Bu dizi yazı, hüzünlü, yürek burkan bir yolculuğun öyküsü aslında. Geçmişe uzanan, göçlerin, vahşetin, acının eksik olmadığı bir coğrafyada geçen bir öykü. Gazeteci Misket Dikmen, “İzmir’den Srebrenica’ya 1 Mektup da Sizden” kampanyası na katıldı, ata topraklarına yaptığı geçmişe yolculuğu yazdı.
“İzmir’den Srebrenica’ya 1 mektup da Sizden” diyerek toplanan yüzlerce mektubu götürecek olan İzmirli Boşnakların yolculuğuna katılan dört gazeteciyiz.
Ustalarımız Ahmet Yazıcıoğlu, Kenan Seven ile birlikte Hakan dirik ve ben. Bu yolculukta konuğu olduğumuz Konak Belediyesi’nin basın bürosundan nalan Kolağası İmre de bizlerle… Yaklaşık kırk kişilik grubumuzu Konak Belediye Başkanı
Hakan Tartan, Saraybosna’da buluşmak dileği ile uğurluyor. Bu yolların ustası bir şoförümüz var.
Yolculuğun sonunda, dünyanın bütün dillerini bildiğini düşünmeye başladığım İlhan numanoğlu. Anlattıkları yazı dizisi olur. Sınırları onunla sorunsuz geçiyoruz. Gece boyunca Yunanistan ve makedonya geçiliyor, sabah Sırbistan sınırındayız.
Bir sorun çıkmasın diye herkes, üzerindeki özel baskılı tişörtleri çıkarıyor. Gümrük görevlilerine turist grubu olduğumuz söyleniyor!

HER TÜNEL BENİ ÜRPERTİYOR
Drina Nehri boyunca muhteşem bir doğada yol alıyoruz.
Nehir kıyısında yalılar…
Güneşlenen, yüzen, balık avlayan, yelken yapan insanlar.
Daha ilk dakikalardan başlayarak evlerin, bahçelerin çiçeklerle bezeli oluşu dikkatimizi çekiyor.
Bir de Sırbistan bayrakları…
Tüneller, ulaşımın can damarı.
Yolumuzun üzerindeki dağları aşmak için birinden çıkıp diğerine giriyoruz… Ancak savaş döneminde birçoğunun infaz odaları gibi kullanıldığını öğrenince girdiğimiz her tünelde ürperiyorum. Bir yanda yaşadıkları yerleri -eminim ki sevgiyle büyüttükleri- rengârenk çiçeklerle güzelleyip, öte yanda analarının göz bebeği evlâtları gözlerini kırpmadan bu tünellerde katlediyorlarmış. Artık geçtiğimiz her tünelde kurşun deliklerini gördükçe giderek zor nefes alıyormuşum gibi geliyor. Daha çok ürpereceğim buralarda. Hiçbir şey o kadar da uzak olmayan ülkemde okuyup, izlediğim haberlerdeki gibi değilmiş. Hiçbir film, hiçbir roman bu gerçekleri anlatamazmış… İnsana gerçek dışı gelen şeyler…
Bosna Hersek sınırı. Bir bariyer, bir baraka, bir bayrak…
Bosna Hersek’teyiz ama hâlâ Sırbistan bayraklarını görüyoruz.
Bir süre sonra, gördüklerimiz sadece bayraklarla sınırlı kalmıyor, 17 yıl öncesinden kalan izler çıkıyor karşımıza.
“Unutma!” diyen izler. Gerçeklere gözlerini yumanları, yaşananları reddedenleri “Utan!”-dırıyor mu acaba?

ASIL ANLATICI GÖZLER
Evler var… Camiler… Okullar… delik deşik edilmiş.
Yakılmış… Yıkılmış…
Sönmüş ocaklar, yaşamlar, yokedilmiş canlar…
Saatler süren yolculuğumuzda sık sık karşımıza çıkan Osmanlı izlerine turistik bir ilgi gösteremedim doğrusu. Savaşın izleri ile yüzyılların örtüştüğünü düşünmeden edemedim. Bir köyde mola verdik. Bize eşlik eden bir savaş gazisi bu köyün sakinlerinin yaşadıklarını anlatmaya yetecek sözcük bulamadıklarını –orada kaldığım üç gün içinde asıl anlatıcının gözler olduğunu öğreniyorum- söylüyor.
O günlerde drina nehrinin az önce geçtiğimiz tarihi köprünün altından kan olup aktığını ifade ediyor…

