Bekir Coşkun olmak zordu, o yazısıyla yüreğiyle bunu hepimizden bir parçaya dönüştürdü.

(Haluk Işık )

Yine hazandı mevsim. Çanakkale'de yaptığımız Halk Arenası'ndan dönüyorduk. Ayvalık'a yaklaşırken, Soruşturmacı gazeteciliğin ustası Uğur Dündar, “Cunda'ya, Bekir Coşkun'a uğrayalım, onu görmeden buradan geçmeyelim” dedi. Evine gittiğimizde uyuyordu. Sevgili eşi Andree uyandırdı. Bizi görünce çocuklar gibi sevindi. Hemen koyu sohbete koyulduk. Ben, birlikte çalıştığımız Günaydın Gazetesi'ndeki yıllarımızdan söz ettim. Onunla simgeleşmiş "Dokuzuncu Köy" köşesinden de...

***

Sık sık ağrılarından yakınıyordu. Geceleri uyuyamamaktan... Denizi, filozofa benzettiği denizci dostlarını özlediğini, çok sevdiği kıyıda bağlı teknesini uzaktan seyretmeye kahrolduğunu da... Aşklarından köpeği "Postal", yanından hiç ayrılmıyordu. Onun da hasta olduğunu bir ayağının kesilebileceği olasılığına üzülüyordu. (Sonunda Postal da kanser oldu…Ön bacağını aldılar 2.5 yıl önce. Bekir Abi de yazdı: Şimdi ikimiz de iyiyiz…Onun üç ayağı var, birlikte geziyoruz… Sözleştik: Sen benim nefesim ol, ben de senin ayağın...)

***

Okurlarının onu sorduğunu, yazılarını özlediğini anımsattık bir ara. Ve sorduk; "Bir yazar bu kadar nasıl sevilirdi? Okurla böylesi sıkı ilişki nasıl kurulurdu?”

Yanıtı; "Çünkü; ben de onları sevdim. Tek istediğim; sıcak o elleri. Nerede olursa tanırım" olmuştu. Daha sonra portresine yer verdiğim Aşina Yüzler kitabımı gönderdiğimde okuyunca çok mutlu olmuştu telefonda. Fotoğrafını da göndermişti kitap elinde, "Gözlerinden ve yüreğinden öpüyorum. Bekir Abin" mesajıyla...

30 Eylül'deki son yazısı da şöyleydi Sözcü'de; "Yazı bilmem/ Yazarım yazı bilmem/ Bu yaz böyle geçti/ Gelecek yazı bilmem..."

***

Vicdanın sesiydi o. Hayvanlara tutkuyla bağlıydı. Onlar da Bekir Coşkun’a. Pako'yu nasıl unuturuz? "Pako'ya Mektuplar" kitabında yazmıştı; "İşte böyle Pako. Gördüğüm her kuş, tanıdığım her yaratık, peşinden baktığım her tavşan, sırtüstü uzanıp seyrettiğim her şahin beni büyüledi. Yüreğimde inanılmaz fırtınalar koptu. Artık âşıktım Pako. Dağlara, ormanlara, ağaçlara, derelere, taşlara, kayalara, dikenlere âşıktım. Sevgimin öyküsünü anlatıyorum sana… Bizler, bizi sevenleri gözlerinden tanırız… Onların yüreklerindeki sevgi, güzel yüzlerine yansır. Onların gözlerini gördüğümüz zaman sevinip çılgına dönmemiz ondandır… Bizler; kimimiz evlerde, kimimiz barınaklarda, kimimiz sokaklarda, kimimiz karanlık bir kuytuda yaşayabiliyorsak, tümünü, bizleri seven o iyi insanlara borçluyuz… Onlar iyi insanlar…”

***

Az yazardın, öz yazardın. Namusuyla gazetecilik yapanlar arasında ilk sıralardaydın. Mahkemelerde süründürüldün, asla af dilemedin. Kimse sana “satılık kalem” diyemedi. Hoşgörünün, tevazunun, insanlara, olaylara o kadar esnek ve anlayışla yaklaşırdın ki. Ustasıydın ustası! Saygınlığın, ilkeli duruşun tartışılmazdı. Katıksız yurtseverdin, Cumhuriyetçi kimliğin ön plandaydı. En çok paylaşılan yazılarından birinde şöyle yazmıştın;

“Ben Atatürk’ü sevmeyenleri de sevmem. O bir insan değildir bizler için. Bir ilkedir, bir idealdir, bir rejimdir, bir ülkedir, özgürlüktür, bağımsızlıktır, medeniyettir. Biz hepsine birden ‘Atatürk’ deriz. Bu yüzden dilimizden düşmez… “Sevgiyi yok edenler dışında” bütün insanları, bütün canlıları sevmek gerektiğini düşünendin. Yüreğin kadar büyüktün Bekir Abi. Toplumun yüreği olmayı hak edecek kadar. Ayrılık mevsiminde, bir hazan günü “Eyvallah” dedin, gittin. Asla unutulmazsın, yerin dolmayacak!.. “Kimi gittikçe kalır/ kimi kaldıkça gider” der ya Özdemir Asaf. Sen, hep yüreğimizde kalacaksın. Saygıyla, sevgiyle, rahmetle...

***

17 yıl önceki yazınla; Sokaklar bizim

Son zamanlarda hayvan beslediği için evinden atılan insanlar arıyorlar. Bir kedi, bir köpek, hatta kuş sahibi iyi insanları bile yuvalarından çıkartıp atabiliyorlar.

Telefonlarda ağlayan insanlar var.

***

Yaşlı amca ile teyzenin de evden çıkmasını istediler.Onlar elbette çok üzüldüler. Komşular şikayet etmişlerdi ve polis mahkeme kararı ile kapıya gelmişti bir kere. Amca ‘‘Ama bizim suçumuz ne?’’ diye sordu. Polis amca sert biçimde yanıtladı:

‘‘Hayvan besliyorsunuz...’’

‘‘Hayvan beslemek yasak mı?...’’

‘‘Yasak...’’

‘‘Niye yasak?...’’

‘‘Çünkü komşular burada bir hayvanın olduğunu hissettiklerinde huzursuz oluyorlar. Onlar çok temiz oldukları için...’’

‘‘Pislikten onların evinde hamam böceği var ama...’’

‘‘Olsun...’’

***

Evden atılmak istenen amca hüzünle boynunu biraz daha bükerek:

‘‘TV’lerde görüyorum, bütün medeni ülkelerde evlerde hayvan besleniyor...’’

‘‘Burası neresi?...’’

‘‘Türkiye...’’

‘‘Eeee...’’

‘‘Ama günahtır, yazıktır...

Ben şimdi nereye gidebilirim, burası benim evim...’’

‘‘Onu baştan düşünseydin...’’

Amca:

‘‘İyi ama asıl önemlisi bizim evde hayvan yok...’’

‘‘Peki biz niye geldik buraya?...’’

‘‘Gelin bakın, bizim hiç hayvanımız olmadı...’’

Polis elindeki kağıda bir daha bakarak:

‘‘Yani içerde hayvan diye bir şey yok mu?...’’

‘‘Yok...’’

‘‘Adın ne senin?...’’

‘‘Mustafa...’’

‘‘Soyadın?...’’

‘‘Keklik...’’

‘‘Hah...

Gördün mü işte ‘‘Keklik’’ ne demek?

Mahkeme ne derse o...’’

***

Biraz şaka olsun diye yazdım.