Eylem ASLAN

Çocukluğumdan hatırladığım bir Anadolu bilmecesi; “Allah’ın hikmeti, kulun nimeti nedir?” Yanıt tabii ki “ekmek”tir. Ekmeğe “nimet” der Anadolu. Çünkü ekin, buğday ve ekmek, dünya tarihinde ilk tarımının yapıldığı bölgelerden biri olan Anadolu’da yaşayanların adeta genlerine sinmiştir. Bizde ekmeksiz sofra kurulmaz, sofradaki her yemek ekmekle yenir. Ekmeğe katık gereklidir. Katıksız yenen ekmeğe ise yavan ekmek denir. Yavan ekmek Anadolu’nun çeşitli köşelerinde bir zamanlar insanların tek besin maddesiydi aslında. Hatta yenen şeyin yalnızca ekmek olduğunu belirtmek için kuru ekmek sözü kullanılır. Peki ekmeğe katık olarak ne yenir?Elbette soğan.

Prof. Dr. Hamza Zülfikâr, “Anlamları, Deyimleri ve Çeşitleriyle Ekmek” yazısında, kolay ve ucuz olan bu besin üzerine şöyle bir örnek verir; Bitlis’te ölmüş arkadaşının başında ağlayan biri, durmadan “Ekmek çok, soğan çok bu niye ölüyor?” dermiş.

Tanrılar esip gürleyince onların kızgınlıklarını yatıştırmak için, bol ekin verdiklerinde ise onlara şükür için 'ekmek' sunulan bir adaktır. Kutsal bir yiyecektir; yere düşünce öpülüp alna götürülecek kadar...

Anadolu’da da çok önemli bir metafor ekmek. Mevlânâ Divân-ı Kebir’de seslenir: “Ey bâtıl ümmet, ekmek için savaşın, ekmeğe koşun...” Ve ekmek, alın terinin hak edilmiş karşılığıdır. Hepimiz biliriz; ekmekler ufalırken, insanlar mutsuzlaşır.

Dünyanın en eski ekmeği

Ekmeğin bilinen tarihi yakın zamana kadar 8 bin yıl öncesine dayandırılıyordu. Önce ülkemiz topraklarındaki bir buluntunun ardından 9 bin yıla çıktı. Bir süre sonra da Ürdün'de ‘Siyah Çöl’deki arkeolojik kazılarda içlerinde daire şeklinde taş ocakların bulunduğu iki bina keşfedildi ve fırın kısımlarında yanmış ekmek parçaları bulundu. 14 bin yıl önceye tarihlenen ekmek kırıntılarında taşlama, eleme ve yoğrulma belirtilerine rastlandı. Yaban buğdayla arpayı alın, toz haline getirilmiş bitki kökleriyle karıştırın, su ilave edin ve fırına verin. İşte bu, bilim insanlarına göre 14 bin yıllık, dünyanın en eski ekmek tarifi. Uzmanlar dünyanın en eski ekmeğinin düz bazlama şeklinde olduğunu ve tadının da bugünkü çok tahıllı ekmeklere benzediğini söylüyor.

Atalarımız ekmeği kavrulmuş ete sarıp yiyormuş, dolayısıyla bu en eski ekmek olmanın yanı sıra, dünyanın en eski sandviçi de olabilir.

Ekmeğin öyküsü

Eski Mısırlılar ihtiyaç fazlası hububatı Yunanistan’a ihraç edermiş. Yunanlılar ekmekçiliği Mısırlılar'dan öğrenmiş diyebiliriz. Yunanistan’da ve Roma İmparatorluğu’nda ekmek zamanla halkın başlıca gıda maddesi haline gelmiş. Yumurta ve yağ da katılmaya başlandığında ise ekmek artık lüks tüketim maddeleri arasındaki yerini almış. Daha beyaz ekmekler zenginlerin, pek tadı tuzu olmayan ekmekler ise fakirlerin sofrasını süslüyormuş. İlk mekanik mikseri bir Romalı'nın geliştirdiği kabul edilir. Enerji kaynağı olarak beygir gücü kullanılmış. Roma’da ekmek o kadar vazgeçilmezdi ki halkı memnun etmek için ekmek dağıtmak yeterliydi. Ortaçağ Avrupası’nda Normanlar ekmekçilikte çavdar kullanmaya, hamurlarını da yorgan altında fermente etmeye başlamış. İsveçliler una Ren Geyiği kanı, Fransızlar ise öküz kanı katmayı denemiş. Yayvan ekmekler revaçtaymış, çünkü hem tabak işlevi görüyor hem de lezzetle yenebiliyormuş. Yakın geçmişte, ekmek katkı maddelerinin bulunması, daha kaliteli hububat yetiştirilmesi, öğütme tekniklerinin ilerlemesi kadar ekmek pişirmede kullanılan araçların giderek geliştirilmesiyle de birlikte hamuru daha iyi fermente etmek, ekmeği daha düzgün pişirmek mümkün olabilmiş.

Ekmek öteden beri ağız tadının temeli. Bir kıtadan diğerine şekli değişse de tüm dünya da her gün ekmek yenmekte ve ekmeğin gelişimi insanoğlunun, kültürlerin ve toplumların gelişimiyle paralellik göstermekte.

