18 gündür süren bir YÜRÜYÜŞ var. Bu yürüyüşü, CHP Genel Başkanı başlattı ve sürdürüyor. Gerçeklikten sulandırmaya, hakaretten küçümsemeye, görev yüklemekten irdeleme heyheylenmesine, doğrusuyla eğrisiyle ve tam da bu coğrafyaya özgü çıkarımları okuyorsunuz.
Kendi gerçekliğimizden, yargı ve değerlendirmelerimizden yola çıkarak, dosta düşmana biz de yardımcı olmak isteriz. Tane tane anlatmaya çalışacağız.
Kılıçdaroğlu bu yürüyüşü, devrime gidiyoruz, alayını iptal etmek için yola çıkıyoruz diye başlatmadı, tanımlamadı. O nedenle, bu yürüyüşe iddiasından başka bir şey yüklemek ve beklemek, saçmalamaktan başka bir şey olamaz.
Yürüyüş, adalet konusunda kimliğini ve tavrını yeterince kanıtlamış antidemokratik bir siyasi vahameti, bir kere daha teşhir ve ifşa etmektedir. Sorumluları ne zaman ağzını açsa saçmalamakta, suç işlemekte, suça teşvik etmekte, provokasyonlara yol göstermektedir.
Bu yürüyüş, iktidar ve destekçilerinin, bir kere daha demokrasiden ne anladıkları ya da anlamadıklarını, gizlenemez biçimde açığa çıkarmıştır. Hiç kuşkusuz bu durum, öncelikle yasaları ve uygulayıcılarını ilgilendirmektedir. Suça ve suçluya yardım ve yataklığı yeniden tanımlayan bu pespayeliklere karşı, ne yapacakları da ayrı bir fasıl haline dönüşmüştür.
İktidar başta olmak üzere, bu yürüyüşü çarpıtmaya ve küçümsemeye çalışanlar, tarihsel bir fırsatı elden kaçırmış, pek övündükleri gündem belirleme becerileri sınıfta kalmış, hepsinden ötede, demokratlık katsayılarını kanıtlama şansını heba etmişlerdir. Gerçi hal ve hareketleri, bunu pek de önemsediklerini göstermektedir ya, içlerindeki “gerçeği” bilemeyiz elbette! Kılıçdaroğlu’nun parti, rozet ve bayrak yanında, siyasal sloganları bile ardında bırakarak gösterdiği cesaretli ve uygar “duruşun” yanında yer alamamanın, getirisini ve götürüsünü yaşayacaklardır.
Bu yürüyüş, geçmişe dair ne kadar eleştiri ve özeleştiri ihtiyacı varsa, eylemin içeriği ve zamanlaması adına, bunların ötelenmesini gerektirmektedir. Bir başka deyişle, mutlaka konuşulması gereken şeyleri, bu yürüyüşün önüne koymak, olsa olsa lafazanlıktır, zamanı çar çur etmektir ve elbette ciddiye alınmayı hak etmemektedir.
Çünkü bu yürüyüş, büyük ve özlenir bir buluşma ve paydaşlık yaratmıştır. Bunun kıymeti paha biçilmezdir. Saçmasapan suçlama ve karalamaların, bu kıymet yanında esamisi bile okunamaz. Elbette konu mankenleri, geçiyordum uğradım heveslileri, iki fotoğraf çektirsek mi meraklıları da olacaktır. Hangi eylemde yokturlar ki? Bunlara da takılmamak gerekir.
Yürüyüşün şiarı olan "Adalet", tüm kamu tarafından paylaşılacak bir manifestoya dönüşmek zorundadır. İstanbul mitingine ve söylemine büyük görevler düşmektedir. Manifestosuna emek, sınıf, demokrasi, laiklik, çağdaş değerler, insan hakları, bilim ve sanattan yana özgürlükçü tavır ve Cumhuriyet kazanımları egemen olmazsa, biri bile eksik kalırsa, vahim bir eksiklik yaşanacak ve doğal olarak eleştirilecektir. Böylesi bir eksiklik, yürüyüşün doğurduğu umut ışığını, en azında kısacaktır ki; bu tarihsel bir fırsatın eriyip gitmesi olacaktır.

Başlattığı yürüyüşle, çok önemli bir milat adına güç, cesaret ve paydaşlık peşine düşen Kılıçdaroğlu, her halde bu sorunları da tek başına göğüslememeli, “tek sorumlu” görülmemelidir, değil mi?
Düzen bu yürüyüşten nasıl nasiplenir, bundan sonra neler yapılmalıdır, bunu zaman gösterecek. Ama bir gerçek var ki, demokrasi tarihindeki yerini çoktan alan bu yürüyüş, öküz altında buzağı arama hastalığımızdan çok, doğru bir koruma ve paylaşma titizliğini hak etmektedir. Bu yürüyüşü ne Che, ne Mao, ne Gandi, ne Denizler yapıyor. Bu yürüyüşü Kılıçdaroğlu başlattı ve kuşkusuz geçmişin bütün demokratik birikiminden esinlenerek, bugünlere ulaştı. Hiçbir şey yapmıyorsak bile, sonuçlarını beklemek, umudun parçası olmak gerekmez mi?
Bu yürüyüş beyhude ve safsata görülüyor da, zaten yeterince var olan saygısızlık ve pespayeliklere eklenip, malzeme tedarikçiliğine dönüşüyorsa... Gerçeğin sizinle ne ilgisi olabilir?