Hayvanlar dünyaya geldiklerinde beyinlerinde bir işletim sistemi vardır. Android, Linux, Windows, IOS gibi... Arı bal yapmayı, kızıl yengeç ormanda doğduğu halde 10 km yürüyerek okyanusa ulaşmayı, alabalık yumurtlamak için her sene aynı yere gitmesi gerektiğini bilir.

Peki ya insanlar?

İnsanlar maalesef bir işletim sistemiyle dünyaya gelmezler. Anne karnında daha ceninken başlayıp 7 yaşına kadar kendi işletim sistemlerini kendileri indirir. Sonra ekledikleri uygulamalar, yani yaşam pratikleri ile hayatlarını idame ettirmeye çalışırlar.

Bizler bugünlerde yeni bir uygulamayı öğrenmeye çalışıyoruz. Uygulamanın ismi korona virüse karşı nefes alıp vermeyi sürdürebilmek.

Bu çok bilinmeyen durumda bilgiyi sindirirken, bazen kafamız karışıyor tabi... Aklımızda gel-gitler yaratan, uygulanan kimi yasaklar ve ortaya konan kurallar oluyor. Onlardan anlıyoruz ki; korona sahilde dolaşırken bulaşıyor, AVM'de dolaşırken bulaşmıyor, piknik yerlerinde bulaşıyor, berberlerde bulaşmıyor, hafta sonu bulaşıyor, hafta içi bulaşmıyor, Meclis'te bulaşıyor, fabrikalarda bulaşmıyor, bazı şehirlerde bulaşıyor, bazı şehirlerde bulaşmıyor...

Böyle olunca da AVM önlerinde kuyruklar oluşurken sahiller de boş kalmıyor.

Vatandaşlar virüsten korunmaya çalışıyor elbette ama bir yandan da vakalara vaka, ölümlere ölüm eklenmeye devam ediyor...

***

Doğada bulunduğu ortama en çabuk adapte olan hayvan iguanadır. İguanalar korunma ve saklanma içgüdüsüyle derisinin rengini bulundukları ortama uydururlar. İnsanlar içinde de iguana soyundan olanlar var. O an hangi düşünce işlerine geliyorsa onunla donanıyor, onun çatısı altında rahatlıkla yaşayabiliyorlar. Farklı bir fikre sahip olsalar da dillendirmiyor, risk almıyorlar. Bu omurgasız insanların temel amacı ise günü kurtarmak.

Bu nedenle kendi bulundukları çevrenin dışında doğada ne oluyor ilgilenmez, en fazla yalandan üzülüyor gibi yaparlar.

Oysa, gerçekten üzülmeli ve harekete geçmeliyiz. Bu ülkede hava kirliliğinden dolayı balkonlarına beyaz çamaşır asamayan kentler var. Doğa harikası kanyonlarımız çöplere boğulmuş halde, göllerimiz ve nehirlerimiz çirkin yapılaşma ile atıkların kurbanı, verimli araziler inşaatlara teslim, ormanlarımız yok olmak üzere, denizler ölüyor...

***

Kirletmekten, çirkinleştirmekten, yok etmekten haz alınıyor sanki... Daha fazla kazanayım derdiyle yapılamayacak yok gibi... Hukuka aykırı madenler, iş güvenliği olmayan işletmelerle birileri gününü kurtarırken doğa gözlerimizin önünden kayıyor. Ve o giderken elbette insanları da arkasından götürüyor. Çünkü yerküre dengeyi seviyor. Denge bozulduğunda her şey bir anda değişiyor.

Tabiat tahrip edildikçe canlı hayatı ve iklim değişiyor. İklim farklılaştıkça da bunun acısını yine insanlar çekiyor. Son olarak bunu yaban arılarıyla boğuşan Amerika'da ve sonra da İspanya'da gördük. Japon arıları olarak bilinen bu arılar, insanların da ölümüne neden olurken diğer arı türlerini öldürüp ikiye bölmeleriyle meşhurlar.

Türkiye'ye çok mu uzaklar?

Maalesef iki yıl önce Tokat'ta görüldüler ve arıcılara büyük zarar verdiler.

Bu Japon arılarının çoğalmasının nedeni havaların sıcak ve kurak gitmesi, kışın soğuk geçmemesi. Yani iklim...

İnsanoğlu kendine fazladan değer biçiyor. Kendini bir karıncanın canından daha değerli görüyor. Oysa uzaya çıktığınızda bir karınca kadar bile görünmüyoruz.

Biz yok ettikçe yok olan varlıklarız ama ne acı ki hala bunu kavrayamıyoruz.