Yazan/ Pınar SÖZER (Tarihçi / Yazar)

Osmanlı Anadolusu’nda ilk demiryolu İzmir-Aydın arasında yapılmıştı. Demiryolunun yapımına kadar deve kervanları ile sağlanan taşımacılık, zaman alan ve üreticiyi zarara uğratan bir ulaşım sistemiydi. İncir ve üzüm gibi çabuk bozulabilen gıdaların nakliyatında, yavaşlığından dolayı ortaya çıkan zararın yanı sıra, uzun ve yorucu bu yoldaki eşkıyalık olayları da üreticiyi, tüccarı ve kervan sahibini ciddi kayıplara uğratmaktaydı. Ancak Osmanlı İmparatorluğu, demiryolu yatırımını karşılayabilecek sermayeye sahip değildi. Mayıs 1857’de “The Ottoman Railway From Smyrna to Aidin” (İzmir’den Aydın’a Osmanlı Demiryolu) adı ile kurulan İngiliz şirketinin 22 Eylül 1857’de Alsancak’ta yapılan büyük bir törenle başlattığı inşaat, 1 Temmuz 1866’da demiryolunun Aydın’a ulaşması ile tamamlandı. Punta (Alsancak) Gar’ından sonra hat üzerindeki en büyük istasyon Selçuk’a yapılarak 8 Ekim 1862’de açıldı. ilk açıldığında adı Efes Tren İstasyonu’ydu. Efes Antik Kenti’nde yapılan kazılar sonucu ortaya çıkan eserlerin çoğu Efes İstasyonu’ndan vagonlara yüklenerek buradan Punta İstasyonu’na naklediliyor ve oradan da gemilere yüklenerek yurt dışındaki müzelere gönderiliyordu.

Gezgin Hermann Scherer, 1865’de yazdığı gezi notlarında; “İzmir-Aydın demiryolunun Ayasuluk’a kadar olan bölümünün açılmış olması, antik dönemin parlak kentinin kalıntılarını ziyaret etmek konusunda büyük kolaylık getirmiştir. Önceden böyle bir yolculuk zaman ve emek gerektirdiği gibi, iyi bir at ve sağlam bir vücut gerektirmekteydi. Bir gün gidiş, bir gün konaklama ve bir gün de dönüş olmak üzere üç gün alan bu ziyaret; demiryolu sayesinde, üç saat gidiş, yedi saat kalıntılar arasında gezinti ve akşam İzmir’e dönüş olmak üzere bir günde gerçekleşmektedir” diyordu. Demiryoluyla birlikte Efes Antik Kenti kazılarının da başlamasıyla fotoğraf ve tarihi eser meraklıları bölgeye akın etti. Kısa sürede İzmir’deki fotoğraf stüdyoları Efes ile ilgili hatıra kartları bastırmaya başladı. Yeni keşfedilen eski medeniyetlerin izleri Avrupa’da duyuldukça, maceraperestler, gezginler bu küçük kasabada konaklamak ve bölgeyi gezip görmek istediler ve oteller açıldı. Böylece turizm, ayak izlerini Selçuk topraklarına bırakmaya başlamış oldu.

En büyük ticaret merkezi

Efes, önceleri Frigler'in ana tanrıçası Kybele’nin hâkim olduğu yerdi. Artemis kutsal alanının kökleri İyonyalılar’ın öncesine dayanmaktaydı başka bir deyişle. İyonlar bölgeye geldiklerinde Artemis Tapınağı’nın bulunduğu yerde Kybele’ye ait kutsal alan ve kutsal bir ağaç bulunmaktaydı. Bu alan uzun bir süre böyle kullanıldı, ardından ise taş duvarlar ve tahta sütunlarla bir tapınak kuruldu. Buraya yerleşen Yunanlılar Efes bölgesini tek bir Tanrıça altında birleştirmek istiyorlardı. Bunun için de Zeus ve Leto’nun kızı olan Bereket Tanrıçası Artemis’i seçtiler ve hem Yunanlılara hem de Yunanlı olmayan yerel halka onu birleştirici bir sembol olarak kabul ettirdiler. Tapınak, M.Ö. 356’da yakılınca mermerden yeniden inşa edildi. M.Ö. 550’de Lidya kralı tarafından yenilenirken Efes’teki bir kentin ve tapınak alanının kontrolünden daha fazlası planlanmıştı. Kutsal alanın yeniden düzenlenmesiyle, yalnızca büyük bir tapınak değil, aynı zamanda Batı’ya yönelik yeni bir kült ve ziyaret merkezi elde edilecekti. Efes şehrinin saygınlığı, şehir tanrıçası Artemis ve Artemis’in kutsal alanından kaynaklanan şöhretiyle yakından ilgili idi. Böylece Artemis, ekonomik, kültürel ve dinsel merkez olarak İyonya’nın sınırlarını aşarak Antik Çağ’ın her döneminde çok daha geniş alanlara yayılmış dini ziyaret merkezi oldu. Aynı zamanda Artemis, Efes için ekonomik de bir güçtü. Artemision’da yapılan kazılarda ele geçirilen 114 Elektron Sikke’nin basım yeri olması, Artemis Tapınağı’nın aynı zamanda Anadolu’daki en büyük banka ve ticaret merkezi olduğuna da işaretti. Yapıldığı zamandan beri dünyanın dört yanından çok fazla ziyaret almıştı. Yüzyıllar boyunca Artemis Tapınağı, Efes’in sembolü ve antik dünyanın her yerinden gelen meraklıların ve turistlerin uğrak yeriydi. Efes artık antik dünyanın turizm başkenti olmuştu. Tapınağın gümüş kopyaları da hatıra eşya olarak ziyaretçilere satılıyordu. Agora, Artemis ve tapınak ile ilgili altın, gümüş adak heykelcikleri, hediyelik eşya satıcılarıyla doluydu. Tanrıçanın heykelciğini alıp evindeki bir nişe yerleştirip orayı ibadet alanı yapan çok ziyaretçi vardı. Aziz Paulus Efes’teki Artemis inancını putperestlik olarak tanımlayıp Hıristiyanlığı yaymaya kalkıştığında amfi tiyatroda, tapınak ve Artemis inancı sayesinde geçimini sağlayan kişiler büyük bir isyan başlatmışlardı. İnsanların ona karşı beslediği inancın çok güçlü olmasına karşın, Artemis’ten Hıristiyanlık’a geçişin mümkün olmasını sağlayan ise Artemis’in yerini Meryem Ana’ya bırakması oldu.

