Hazırlayan / Neşe BAYRAÇ

Ben de Sri Lanka’yı merak ettiğim için Sri Lanka olsun dedim ve böylece yola çıktım. Hem de yalnız.

Ayurvedik beslenme, yoga gibi konular, daha çok kadınların ilgisini çektiği için, burası Solo seyahat eden kadınların çok tercih ettiği de bir yer olduğu yazılıyordu. Sri Lanka artık önemli Asya destinasyonlarından biri olmuş durumda. Dolayısı ile turizme yabancı değiller.

Ayrıca, Sri Lanka için 'sinek, böcek aman dikkat' diyen oldu. Aldım her türlü sinek kovarları yanıma, korkusuzca çıktım yola.

Aşılarım da vardı. Nepal’e giderken yaptırmıştım.

Başka da bir korku gelmedi aklıma.

Ama her ne kadar korku gelmese de akılcı olup önlemlerimi aldım.

Öncelikle Asya’ya gideceğiniz mevsimi bileceksiniz. Ekim ve Mart dönemi. Ben de Ekim sonunu ayarladım. İkincisi düzgün bir tesis bulmanız lazım ve toplu taşımacılık bizim kültürümüzden çok farklı olduğu için her şeyi kalacağınız yer üzerinden yapmanız lazım. En pahalı çözüm bu oluyor ama canınız sıkılmaz. Garantilidir. Şoförü kapıda bekler bulursunuz.

Yeri gelmişken Sri Lanka vizesinden de bahsetmek isterim. Maalesef vize uygulanıyor ama online başvuru ile kolaylıkla alınabiliyor. Hatta ben bir cumartesi akşamı başvurmuştum. Hafta sonu olmasına rağmen yarım saat sonra vize geldi. 30 $.

Ülkeye girişte 25 $ daha ödemeniz gerekiyor. Bir de minik bir form dolduruyorsunuz ama forma bakan yok gibi. Parayı ver, geç usulü.

Sri Lanka havaalanı çok ilginç, içerisinde her türlü beyaz eşya satılıyor. Bugüne değin hiçbir havaalanında beyaz eşya satıldığını görmemiştim.

Dışarı çıktığımda şoförüm, elinde adım yazılı tabela ile beni bekliyordu. Yaklaşık bir buçuk saat sürecek yolculuğumuz için yola koyulduk.

Hava sisli gibi ama 25-30 derece arası. Başkent Colombo'dan çıktıktan sonra ortam yemyeşil oldu.

Kalacağım tesis, yeşilliklerin içinde ve yerleşim yerlerinden uzak. Etrafta oturanlar var ama tek tük. Toplu taşıma ile gidilecek bir yer değil. Taksi tutup gitsem de bulması zor olabilirdi. İyi ki kalacağım yerden ulaşımı ayarladım diye düşünüyorum.

İçeriye girdiğimde 'hoşgeldiniz' dedikten sonra tedavi paketlerini açıklıyorlar. Ben en basiti diye karar vermiştim ama hem merkez yetkililerinin açıklamaları hem de o sırada merkezde 1 haftalık tedaviyi bitiren Rus genç bir kızın önerileriyle tam tedavi diye kararımı değiştiriyorum. Korkarak. Sadece meraktan.

Paket, önce Ayurvedik doktor konsültasyonu ile başlayıp doktorun ihtiyaçlarınıza göre size tedavi paketi önermesi ile devam ediyor. Her gün sabah da nasıl gidiyor diye doktorunuz ile görüşüyorsunuz. Ayrıca, Ayurvedik masajlar var. Tabiki bununla da kalmıyorlar ve korkmama neden olan, anüsten girilerek bağırsakların, burundan girilerek solunum yolunun da temizlenmesi gibi daha müdahaleci işlemler de uyguluyorlar. Hem çekinerek hem de merak ederek kabul ediyorum. Bu işlemler gerçekten cesaret ister. Hele böyle 3. Dünya ülkesinde yaptırılırsa. Başınıza bir şey gelse nasıl müdahale edilir?

Kalacağım tesis Koloniel dönemde enfes bir mimari ile yapılmış bir evmiş aslında.

Yemyeşil bir doğa içinde. Sri Lanka'da zaten tahta parçası dikseniz yemyeşil ağaç olur.

Bahçede envai çeşit hayvan, börtü böcek, kuş dolu. Maymunlar, iguanalar ile iç içesiniz.

