayaklar altına serilecekti. Ancak onu fethetmek kolay değildi. Narin ve kırılgan görünmesine rağmen, güçlü ve acımasızdı Ege. Sonsuz bir huzura ve sakinliğe sahip olan dalgalarının ardı öfkeyle çevriliydi. Ve ne yazık ki, mavisiyle ortaya saçtığı güzelliğin her tonunu görebilmek ve sert esintilerle gelen kokusunu duyabilmek, her erkeğin göze alabileceği bir şey değildi. Bu sebepledir ki, tıpkı kadınlar gibi sadece cesur olanlara kalbini açtı Ege. Onu seven, onu anlayan; kokusunda, tadında ve dalgasında gizlediği ne varsa bulup çıkaran kişilere, tıpkı toprağın yaptığını yaptı ve varlığında can bulan her şeyi onların önüne serdi.

***

"Biliyorum, sizler de denizler içinde en çok Ege'yi sevdiniz. Tıpkı bizler gibi... "

Benim ve dostlarımın en büyük şansı olan Ege'nin sevgisini kazanmak ve onun tarafından kutsanmak, bizim için en büyük lütuftu. Çünkü, onun güzelliğinin yansıması sayesinde, hem ben hem de dostlarım eşsiz bir değere sahip olmuştuk.

Ege'nin lütfuna erenler arasında bulunan diğer bir dostum da güzel Phokaia'ydı. Sizlerin deyimiyle Foça... Kaçınız onu tanıdı ya da kaçınız varlığından haberdar bilemiyorum, ama şunu bilin ki; onun insanı hem cezbeden, hem de korkutan bir yanı vardır. Neden mi? Çünkü öylesine gizemli bir güzelliğe sahiptir ki, onu gördüğünüz ilk anda büyüsüne kapılırsınız. Hem kaçmak istersiniz ondan, hem de ebediyete dek yanında kalmak istersiniz. Tanrılar tarafından büyük bir cömertlikle bahşedilmiş güzelliği yetmezmiş gibi, denizlerin en naifi Ege'nin de kayırmasıyla, insanı ikilemlerin zorbalığına maruz bırakırdı Phokaia. Kıyılarında yer alan ve cazibesinin en büyük temsilcisi olan gösterişli "Siren Kayalıkları"nda fokların yaşamasına izin veren Phokaia, kayalıklarında şarkı söylemeyi seven sirenlerin, denizcileri deliliğe ve ölüme sürüklemesine de göz yumardı. Bunu neden yapardı diye sormayın, çünkü sebebini biz de bilmiyoruz.

Sirenlerinin, Ege'nin maviliğine yelken açmış denizcilerin hem rüyası hem de kabusu olması, hoşuna gidiyordu belki! Belki de sadece çok sevdiği sirenlerin şarkılarını dinleyebilmek uğruna, sebep oldukları felaketleri göz ardı ediyordu. Bilemiyorum. Bildiğim tek şey, sirenlerin şarkılarını durmaksızın söylediği ve sayısız denizcinin, onların şarkılarının büyüsüne kapılarak kendi ölümlerine yelken açtığı... Güneşin parıltılarıyla kayalıklarda güneşlendiklerinde, bir geminin yaklaştığını görmek yeterdi onlara. Yumuşacık sesleri öylesine tatlı ve öylesine davetkar sözlerle çağırırdı ki aşıklarını, onların sesiyle ve şarkılarıyla kendinden geçen denizciler, bir an bile vakit kaybetmeden hızlıca sese yönelirdi. Sirenler'in büyüsüne kapılan denizciler, bazen kayalıklara çarpan gemilerinin içinde, kulaklarında büyülü ezgiler ve kalplerinde ateş misali yanan aşkları yüzünden, bazen de iflah olmaz bir tutkunun esiri olup, kayalıkları terk edememeleri yüzünden ölümle tanışırdı. Denizci olup da, Phokaia kayalıklarında şarkılar söyleyen sirenlerin sesinden etkilenmeyen yoktu ve ne yazık ki, onların büyülü sesine kapılmayan çok az gemi vardı.

***

"Sizler Odysseus'un kim olduğunu bilir misiniz? Yıllarca süren ve Ege'nin canını en çok yakan savaşlardan biri olan, Truva Savaşı'nın neticelenmesini sağlayan Odysseus'u tanır mısınız? Savaşın Akha ordularının zaferiyle sonuçlanmasını sağlayan Odysseus'un, parlak zekasının ve kurnazlığının eseri olarak anlatılan tahta atın, bizim için bir yalanın ve hilenin sembolü olduğunu bilir misiniz?"