Dini turizm merkezi

Hz. Meryem’in 431 yılında Efes’te toplanan konsülde “Theotokos” yani Hz. İsa’nın annesi olarak kabul edilmesi, büyük pagan ana tanrıçalığına ait haç kültürünün Meryem Ana Haccı olarak devam edeceğini gösteriyordu. Kendi adıyla anılan İncil’in yazarlarından olan St. Jean Theologos yani Yuhanna, Meryem Ana ile birlikte M.S. 37-48’de Efes’e gelmiş ve burada yaşayıp ölmüş son yıllarını geçirdiği, İncil’i yazdığı Ayasuluk Tepesi’nde gömülmüştü. Bu tepede yapılan anıt mezarın üzerine Bizans İmparatoru Justinianus döneminde, mezarı da içine alan bir kilise yaptırıldı. 7. yüzyıldan itibaren Efes halkı, Ayasuluk Tepesi ve kale çevresinde yaşamaya başladı. Böylece, Efes’in dini turizm merkezi olması Orta Çağ boyunca da Hz. Meryem ve Yuhanna sayesinde devam etti. Ayasuluk Hristiyan hacıların, gezginlerin uğrak yeriydi artık. Her zaman, herkes tarafından Efes adı bilinen bir yerdi. Küçük Asya’da başka hiçbir şehir Efes gibi tarihinden ve anıtlarından dolayı bu kadar ziyaret edilmemişti. 1843, 1848, 1867 yılları Avrupalı gezginlerin doğu ziyaretlerinin fotoğraflandığı, gezi yazıları ve kitaplarının oluştuğu yıllardı. Efes fotoğrafları bu tarihlerde Avrupalı gezi meraklılarının eline geçmeye başladı. 1870’li yıllar İzmir’in ünlü fotoğrafçısı Rubellin, Efes kazıları hız kazandıkça büyük boy manzara resimleri çekmeye başladı.

1866’da tamamlanan Aydın- İzmir demiryolu sıtma yuvası haline gelen Ayasuluk’un yazgısını yeniden değiştirdi. Demiryolu inşaatında çalışan mühendis John Turtle Wood, British Museum’un desteğini alarak Artemis Tapınağı’nı arama kazılarını başlattı.1869’da kalıntılara ulaşıldığında Artemis’in Ayasuluk’u bir kez daha turizmin cazibe merkezi yapacağı belli olmuştu. Alman yayıncı Karl Baedeker 1801-1859 yılları arasında dünyanın en iyi gezi kitaplarını yayımlıyordu. Tüm dünyada gezilecek yerlerin listesini içeren almanak diye bilinen bu yayımların her yıl baskısı yenilenir, açılan oteller kahvaltı ücretleri, yeni gezilecek yerler güncellenirdi. Efes’e gelecekler için bu kitaplar çok büyük referans oldu. Efes haritasının da bulunduğu bu almanaklarda Ephesos Otel, Huck Otel, Kaystros Restoran 1900’lü yıllarda yerini almıştı. JD Carpouza İzmir’de yaşayan bir işletmeciydi. Ayasuluk İstasyonu’nun hizmete girmesiyle birlikte Ephesus Oteli kurdu.

Kordon'daki Grand Hotel Huck da, Aydın demiryolu şirketi ile ortak Ayasuluk da Ephesus Huck adlı şubeyi açtı. Demiryoluyla yeniden başlayan turizm serüveni, bu güzergâhta taşımacılık yapan develerin işsiz kalıp bir süre sonra deve güreşlerinin ortaya çıkmasını da sağlayacaktı. Ayasuluk'un turizmdeki yıldızı demiryoluyla yeniden parlarken, 1960’da Papa, Meryem Ana evini Hristiyan Dünyası’na hac yeri olarak ilan etti. Bu küçük kasabaya artık Selçuk deniliyordu. Üç yıl sonra Uluslararası Selçuk Efes Festivali başladı. 4 yıl sonra da Efes Müzesi ziyarete açıldı.1960'da başlayan ev pansiyonculuğu seksenli yıllara kadar artarak devam etti. Kasabanın sokakları o yıllar yerli halktan çok sırt çantalı, şapkalı meraklı turistlerle doluydu. 2015’de UNESCO Dünya Miras Listesi'ne girdi Efes, turist artışı beklediğimiz gibi oldu mu? Hayır. Şimdi bu kentin yerlilerinin kendilerine sorması gereken bir soru var; biz bu gücü ne zaman ve neden kaybettik?