Fazla entel gerilimi yapmayacağım.

Kısacık alt yapı olsun diye bilgi hatırlatması yapayım…

Sanat tarihinde Franz List ve Schubert’in hocası Antanio Saileri diye bir adam var.

Sonraki öğrencilerinden birisi de meşhur Amadeus Mozart diye bir abimiz…

Klasik müzik tarihinin babalarından…

Bu Saileri hoca, Mozart’ın yüksek kabiliyetini görünce küplere biniyor…

Bir yönetici olarak öğrencisini parlatmak, yüceltmek yerine;

Derin bir hırsla yerden yere vuruyor, O’nu ezmeye çalışıyor…

Şimdiki adıyla mobbing yapıyor…

Bu duruma yıllar sonra “Saileri Kompleksi” deniyor…

Hikayenin sonunu da söyleyeyim, bugün Saileri’yi çok kısıtlı bir kitle tanırken, bir parçasını dinlemese bile, yüzyıllar sonra Mozart’ı milyonlarca insan tanıyor…

….

Bizde de öyle havalı bir adı olmayan, ama sağlam bir tanımlama var;

“Kifayetsiz muhteris”…

Halk dilinde açıklayayım;

“Yetenek ve yaratıcılıktan nasibini almamış, kuru kuru hırsla, yoluna çıkanları çiğneye çiğneye erk yaratmaya çalışan ama kendisi bomboş olduğundan, bir yerde töközleyip yeri öpmeye mahkum, acınılası derecede aşağılık kompleksi yaşayan kişi”…

….

Bunu bir çok yerde görebiliriz…

Birden fazla çalışanı olan bir çok yerde, yeni gelen müdür yapar…

Yazık, kendisi kifayetsiz muhteris olduğundan, yan bakanı yakar.

İşsiz koyar, aşsız koyar… İtip kaktırmayı iyi yöneticilik falan sayar…

Bu şuna benzer;

Gezmeye çıkmış köpek, sağa sola küçük küçük çişini yapar.

Özellikle arabaların lastikleri, köşe bucak duvarlar falan…

Derdi işemek değil köpeğin… Doğası gereği işaret atmak.

Koku bırakıp, “Buraları benim birader haberin olsun” postası koymak…

Bunun öyle filanca kompleksi gibi, kifayetsiz muhteris gibi ismi yok…

Adı açık; “Köpeklik…”

Genelde de bilirsiniz, köpekler alanlarını korumak için havlar, ısırır, saldırır.

Ama aç kaldıklarında da önüne kim yemek koysa bu kez onun için havlar…

Zavallılığın tarihçesi de budur….

….

Haftalardır belediyelerde işçi çıkarmalar yaşanıyor…

250, 40, 25, 30 gibi rakamlar…

Sebep, mebep yok…

Bunlardan bazıları aynı partinin yetki devraldığı yerlerler.

Hele ki bunlar daha hayret verici…

Sanki başka iş güç yok…Tek dert işçi…

İşçiye mesai vermemek için işleri iptal edenleri, alakasız memuru, çalışanı en ücra köşelere sürdüğü yetmezmiş gibi, üstüne de telefonla arayıp; “Temizlik işleri” görevi tebliğ edenleri de kenara koyuyorum.

Yeri gelir, zamanı gelir, birileri sahip çıkar, yada sesini çıkarır…

O birilerinin arasında ben de olabilirim kim bilir…?

Bu da dursun burada…

Sabır ve nezaket bittiğinde lazım olur…

….

Değerli okurlar;

Üç günlük hayatta insan kalbi kırmak, onuruyla, ekmeğiyle oynamak, ipi sapı asgari ücretle yıpranan insanları sokağa bırakmak, kime yakışır?

Bunu “Ayıp” diye geçiştirmek yeterli midir?

Önüne geleni, son dakikada rüyasında göremeyeceği göreve getirirsen, “onun adamı bunun adamı” şeklinde seçim yaparak, koltuk verirsen, makam yükseldikçe, boynunu eğmeyi bile bilemeyen adamlara krallık verirsen, bir gün gelir “Zügürt aga”yı oynarsın, oynatırlar…

Ekmek ile oynayan sosyal demokrat falan da değildir…

Siyaset içi, parti içi intikam tiyatrolarının sonucu, diyeti işçi ödemektedir.