Evin sahipleri Sri Lankalı ama uzun yıllardır İngiltere’de yaşıyorlarmış. Torunlardan biri Kanser olmuş ve iyileşme yolunda araştırmaları onu Ayurvedik tedaviye yönlendirmiş. Ülkesine geri dönmüş. Ayurvedik tedavi ile iyileşince de bu tedavi imkânını Batılılara duyurmaya karar verip ailesinden kalan bu evi Ayurvedik Merkez yapmaya karar vermiş. Tabiki bu işte çok da para olduğunu görmüş olabilir. O sırada İngiltere’de olduğu için bu genç hanımla tanışma şansım olmadı. Fakat kanser tedavisi için Norveç’ten gelen bir hanım ile tanıştım. Çok memnundu. Kendisi meslek sahibi, Dünya’yı takip eden biriydi. Burayı seçtiyse vardır bir hikmeti deyip güvenim arttı. O da full paket almıştı. Ama sorunlarımız farklı olunca uygulanan tedaviler de farklı oluyordu. Örneğin, sabahları aç karnına Asya mutfağının vazgeçilmezi “Ghee” içiyordu. Ghee bizim sade yağ diyebileceğimiz tereyağının suyunun da uçurulmuş olduğu en saf hali. Sadece tereyağı. Tüm tıp dalları bu yağın çok faydalı olduğunu söyler. Burada önemli olan aldığınız gıdayı yakıt olarak düşünürseniz vücutta sindirildikten sonra, kötü atık bırakmaması. Kısaca, vücuda toksin vermemesi. Bu tür yağlara örnek, avokado, zeytinyağı, keten tohumu ve Hindistan cevizi yağları da sayılabilir.

Tesiste günlük programlar yapılıyor. Güne saat 6:30'daki sabah yogası ile başlıyoruz. Akşam 5’te ikinci bir yoga seansı daha var. 1 hafta boyunca kalacağınız sürede günlük programınızı yaparak veriyorlar. Programda doktor konsültasyonu ve tedavileriniz saat olarak yazılmış.

Kayıt işlemlerini tamamladıktan sonra programımı alarak odama geçiyorum.

Güzel bir karşılama yüzünüze gülümseme getiriyor.

Odanın koşulları çok vasat. Temizlik kesinlikle bizim beklentilerimizi karşılamaz. Burası, ödül almış bir tesis. Ama Welcome to Sri Lanka standartları.

Böyle şeylere takılıp, buraya gelme amacınızı unutursanız hem tedaviden yeteri kadar yararlanamazsınız hem de mutsuz olursunuz. Camlar, eskiden olduğu gibi incecik ve pervazlar tam oturmadığı için içeriye her türlü börtü böcek girebilir. Buna da hazır olmak lazım. Ben hem ruhsal hem de yanımda getirdiğim börtü böcek ilaçları ile tam hazırdım. Kısaca bizim eski köy evleri gibi bir yer. Ana binadan da uzak etrafında gökleri delen ağaçlar üzerinde maymunlar, sincaplar her türlü sürüngen, uçan koşan hayvanlarla dolu patika yolla ulaşıyorsunuz.

Hava hep yağmur yağacak gibi. Hatta çoğunlukla da yağıyor. Düşünün bu ülkenin kuru mevsimi. Yaz ayları, yağışlı mevsimi hayal bile edemiyorum. Bir gece o kadar çok yağdı, gök gürledi ki gökyüzü başımıza akacak diye düşündüm bir an. Etrafta Paratoner var mı acaba diye düşünmedim değil. Ama yapacak bir şey yok deyip düşüncelerimi anı yaşamaya ve zevk almaya yönlendirmeyi seçtim.

Sabah bir kalktım etraf mis. Pırıl pırıl bir gökyüzü. Hayat da böyle değil mi? Her fırtına sonrası sakinlik, her fırtına öncesi sakinlik. Hiçbir şey kalıcı değil. Kalıcı olması doğanın doğasına aykırı. Enerji ve doğanın düzenine, dengesine ters. Önemli olan fırtınalara hazır olmak. Ruhsal ve bedensel. Tabiki elinizden geldiğince. Gerisi akışına bırakmak. Kader diyebilirsiniz. Hayatla didişmemek. Her tersliğin arkasından iyi şeyler gelebileceğine inanmak. Hayat, çoğunlukla çaba ve umut.