Ekmek, şimdiki ve geçmişteki yemek kültürümüz arasında güçlü bir bağ kuruyor. Bizi, tarih öncesi atalarımıza bağlıyor.

Ekmeğin insanla başlayan yolculuğunda, bu kutsal besinin, ekmeğin süregelen macerasını, su ve unun hikayesini efsanelerden, mitoslardan ayırmamız pek mümkün görünmemekte. Savaşlarda, bir yudum ekmek, sade de olsa ne kadar anlamlıdır yiyen için. Ve o bir yudumu, bir başkasıyla paylaşmak, zira, ekmeği paylaşmak kardeşliği paylaşmaktır, hayatı, yaşamayı, sevinci, umudu paylaşmaktır.

Predrag Matvejeva, Ekmeğimiz adlı kitabıyla, buğdayın Asya’dan yeryüzünün herhangi bir köşesindeki tarlaya olan uzun yolculuğunu, nesilden nesile aktarılan zevkli hikayesini anlatır. Dante’nin İlahi Komedya’sında, “başkasının ekmeğinin ne denli tuzlu, başkasının merdiveninden çıkmanın, ne denli zor olduğunu göreceksin” derken, Pisagor; “Bütün dünya ekmekle başlamıştır” der.

Ekmek iyidir. Hakkıyla kazanan için yemesi ayrıca keyiflidir. Kimsenin ekmeğiyle oynamamak lazım. Kürek mahkûmu olarak çok ama çok aç kaldığı için bir kuru ekmeğin bile nasıl bir nimet olduğunu herhalde bilen büyük Cervantes boşuna söylememiş: “Bütün acılara dayanılır, yeter ki ekmeğin olsun.”

“Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler...” Fransa Kraliçesi Marie Antoinette’ye ait diye bilinir bu söz. Aslında pasta değil “Brioche” demiş Kraliçe, yani bildiğiniz şekerli çörekle-ekmek arası bir şey ama tarihe pasta diye geçti bir kere ve yapacak çok da bir şey yok. Seçkin sınıfın halktan ne kadar kopuk olduğuna dair hem dünyadan başka örnekler de bulmak mümkün ama fatura kraliçeye kesildi bir kere…

Sevginin kokusu, sıcak ekmek kokusu

Ekmek, 'yemek'le eş anlamlıdır, çünkü besler bizi tek başına. Yufka, lavaş, bazlama, tandır ekmeği, külde, çakılda, pileki taşında pişen ekmekler, köy fırın ekmekleri, şehir ekmekleri, somun ve francalalar, pide, sandviç ve tost ekmeği, simit, gevrek ve çörekler…

Lavaş ve yufka ekmeği sadece yemek amaçlı tüketilen besinler değil, aynı zamanda Anadolu topraklarında geçmişten bugüne aktarılan ortak bir kültürün de simgesi olarak kabul ediliyor. Belki de bu yüzden 2016 yılında UNESCO’nun Somut Olmayan Kültür Mirası Listesi’ne Türkiye’nin de aralarında bulunduğu toplam 5 ülkenin desteğiyle yufka ve lavaş kabul edildi. Tok karnına yiyecek kokusu çoğumuzun hoşuna gitmez, hatta bazı kokular itici bile gelir. Üç koku bu genellemenin dışında bence: Fırında pişen ekmeğin, erimiş çikolatanın ve kavrulan kahvenin kokusu. Bunlar içinde sıcak ekmeğin kokusu hepsinden daha çekicidir. Bir düşünün, soğuk bir kış günü bir ekmek fırınına girdiğiniz anda burnunuza mis gibi bir ekmek kokusu girer.

Sevginin bir kokusu olsa, sıcak ekmek kokusu gibi olurdu herhalde. Belki de gerçek ekmeğin kokusunun, tadının çocukların koku- tat hafızalarına girmesi için biraz daha çalışmamız gerek.

Ekmek makineleri tüm teknoloji ürünleri gibi hayatımızı kolaylaştırmış olsa da aslında makinesiz de üstesinden kolayca gelinebilecek bir yiyecektir ekmek. Hazırlaması kolaydır, yalnızca birkaç malzeme gerekir. Karmaşık bir hazırlığa, alet edevata ihtiyaç yoktur. Sıradan bir kap işinizi görecektir, hatta tezgâhın üzeri bile yeterli olabilir. Karıştırma ve yoğurma işlemini elinizle kolayca yapabilirsiniz. Hamur yoğurmak terapiye gitmişçesine rahatlatır insanı, ne kadar siniriniz, stresiniz varsa hepsinden kurtulursunuz.

Harika bir makineniz de olsa, bir tezgâhın üzerinde yoğurarak da yapıyor olsanız, ekmek yaparken geçmişin tüm fırıncılarıyla aranızda bir bağ kurulacak, binlerce yıldır süregelmiş bir hüner örneğini içinizde hissedeceksiniz, daha da önemlisi arkadaşlarınızı ve komşularınızı sizi tanımaktan dolayı mutlu edeceksiniz.