ATA TOPRAKLARINDAYIM
İşte o drina’nın kıyısında, manzaralı büyük bir ev. Uzun yıllar öncesine dayanan bir tarihi varmış. Bir Osmanlı paşası yaptırmış, soyu hep bu evde yaşamış. Savaşta bombalanmış, yakılmış. Bahçesinde 17 yıl öncesine kadar burada yaşayan ailenin birkaç yüzyıllık tarihini belgeleyen mezar taşları var. Soy ağacı gibi… Biraz ilerideki bir yamaçtaysa bir örnek beyaz mezar taşlarıyla, savaşın kurbanlarının yattığı bir şehitlik.
Saldırıya uğrayan, yakılıp yıkılan evlerin çoğu olduğu gibi bırakılmış. Kurtulanların bir
kısmı göç etmiş, bir kısmı inşa ettiği yeni evlerinde hayata tutunmaya çalışıyor. Yoksul evlerinde… Ama ille de her yanından çiçekler akan evlerinde… Uzun bir tünel bizi Saraybosna’ya çıkarıyor. Ata topraklarıma. Gördüklerimi gözlediklerimi yol boyunca anneannemle paylaşıyorum. Ve şimdi Sarajevo’ya girerken yanımda boş görünen koltukta oturan Boşnak Ayşe’nin hayaliyle, karşılıklı ağlıyoruz.
Biliyorum ki yüz yıl önce de onlar buralardan gitmek zorunda bırakılmıştı. Çocukluğumun gözlerim faltaşı gibi açık dinlediğim en gerçek ötesi masallarını, göçleri İzmir’de noktalanıncaya kadar o, gerçekten yaşayacaktı.
İzmir’den mektup getiren yol arkadaşlarımdan gayrı yüreğimde taşıdığım mektubu da ben yazmalıyım anneannemin anısına.
Yıllarca anlatılanlardan bildiğim Sarajevo ile tanışmamı tam bir duygusal duvara çarpmışlık olarak tanımlayabilirim.
dağların arasından geçen kocaman bir nehrin ikiye böldüğü masal kent akşam güneşiyle menevişleniyordu. Dağların yamaçlarına kutu kutu dizilmiş evlerinin pencerelerinden sarkan petunyalar, sızan ışıklar içimde bir ‘tek başınalık’ duygusu yaratmıştı. Bunda yol boyu görüp gözlediklerimin etkisi de vardı kuşkusuz. Tarihidokunun ağırlığının  hissedildiği ve modern yapılaşmanın da sürdüğü kent, savaşın izlerini gizleyemiyordu. ruhuna işlemişti sanki.

ONUR KONUĞU ANGELINA
“Baş Çarşı” en simgesel bölgelerinden biri Sarajevo’nun…
Akşamı çarşıda geçiriyoruz.
Genç neslin güzelliği, modernliği, cıvıl cıvıllığı bizi çok etkiliyor.
Bir o kadar da düşündürüyor…
Gençlerin neler düşündüğü en merak ettiğim konu. Ama buna dair sorularım kimseden açık bir cevap bulamıyor bir türlü. Hep geçiştiriliyor.
10 Temmuz akşamı Baş Çarşı çok kalabalık. Bunda 17. Sarajevo Film Festivali’nin de etkisi olmalı diye düşünüyoruz. Kentte kutlamalar, konserler, her yerde festivalin afişleri var. Herkes onur konuğu Angelina Jolie’yi konuşuyor. Bizim ekip Bosnalı kızların daha güzel olduğunda hemfikir. Bir yanda bütün görkemiyle süren 17. Sarajevo Film Festivali diğer yanda bir katliamın 17. yılında yapılacak olan anma ve cenaze töreni.
O akşam ünlü Boşnak köftesini Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan kendi elleriyle servis ediyor.
Hem de efsanevi Galatasaraylı futbolcu Tarık Hodcic’in yerinde.
Uzun yolculuk sonrası biraz gevşemiş gibi olsak da yarını 11 Temmuz’u düşünmeden edemiyoruz.