Madem ruh ve beden sağlığı temelli bir yazı yazıyoruz mesaj yazmadan olmaz.

Akşam yogasında herkes toplandı. Hocamız gençten bir İngiliz. Grupta kanser tedavisi için gelen Norveçli, Suudi Arabistan’dan zayıflamaya gelen iki kız kardeş var. Bu iki kız kardeş çok ilginçlerdi. Suudi Arabistan’dan geldiklerini söylemeseler hiç anlaşılmaz. Çok özgürler. 50’li yaşların başındalar gibi. İkisi de hiç evlenmemiş. Ama ayrı evlerde yaşıyorlar ve iş, meslek sahibi kadınlar. Biri finansman uzmanı, müşterilerinin yatırımlarını takip ediyormuş. Hem de erkek müşterilerinin. Dolayısı ile dünyadaki tüm yatırım türlerine hakimdi. Bir de tabiki Suudi Arabistan’da sadece İslami yatırıma izin verildiği için farklılığını müşterilerine farklı yatırım seçenekleri sunarak koymuş. Diğer kız kardeş de bir hastanenin müşteri ilişkilerinin başında imiş. Ama şimdi emekliydi. Bu iki kız kardeş el ele bütün dünyayı geziyorlar. Aklınıza gelecek her türlü uç geziyi yapmışlar. Suudi Arabistan gibi Şeriat ile yönetilen ülkelerde bir kadının seyahat edebilmesi bekarsa babasının, babası yoksa, kendinden küçük olsa bile erkek kardeşinin, evli ise eşinin iznine bağlıdır. Anlaşılan çok açık fikirli bir aileymiş. Anlattıkları birbirini delicesine seven, bağlı bir aile oldukları. Hatta aileye katılan gelinleri bile kardeş gibi benimsedikleri. Ayrıca, ülkelerini çok seviyorlardı ve oldukça özgür bir ülke olarak görüyorlardı. Katar’dan da hiç hoşlanmıyorlardı. O sırada Gulf ülkeleri arasında Katar’a blokajın başladığı ve tırmandığı bir dönemdi. Katar ile özgürlükleri aynı diye düşünüyorlardı. Her iki ülkede de bulunmuş biri olarak içimden güldüm. En başta Suudi Arabistan’da namaz saati bütün dükkânlar kapanır ve namaz kılmaya zorlarlar. Kılmazsanız bir yere saklanmanız gerekir. Bu namaz kılmayana rahat vermemek için yapılmış bir uygulama.Ayrıca, tüm kadınlar örtünmek zorunda, araba kullanamıyorlar (şu aralara biraz biraz başlamakla birlikte sadece belirli bölgelerde olduğu söyleniyor). Ayrıca, kadınlar yalnız olarak sokağa çıkamıyor. Bunlar en temel farklar. Gerisini siz hayal edin.

Buraya tartışmaya değil, huzur bulmaya geldim deyip hem kendi hem de onların huzurunu bozmamak için sesimi çıkartmadım. Bırak kendini böyle iyi hissediyorlarsa dedim.

Burada alışkanlıklar devreye giriyor. Özellikle de kapalı toplumlarda yetişen insanlarda görülüyor. Yıllar önce bir uçak yolculuğunda Suudi Arabistan’da yasayan Hintli anne kız ile yan yana oturup sohbet etmiştim. O zaman kadın, oğlunun “Suudi Arabistan’ın dünyanın yaşanacak en güzel ülkesi olduğunu düşündüğünü” söyledi. Çok şaşırmıştım. Bunlar, Suudi değiller Hintliydiler ama çocuklar Suudi’de doğmuşlar, eğitim almış ve büyümüşlerdi. 20’li yaşlardaydılar. Düşününce, doğası nedeniyle mi Suudi Arabistan’ı seviyorlar ki dedim? Olamaz. Kıraç, taş.

Hayat tarzı mı? Kısıtlamalarla dolu. Özgürlük yok.

Demokrasi mi? Adı bile yok.

Bu insanlar en azından Katar ve Hindistan da görmüşler. Hala niye Suudi derler diye uzun uzun düşünmüştüm. Sanırım, çoğu insan için nerde yetişirsen en çok orayı beğeniyorsun. Alışkanlıklar, çevre, sosyal çevre vs. nedenleriyle.

