İzmir müze fukarası, sahne fakiri, sinema ve sergi salonu yoksunu... 'Çok amaçlı' denen ama doğru dürüst bir eser sergilenemeyecek yapıların zengini... Ülkemizde herkes, her şeyi çok iyi bildiği için bu çok amaçlı yapılar gerçek sanatçıların işine yaramıyor. Konser salonu, konser salonu gibi, opera binası, opera binası gibi olmalı ama bir türlü bu topraklarda olamıyor. Her şeyimiz -mış gibi olduğu için salonlarımız da öyle. Buna rağmen pek çok başarılı sanatçının kalbi İzmir'de, İzmir için atıyor.

Seçim yarışına girerken 'Aşkla İzmir' diyen İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer'in bu manzaranın farkında olduğunu ve bunu değiştirmek için büyük bölümü becerikli olmayan kadrosuna karşın çaba harcadığını biliyorum. Elektrik Fabrikası'nı alıp dönüştüremese de Yıldız Sineması ve arkasındaki Bıçakçı Han'ı, İBB mülkiyetine dahil etti. Geçtiğimiz günlerde, Soyer'in "Kısa sürede Bıçakçı Han'ı açacağız. Yıldız Sineması'nı İzmirlilerle buluşturacağız" dediği iki mekanı da gezdim ve İzmir için çok heyecanlandım.

***

Tek başıma gezmedim, çok özel bir grupla adeta tarihin koridorlarında, avlularında, salonlarında dolaştım. Turumuz önce Yıldız Sineması'ndan başladı. Bu sinemada hiç film izlememiş, hatta kapısından hiç girememiş ama hakkında pek çok şey duymuş biri olarak meraklıydım. İçinde dolaşırken iyi tasarlanmış ama çok kötü kullanılmış bir bina ile karşılaştım.

“Avare” adlı Raj Kapoor'un hem yönetmenliğini yaptığı hem de başrolünde oynadığı 1951 yapımı Hint filmi, Türkiye'de ilk kez bu sinema sergilenmiş ve buradan dağıtılmıştı. Raj Kapoor bu filmle dünya çapında üne kavuşmuştu. Bugün filmin müziği hala kulaklarımdadır.

Gezi sırasında TARKEM'den Sergenç İneler de unutmamış olacak ki hemen şarkıyı internetten bulup çalmaya başladı. Bin 700 metrekare alana sahip Yıldız Sineması önceleri yazlık bir sinema iken, 1953 yılında kapalı bir sinemaya dönüştürülmüş. 1957 yılında, yeniden inşa edilmiş ve bugünkü ismiyle kapılarını 22 Mart' ta Zeki Müren konseriyle açmış.

Binadaki gezimiz sırasında başta Zeki Müren olmak üzere pek çok kişi ağırlayan kulise cep telefonlarımızın ışıklarını kullanarak zar zor ulaştık. Gördüğümüz ise bir viraneydi.

Yıldız Sineması, sihirbaz gösterilerinden çeşitli konserlere, operetlerden tiyatrolara kadar farklı pek çok sanat etkinliğinin gerçekleştiği, 1955 yılında ülkemiz ve İsveç güreş milli takımlarının müsabakalarına ev sahipliği yapan bir kültür merkezi olmuş.

En iyi filmlerin İzmirlilerle buluştuğu ve İzmirliler için çok özel bir yeri olan Yıldız Sineması, sinema özelliğini 90'lı yıllarda kaybetmiş. Kapanmadan önce halı saha, bilardo salonu ve otopark olarak kullanılıyormuş. Biz içeride dolaşırken bu son halinin izlerine rastladık. Bilardo masaları hala yerlerinde duruyordu, takım formaları kuruması için asıldığı ipte kalmıştı ve halı saha kullanılmaya hazırdı. Ama bunlar dışında kalan binanın diğer bölümleri bir korku filminin fonunu oluşturuyor gibiydi.

***

Sinemadan artakalan tarihi değere sahip film makaraları, filmler, afişler, film makineleri üstün körü bir şekilde depolanmıştı. Hatta önemli bir bölümü Bıçakçı Han'da bir odaya tıkılmıştı. Tıkılmıştı derken abartmıyorum. Han, pandemi öncesinde mimar bir grup tarafından yılbaşı öncesi alışveriş mekanına dönüştürülmeye çalışılmış. O sırada bahsettiğim tüm eserler, bir odacığa yığılmış. Öyle ki bu tıkılma sırasında eserler zarar görebilir, sağlam bir yağmurda o odacıktan taşan tüm bu eşyalar zarar görebilir, Han'a giren birileri bunları alıp götürebilirdi.

Han demişken biraz Bıçakçı'dan bahsedelim. Yaklaşık 4 bin 500 metrekare olan Han, Yıldız Sineması'na göre çok daha iyi bir şekilde karşımızda duruyordu. İstenirse hemen yarın yapılabilecek birkaç ayarlamanın ardından, sivil toplum kuruluşları ve sanat üreticileri buraya gidip önemli bir bölümünde çalışmalarına başlayabilir.

Evet Han'da bir takım düzenlemeler ve temizlik çalışması yapılmış ama söylemeden geçemeyeceğim bir nokta var ki o da bu tarihi mekanın taş duvarlarının kireçle boyanmış olduğu. Başkan Soyer'in çevresinde iş bilmeyen, beceriksiz takım buradaki tarihi yapıtları, malzemeleri görmeyen, taş duvarları kireçle boyatan, boyanmasına göz yuman, görmezden gelen ya da denetlemeyenler... Bu her iki yapının kente kazandırılırken kapılarının kültür-sanat üretenlere açılacak olması harika bir fikir. Bu kapsamda hem Büyükşehir Belediyesi hem de İzmir'in kültür ve sanat üreticilerinin kurmaya çabaladıkları İzmir Kültür Sanat Platformu ile burada güzel birliktelik oluşturulmaya çalışılıyor. Yapılanları çok yakından takip ediyorum ve İzmir için hem seviniyor hem de gururlanıyorum. Tüm bu çalışmalardan İzmir karlı çıksın. Yeni yıl dileklerimden biri, bu bölgenin sanatçılara kazandırılması ve iki yapının tam ortasındaki Hazine'ye ait olan Bağ-Kur binasının Büyükşehir'e bırakılmasıdır. Sanatçıları ve STK'ları tek merkezde toplamak hem Tunç Soyer'i hem de kentin çok daha noktalara taşıyacaktır.