Gazeteci kisvesiyle, bavul dolusu evrak teslim ederken görüntülendi. Önce alkışlandı, sonra tutuklandı. Savcı cübbesi giyiyordu, dava üstüne dava açıyordu, soru sorulamaz, hikmetinden sual olunamaz tavrı sorgulanamazdı. Önce alkışlandı, sonra bir havaalanında memleketten tüyerken görüntülendi. Hâkimdi, duruşmalarda tespih çeker, uyuklar, ali kıran baş kesen havalarda, duruşma salonlarını terörize edip, ahalinin üstüne su sıktırır, gaz bombası attırırdı. Sonra, yobaz bir çetenin üyesi olarak tutuklandı. Valiydi, kentte devletin en üst düzeyde temsilcisiydi, gündüz operasyon emri verir, gecesinde ahaliyle kafa bulan paylaşımlara bile zaman bulurdu. Sonra, malum çetenin üyesi olmaktan tutuklandı... Kaymakam, genel müdür, yönetici falan, bu liste sürdü gitti, her gün yenileri eklendi, ekleniyor.
Sonra tutuklayanları tutuklayanlara ve hatta onları da tutuklayanlara geldi sıra. Sonra senin benim maaşımla geçinen, ama daha çok “ben devletim” diye geçinenlerin iplikleri pazara düşmeye başladı. Listeler yayınlandıkça, bu ülkenin kılcal damarlarına kadar girmiş, her meslekten nice insanın, meğer ne salaklıklarla iştigal ettiğini öğrendi ahali. Bir adım geriye çekilip, manzaraya “doğru” yerden bakmayı başaran her yurttaş, bu ülkenin ne hale getirildiğini görüp, dehşeti yaşadı. Örneğin koskoca cübbelilerin, makam mevki sahiplerinin; diploması “ilkokul”, makamı “abi, abla, tabur-mahalle-kurum imamı, mahrem bilmemnesi” olan nice dangozun önünde eğilip, peşinde sürüklendiğini öğrendi.
Bunlar tek başına mı var oldu? Bunca skandalı, bunca haksızlığı ve rezaleti, çalınmış hayatları, bireysel ve toplumsal travmaları tek başlarına mı yarattılar? Alkışlayanlar, sırtlarını sıvazlayanlar, kefil olup bunca sefilliğe zaman ve zemin yaratanlar yok muydu? Bir ülke bağırsaklarını temizlerken, midesini, böbreğini, dalağını, ciğerini, elbette kalbini ve beynini işgal edenleri unutabilir miydi? Son kullanma tarihi tükenmiş ve daha düne kadar “akil” sayılan liboşları, dönekleri ve yandaşlık şampiyonluğuna soyunmuş sersemleri ahalinin önüne atmakla, yardım ve yataklıktan sıyrılmak mümkün müydü?
Hiçbir basınç, bu soruları ezemeyecek, küçültemeyecek ve buharlaştıramayacaktır.
Oysa biz hepsini, yıllardır söyledik. Yobaz kalkışmadan çok önce uyardık, sonrasında da yazıp anlatmaya çalıştık. Öncesi arşivdedir, bugüne dair söylediklerimizin özeti de şudur:
FETÖ adındaki yobaz çetelerden bir çete, ne bizim bir tarihten sonraki hayal kırıklığımız, ne post ve taht kavgamızda karşımıza çıkan rakibimiz, ne de besleyip semirttikten sonra, ihanetine uğradığımız için lanetlediğimiz soysuzluklardan biridir. FETÖ bizim için, bu ülkeye ve dünyaya bela edilmiş, emperyalizmin beslemesi, şeriatçı faşist yobaz çetelerden yalnızca biridir. FETÖ ve benzerleri, yardım ve yatakçıları, tedarikçiliğini yapan omurgasızları, tüm kimliksizlik ve kişiliksizlikleriyle, aynı kuburun pislikleridir. Hiçbiri, bu alçaklık fotoğrafından kendini sıyıramaz, silemez ve gizleyemez. Bit kadar beyinleriyle hedef saptıramaz, bir gün mutlaka hesap vermekten kaçamaz. Bunu başaramayacaklarını, ne yaparlarsa yapsınlar, onlar da, bu ülke ve yeryüzü de mutlaka görecektir.
Bu belirlemelerin, saptamaların ve öngörülerin paydaşı olmak, çağdaş, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti’ni ve gereklerini sahiplenmekten geçmektedir. Turnusol budur. Olup bitene dair algı ve davranma refleksinin kalitesi, bu kabulden beslenmeye bağlıdır.
Bu ülkede herkes ve her şey, ne yaptığını, ne yapıyor olduğunu ve ne yapacağını ölçüp biçme, temize çekme ve davranma demlerinden geçmektedir. Hukuk, hukukçular ve hukuk kurumları, bu sürecin en önemli unsurlarıdır. Yalpalanmaktan sıyrılmak, adaletin kurum ve yaptırımlarıyla inandırıcılığını tesis etmek acil bir görev olarak durmaktadır. Son on, on beş yıl içinde, bu bağlamda yaşananlar, korkunç toplumsal travmalar olarak tarihe geçmiştir. Hukuk, öncelikle toplumsal kabul, vicdani inandırıcılık ve sürdürülebilirlik açısından, önündeki her türlü engeli kaldırmakla yükümlüdür. Bir ülke bunu başarmadıkça, demokratik ve çağdaş kimlik taşıdığını iddia edemez. Her yurttaşın birincil talebi ve ısrarı bu yolda olmalıdır.