Yoga’dan sonra akşam yemeğine geçtik. Sohbet sayesinde insanın iştahını kabartmayan yemekleri yiyebildik. Ben Asya yemeklerini bilirdim sanıyordum. Yanılmışım. Sri Lanka yemekleri biraz daha farklı. Kırmızı pirinç hiç görmemiştim. Meyveler, tropikal meyveler süper. Hem de tesisin bahçesinden.

Her yer hindistancevizi, yani coconut, olunca meyvelerin üzerlerine de döküyorlar. Sevenlere süper bir lezzet. Tavsiye ederim. Üstelik çok da sağlıklı.

Et yok. Et olmaması benim için hiç sorun değil ama bazı yemeklerin bulamaç gibi olması bana direkt kusuk hissi verdiği için bakamıyorum bile. Ama bu konuyu da sorun etmiyorum. Hiç olmazsa birkaç kilo veririm, biraz detox olur filan diyorum.

Dal denilen, mercimek ve çorbası, pirinç ve roti denilen küçük sac ekmekleri de güzeldi.

Akşam yemekten sonra, sohbet için bizi bir araya topluyorlar. Başımızda 20’li yaslarda tıfıl yoga hocamız. Bir konu ortaya atıyor. Aklınca bizi konuşturup stresimizi alacak. Neyse, çok derin olmayan bir sohbet oluyor. Kırmayalım genç arkadaşımızı. Ama gerçekten çok soğuk ve insanlardan uzak bir kişiliği vardı. Bu da yaptığı işe ters düşüyordu. Sıcaklık yaratılmadan birbirini tanımayan insanlar nasıl sohbet edilebilir?

Benim dikkatimi çeken bir başka boyut da bu Yoga hocalarının böyle böyle dünyayı dolaşmaları. Buradan Tayland’a gidecekti. Yemeği ve yatacak yeri yoga merkezi veriyor. Para da alıyorlardır tabikî. 15 gün, 1 ay veya istedikleri ölçüde tesisle anlaşarak kalıyorlar. Kaldıkları süre için tesisin spritüel boyutundan sorumlu oluyorlar. Ne ilginç hayatlar var diye düşündüm.

Birkaç gün sonra gidecekti. Yerini Avustralyalı, çok seker, Alana’ya bıraktı. Alana’da İngiliz bir kıza bırakacaktı. Alana videoda da görüldüğü gibi sıska denebilecek kadar ince ama müthiş bir yoga hocasıydı. Vücudunu çok iyi kullanıyordu doğrusu. Sevimliliği ile de kalbimi fethetmişti. Bunlarda okulu bitireyim SGK’lı bir işe gireyim heyecanı yok. Hatta üniversiteye gideyim diye de. Aileleri de çok anlayışlı.

Tesiste hep 2 yoga hocası oluyor. Herhalde bir aksilik durumunda birbirlerini yedekliyorlar. Bu arada hepsi ilgileniyor mu bilmem ama Alana’da tedavi alıyordu.

Alana’dan sonra gelen İngiliz kızı görünce çok şaşırdım. Aman Tanrım bu baya kiloluydu. Yemekte baktım bütün yemekleri de, tabağı sıyırıncaya kadar yiyor. Ama müthiş esnek bir vücudu vardı ve karnı dümdüzdü.

Yoga yapılan bina koloniel tarzda çatılı ama yanları da açık bir binaydı. Önünde de Hindu-Budist Tanrı heykeli vardı. Her sabah ona gidip çiçek ve yiyeceklerden oluşan sunumlarını verdikleri bir tören yapılıyordu.

Tanrılarına her sabah sunum yapıyorlar sonra da gidip topluyorlar. İlginç bir bakış Tanrı’ya.

Güney Asya’da sıcaklık hep 25- 30 derece arasında olduğu için binaların yan duvarlarının olmaması normal. Sadece üstleri yağmur nedeni ile kapalı oluyor. Otellerin resepsiyonları bile böyle olabiliyor.

Bir akşam yogası sırasında birden yağmur başladı. Sicim gibi denir ya. Yağmur damlaları uzun uzun. Arada kesiliyor. Etraf karanlık. Yağmur kesilince birden ateşböcekleri çıkıyor. Bizler de etrafımızda mumlarla yoga yapıyoruz. Onlarca ateşböceğinin karanlıkta görüntüsü, etrafımızda mumlar ve yoga müzikleri ile muhteşemdi.