Bilmeyenleriniz için anlatayım: Onurlu olmayan bir taktiğin yaratıcısı olan Odysseus, yaptığının karşılığı olarak, Poseidon'un ve Athena'nın lanetiyle cezalandırılmış biriydi. Türlü belalarla sınandığı eve dönüş yolculuğunda, onu bekleyen sıkıntılardan biri de, gemisiyle Phokaia açıklarında bulunan Siren Kayalıkları'ından geçme zorunluluğuydu. Bu Odysseus için oldukça endişe edici bir durumdu. Çünkü, Odysseus sirenleri ve onların büyülü şarkılarına dair olan söylentileri biliyordu. Bu yüzden yolculuk boyunca sirenlerin büyülü seslerinin kurbanı olmadan kayalıklardan nasıl geçmesi gerektiğini düşünüp durdu. Ancak Odysseus öylesine şanslıydı ki; yolunda giden talihi sayesinde, Tanrıça Kirke'den Sirenler'e karşı nasıl bir tutum içinde olması gerektiğini öğrenmişti.

Gemisi kayalıklara doğru yol alırken, Odysseus'un yaptığı ilk şey mürettebatının kulaklarını balmumu ile tıkamak oldu. Adamlarının ölümüne bu şekilde engel olmaya çalışan Odysseus, kendi ölümünü engelleyebilmek için de, önce kendisini gemi direğine sıkıca bağlattırdı, ardından ağzını süngerle kapattırdı. Aldığı bu önlemler sayesinde mürettebatı, tatlı nağmeleriyle onları baştan çıkarmaya çalışan Sirenlerin seslerine karşı sağır kalacaktı. Kendisi de ağzı kapalı ve gemiye bağlı olduğu için mürettebatına emir veremeyecekti. Odysseus'un gemisi kayalıklara yaklaştığında, öylesine güzel bir ses şarkı söylemeye başlamıştı ki, tüm yaşamı boyunca böyle bir sesin varlığını ilk defa duymuştu Odysseus. Mırıldanan her söz, sesin tınısıyla birleşiyordu ve Odysseus geçen her saniye boyunca, sirenlerin çekim alanına biraz daha giriyordu. Deli gibi bir arzunun tüm bedenini sardığını hisseden Odysseus, hemen bağlarından kurtulmak istedi. Ancak öylesine sıkı bir şekilde bağlanmıştı ki direğe, kurtulması imkansızdı. Telaşla konuşmak istedi, ama bunu da beceremedi. Ağzı bağlıydı ve gözleriyle yaptığı hiçbir hareketi mürettebatı anlamıyordu.

Sirenlerin sesindeki coşku ve şehvet arttıkça Odysseus delirecek gibi oluyordu, ancak çaresizce inlemekten başka bir şey yapamıyordu. Odysseus'un keskin zekası, sirenlerin sesinde kaybolmuştu adeta. Ne yaparsa yapsın, sihirli şarkıların tesirinden kurtulamıyordu. Dayanılmaz bir arzunun çırpınışlarıyla titreyen bedeni, gemi kayalıkların arasından süzülüp geçinceye kadar çırpınmaya devam etti. Ve nihayet kayalıklar aşıldıktan sonra, Odysseus kendine gelmeye başladı. Onu böylesine çılgına çeviren sesler gerçek miydi bir türlü inanamıyordu. Odysseus, onu baştan çıkaramamanın verdiği öfkeyle haykıran sirenlerin çığlıklarını duyunca, dinlediği büyülü ezgilerin sebep olacağı, şehvetle sarılı bir ölümden kıl payı kurtulduğunu anlamıştı.

***

Anlatıcı olarak sizlerden bir şey isteme hakkım olsaydı eğer, bahsettiğim hikayelerin geçtiği yerleri benim sözlerimle yeniden görmenizi isterdim. Odysseus'un kurtulduğu ama yüzlerce denizcinin, kendi arzularıyla ölüme sürüklendiği "Siren Kayalıkları"na gittiğinizde, sizden köşe bucak kaçan zamanı yakalayabilmenizi, kulaklarınızda sürekli olarak duyduğunuz telaşın fısıldamaları yerine, sirenlerin insanı çılgınlığa sürükleyecek kadar güzel olan şarkılarını işitmenizi isterdim.