Sürgün, işten çıkarma, aşağılama, ayrıştırma…

Yakıştı mı? Yakışıyor mu?

Kimin kimi nereye sürdüğü, kimlerin neden işten çıkarıldığı, isim isim mevki mevki önümüze geliyor…

Sayın CHP il başkanı rapor istiyorsa ben vereyim kendisine…

Elindeki adamları sisteme sokmak, onlardan en yüksek verimi almak yöneticiliktir.

Diğerlerini ise şöyle tanımlarım;

Sailer kompleksli, kifayetsiz muhteris, yetki verilmiş

Benim için hikayeleri budur ve bir adım da ileri gidemeyecektir…

5 yıl değil, isterse 55 yıl belediye başkanı olsun…

Ekmek ile oynayanın adı budur…

***

“Efendiler;

Biz tekke ve zaviyeleri din düşmanı olduğumuz için değil, bilakis, bu tip yapılar din ve devlet düşmanı olduğu, Selçuklu ve Osmanlı’yı, bu yüzden batırdığı için yasakladık.

Çok değil yüz yıla kalmadan eğer bu sözlerime dikkat etmezseniz göreceksiniz ki;

Bazı kişiler, bazı cemaatlerle bir araya gelerek, bizlerin, din düşmanı olduğunu öne sürecek, sizlerin oyunu alarak başa geçecekler ama sıra devleti bölüşmeye geldiğinde birbirlerine düşeceklerdir”

…..

Bu sözler Atatürk’e ait diye biliyordum. Bir tartışma çıktı.

Tarihçi Ayşe Hür, Atatürk’ün bu tür bir sözünün olmadığını iddia etti…

Kim söylediyse söyledi…

Atatürk’ün sözüyse gururla intihal ettim.

Değilse…

Değilse de intihal ettim…

Yaşasın 19 Mayıs,

Yaşasın bağımsız, laik, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti

Bayramınız kutlu olsun...

***

Her 19 Mayıs’ta tüylerim diken diken oluyor.

Ne bu üç satıra sığar, ne elindeki gazetenin topuna…

Herkes yiğitlerimizi anacak.

Atatürk ve 18 silah arkadaşı başta olmak üzere, tüm kurtarıcılarımıza minnet ediyoruz.

Ama şu isimleri ayrı anıyorum.

Ellerinden öpüyorum.

Ruhları şad olsun analarımız;

Kara Fatma, Gördesli Makbule, Çete Ayşe, Ayşe Çavuş, Selanikli Ayşe Hanım, Şerife Ali Kübra, Rahime Hatun, Küçük Nezahat, Hatice Hanım, Saime Hanım, Halide Edip, Senem Ayşe Kadın, Gül Hanım, Süreyya Sülün Hanım, Şehime Korucuoğlu, Sultan Ana, Ulaşlı Hanım, Gamacı Fatma,

Zeynep Hanım, Trakyalı Havva ve Zehra Hanım, Vanlı Güllü Bacı, Kastamonulu Halime Çavuş

Mersin'den Safiye Nine ve daha niceleri…

19 Mayıs özgürlük meşalesidir.

19 Mayıs halk uyanışıdır.

19 Mayıs direniştir…

19 Mayıs halk zaferidir.

Ruhunuz şad olsun….

***

İnsan sesini kusursuzca taklit edebilen, yargıçlara karar aşamasında yardım eden robotlar, sürücüsüz araç deneyimleri, maç yapan robot takımları…

Daha onlarca örnek var tabi…

Geçtiğimiz hafta 3. Dünya Zeka Kongresi Çin’de yapıldı…

Gençler uçtu, yönetenler alkışladı, devletler destek verdi…

Döndük sonra memlekete…

Başkan dedi ki;

“Karınlarını doyuruyoruz, oy vermiyorlar”

Bunun üstüne sokakta mikrofon uzattılar yüce vatandaşımıza;

“Her şey mis gibi nankörlük etmeyin”

Şimdi;

Şu zeka kongresini burada yapalım diyorum…

O robotların işi de beyin ölçümü yapmak olsun…

Şart olsun bozulmazlarsa…

***

Deli ziya; “19 MAYIS BAĞIMSIZ BİR ULUS OLMANIN İLK ADIMIDIR”