İlk sabah doktorum ile tanışıyorum. Geleneksel kıyafetler içinde tam bir Asya güzeli. Egzotik güzelliğin tanımı gibi. Ruhunun dingin olması yüzüne yansımış. Nasıl huzurlu, sakin. Gözlerimi ondan ve muhteşem kıyafetinden alamıyorum doğrusu.

Her gün, sabah ve aksam yemeği için giydiği kıyafetler birbirinden gözalıcıydı. Ben de hayranlıkla fotoğrafını çekiyordum. Asya ülkelerine özel zarafet ve egzotik güzelliği temsil ediyordu.

Külüstür bir doktor odası. Sanki 50 yıl öncenin Türkiye'si. Cam şişelerde elle doldurulduğu belli ilaçlar. Lokman hekimin odasında gibiyiz.

Vücut tipinizi öğrenmek için önce size bir sürü soru soruyor, sonra tansiyon ölçüyor. Tansiyon aleti beni benden aldı. Her şey çok eski ama sevimli.

Bir de dilinizi çıkartıp inceliyorlar. Ayurvedik Tıp’ta dilin sağlıklı görüntüsü önemli.

Bana her gün görüşeceğimizi ve bu görüşmelerin dışında da ne zaman istersem soru sorabileceğimi söylüyor. Tesiste 3 doktor daha var. Benim merak duygum depreşiyor ve yaptığı işi merak ettiğimi, bana yarım saat sorularım için vakit ayırmasını rica ettiğimi söylüyorum. Gülümseyerek tabi memnuniyetle deyip saat için anlaşıyoruz.

Böylece tam tedavi programım başlamış oluyor.

Masaj merkezi, yoga merkezi gibi üstü kapalı, yanları açık ve perdelerle birbirinden ayrılmış odalardan oluşuyor. İçeride her şey kahverengi. Zamanla anlıyorum ki, o makine yağlarına benzeyen kahverengi masaj yağları nedeniyle başka renk mümkün değil, Ellerinde her türlü masaja uygun yağ var. Hepsinin kokusu değişik olmakla birlikte çok ama çok ağır kokuları ortak özellikleri. Tesise gittiğimde hafif migren ağrım vardı bu kokularla birlikte tetiklendi maalesef. Yapılan masaj harika, hele benim gibi masaj seven biri için cennet olması gerekirken tedavinin 3. günü masajdan kaçacak delik arar hale geldim. Hem aşırı masajdan hem de masaj yağlarının kokusundan. O güne değin masaj olmaktan yorulacağım aklıma bile gelmezdi doğrusu. Masajdan saklanmaya çalışır buldum kendimi. Masaj olmaktan sanki vücudumdaki tüm kireçlenmeler, toksinler ortaya çıkmış resmen alt üst olmuştu bünyem. Hani çaydanlığın dibinde kireç olur ve sakin sakin durur. Sonra sökeyim derken çalkalarsınız ya işte o haldeydim.

Kafa masajı diye bir masaj var. Eyvah dedim şimdi kafam ellerinde kalacak. O kalın yağları da kafanıza sürüp masajı yapıyorlar ve başınızı bir havlu ile sarıp birkaç saat beklemenizi istiyorlar.

Normalde sert masaj seven benim gibi biri için bile çok sert bir masaj. 3. gün lütfen biraz daha yumuşak masaj diye yalvarır durumdaydım.

Akşamları erkenden yatılıyor. Zaten gün sabah en geç 6’da başladığı için. Herkes okuma ve dinlenme modunda. Tabiki arada sohbet.

Akşamları odanıza çekildiğinizde size ertesi günkü ilaçlarınızı, üzerlerinde günün mesajını anlatan bir hikâye ile birlikte getiriyorlar. Çiçekler de unutulmadan.

Bu arada ne yazık ki tedavim ilerledikçe, migrenim artıyor. Vücudum kokulara müthiş tepki gösteriyor. En sonunda 3. gün sürekli kusmaya başladım. Bahçede oturuyorum ne güzel çiçekler ama ben onların üzerine sürekli kusan bir tip. Dediler ki size daha hafif yağlar kullanalım. Lemongrass filan. Kokladım ve tekrar kustum. Hem lemongrass, lemongrass gibi kokmuyor hem de artık öteki yağların kokusu havlulara sinmiş. Başağrısı için her türlü klasik metodu deniyorlar. Elin başparmağı ve işaret parmağı arasını sıkmak gibi. Hiç banamasın demiyor. Herkes başımda. En son herbal terapi için küvete girdiğimde baygınlık geçiriyorum. Beni apar topar doktorun odasına alıyorlar ve bir süre orda dinleniyorum. Hava sıcak ve tepede pervane var. Üşüyüp, hatta tir tir titreyip 'kapatır mısınız lütfen' dediğimi hayal meyal hatırlıyorum.

3 gün süren tedavi maratonum bu şekilde bitmiş oluyor. Söylenene göre tesisin tarihinde bu şekilde olan 2. kişiymişim ama 1.'den berbatmış durumum. Böylece literatüre girmeyi başarıyorum.

Ben kendimi Katar’da yaşayan biri olarak bu kültürlere çok yakın görüyor hatta Asya’yı gezdiğim için de hiç yabancılamıyacağımı düşünürken geldiğim hal tam bir kabustu. Doktora, ağlamaklı ses tonuyla, “I want to enjoy to stay” deyip duruyordum. (Burada olmaktan mutlu olmak istiyorum.) ve tedaviye noktayı koyuyorum.

Böylece, ileri tedavinin uygulamaları olan bağırsak ve burun temizliklerinden de kurtulmuş oldum.

3 gün boyunca sadece Asya’ya özgü minik muzlarla yaşayabildim, kahvesiz durdum. Aslında buna die off etkisi de deniyormuş. Vücut toksinleri atarken böyle reaksiyonlar verebiliyormuş. Ama dayanılır gibi değil. Toksinlerimle yaşamayı tercih ederim. Benim canım toksinlerim deyip tedaviyi kestim.

Açım, hiçbir şey yemiyorum. İlaç içtiğim için sadece minik muzlardan yiyebilirken birden “size göre kahvaltıda muffin var” dediklerinde solmuş gözlerime bir umutlu bakış geldi. Koşa koşa mutfağa gittim. Muffin dedikleri işte bu.

Her ne kadar umut verici görünmese de bir umut ısırdım. Resmen baya hamur. Hiç ısıl işlem görmemiş gibi.

Nazikçe bu enfes şeyi nasıl yapmayı başardıklarını sordum. Siz de yapmak isterseniz işte tarifi.

Muffin hamuru ama kabartma tozu olmadan muz yaprağının içinde sabaha kadar doğal fermantasyon ile kabarıyor ve sabah buharda pişiriliyor. Ağızda dolgun ıslak hamur tadı.

İlk ısırıştan sonra ilk uçakla dönesim geldi. Uçakta yer yoksa tekerleklerin arasında döneyim ama buradan gideyim bari deyip kendimle dalga geçtim. Yaşadığım bu trajikomik durum, içler acısı halime ben bile inanamıyordum. Bu ben miydim? Böyle bir şey yaşayabileceğim ölsem aklıma gelmezdi.

Bu 3 günlük tedavi kâbusu bitince, normal hayata döndüm. Hiç de kendime “ahh niye buraya geldim?” filan da demeden. Deneyimin iyisi kötüsü olmaz. Yaşamadan bilinmez. Bir daha denemek de isterim çünkü belki beynimi hazırlayıp gidebilirim.

Fakat birkaç yıl sonra 2. Sri Lanka seyahatimde yine masaj yaptırmak istedim ve yine o yağları çıkardılar karşıma. Ben yine dayanamadım. Kokularının tarifi yok.

Bu tecrübeden sonra, tedavimi basit ve zevkli uygulamalarla devam ettim. Bu tedavide, bitkisel kremler vücudunuza sürülerek içi ısıtılmış tabutumsu kabinde o bitkisel ektraktların vücudunuza girmesi amaçlanıyor. Klostrofobimle savaşarak bu sıcak tabuta girmeyi becerebildim. Bunun adı herbal steam bath. Yandaki küçük piknik tüpü enerji kaynağı olması açısından çocukluğuma götürdü beni. Başınıza da bir görevli koyuyorlar bir aksilik durumunda müdahale edilebilsin diye. Ama sanki ölmüşsünüz de tabutunuzun başında zebani gibi. Görüntüye tezat, tesiste çalışanlar çok naif ve sevimli insanlardı.

Bu arada aldığım tüm önlemlere karşın bir şeyler beni fena ısırmıştı. Aslında, sinek ve böceklerin ilk tercih ettiği kişilerden değilimdir. 2. sırada sayılırım. Ama sanırım tesis pek kalabalık olmayınca kısa sürede 2. sıra kişilere de sıra gelmişti. Sabah bir kalktım vücudum el kadar büyüklükte şişlikler. Sanki gece boyunca bir şey vücudumda yürümüş. Doktora gösterince hemen bahçedeki aleo verayi kesip sürdüler. Anında kesti. Doğanın dengesine hayran olmamak elde değil. Zehirine göre panzehir de kendisinde. Benim başka yerden getirdiğim çözümler hiç işe yaramadı.

Kolumda sinek kovucu bandajlarla dolaşıyordum. Bir akşam yoga yaparken bir baktım kolumun üstündeki bantın tam yanında kocaman bir sivri sinek iğnesini batırmış etime, banta veryansın ısırıyor. Bant işlemedi bunlara. Sinek o kadar büyüktü ki “buyrun hoşgeldiniz başka ne alırdınız acaba?” diye sorasım geldi.

Geride kalan günlerimi, biraz çevreyi dolaşarak, yanımda getirdiğim bağış amaçlı yardım malzemelerini vermek için okul ziyareti ile geçirdim. Bu da ayrı bir yazı konusu.

Herkes yatıp dinleniyor ve tedavi alıyor, sohbet ediyor ve okuyorken ben öyle oturup okuma bile yapamadım. Anladım ki öyle oturup dinlenmek bana göre değil. Çevreyi keşfetmek daha ilginç geldi. Sri Lanka’ya gelip de sadece tesiste kalıp gitmek istemedim.

Bu arada doktorumla yaptığım görüşmede Ayurvedik Tıp eğitiminin, Batı tıbbı gibi 6 yıllık bir eğitim olduğunu, ayrıca ilaç yapmayı da öğrendiklerini öğrendim. Ayurvedik Tıp eğitiminin Asya’da çok iyi okulları olduğunu fakat en iyisinin veya en iyilerden birinin Hindistan Varanasi’de olduğunu söyledi. Yıllar sonra da bu okulu gezme şansım olacaktı.

Geçtiğimiz yıl Sri Lanka’ya 2. gidişim öncesinde bilgi edinmek amaçlı önceden gezenlerin videolarını izleyeyim dedim. İlk video Dubai’den bir Türk bayanın benim gittiğim tesisle ilgili yaptığı videoydu. Çok yoğun çalışan birisi olarak “gideyim bir detox yapayım, yeşil ve doğa içinde dinleneyim” diye gidip ancak 1 gece kalabildiğinin macerasını tam yarım saat boyunca videoda anlatmış. Sonuçta, taksi tutup gece gitmiş ve tesisten şoför istemediği için de ıssız yollardan gece karanlığında geçtikçe de epey korkmuş. Tesise gelmiş ve odasında bir böcek görünce yaşadığı duyguları tam yarım saat boyunca anlatmış. Zannedersiniz bir savaş ortasında veya bir doğal afet yaşamış. İçim bayıldı dinlerken.

İkinci videoda da yazın gidip bir de hostelde kalma cesareti gösteren genç bir Türk kadın. Ve hayatında ilk kez Asya’ya gitmiş. Dert yana yana bitiremiyorlardı.

Asya, Türkiye’ye göre çok değişik dinamikleri olan bir coğrafya. Gideceğiniz mevsim çok önemli. Ayrıca doğaya gidiyorsunuz. Ne bekliyorsunuz? Doğa deyince Antalya’daki profesyonel peyzaj mimarlarının elinden çıkmış bahçe mi diye hayal ediliyor?

Kalacağınız tesis de çok önemli. Asya’ya gidip hostelde kalmak cesarettir. Herkes yapamaz. Ancak, gerçekten bilinçli, deneyimli gerçek gezginlerin yapabileceği bir seyahat şeklidir.

Bunlara dikkat ederek yola çıkmak gerekir.

Ayurvedik Tıp, Batı tıbbından daha eski. Ben çok inanıyorum. Vücudu dinleyerek, izleyerek tedavi ediyorlar. Ben denedim yapamadım ama siz yapabilirsiniz. Ön yargı oluşturmak istemem. Hırpalanmadan denenebilir. Bol şans.