Korona virüs günlerinden çıkartacağımız pek çok ders olacak. Başlıcası, giderek unutulan sosyal devlet kavramının önemi… Özelleştirilen kamu sağlık kuruluşları, kapatılan Hıfzısıhha Enstitüsü gibi araştırma kurumları, ‘muhalif’ oldukları için görevlerinden uzaklaştırılan sağlık elemanları, uzman doktorlar, siyasi iktidarın söylemlerine tutsak olan bürokratlar… Özetle, özerk olması gereken bilimin siyasete kurban edilmesi…

Virüs sayesinde görmeyen/görmek istemeyen gözlerin bile görmek zorunda kaldığı başka gerçekler de oldu: iş dünyasının acımasızlığı, patronların iktidarında emekçilerin çaresizliği, (DİSK ve KESK gibi birkaç sendika haricinde) iktidara göbekten bağlı sendikaların sefaleti… Elbette, bu genellemenin dışında kalan olumlu örnekler de var. Sağlık emekçilerine otellerini açan, yemek servisi yapan, zorunlu izne çıkardıkları işçilerinin maaşlarını eksiksiz ödeyen işverenler, kiralarını almayan ev sahipleri gibi…

Tıpkı bilim gibi, siyasi müdahalelerden uzak olması gereken eğitim kurumlarının hal-i pür melali de gözler önüne serildi, sınırlı karantinanın gerekli kıldığı ‘uzaktan eğitim’ (Eba TV) günlerinde. İdam ve kafa kesme görüntüleri içeren videolarla karşılaştık. Dehşete düştük… Meğer, bu videolar zaten müfredatın bir parçasıymış; şimdi görünür olmuşlar… Laik eğitimin önemini anlamayanlara ders olmuştur umarım.

Eğitimin önemli bir parçası sanat okur-yazarlığı olmalı. Oysa, günümüzde öğretim müfredatında sanat derslerinin esamesi okunmuyor. Korona virüs karantinasında eve kapanan sanatçılar üretimlerini sanal ortamda paylaşırken, yurt içinden ve dışından pek çok sanat kurumu arşivlerini açtı. Bir süreliğine dünyanın en önemli operalarını, en ünlü orkestralarını, tiyatro oyunlarını ücret ödemeden izleme şansına sahibiz. Bundan bir ders çıkartan yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşları olabilir umudundayım. Kitle eğitimine bu katkıyı yapabilseler, ülkemizde sanata yönelik talepte bir patlama olabilir... İzleyiciyi ‘Survivor‘lara, ‘Yemekteyiz’ gibi dehşet verici kadın programlarına mahkum eden ticari kanallara alternatif oluşturan az sayıdaki ciddi televizyon kanalı da bu işlevi üstlenebilir. Neden olmasın?

Yarın, 27 Mart Dünya Tiyatro Günü… Tiyatro sanatını geniş kitlelerle buluşturmak için güzel bir fırsat. İzleyin bakalım, hangi TV kanalı (ana akım kanallardan söz ediyorum) tiyatro üstüne bir program yapacak? Kaçı, Dünya Tiyatro Günü mesajlarına yer verecek? Tüm tiyatrolar kapalı olduğu için, tiyatrolarda da oyun öncesi bu bildiriler okunamayacak ne yazık ki. UNESCO’ya bağlı Uluslararası Tiyatro Enstitüsü (ITI) tarafından benimsenen Dünya Tiyatro Günü için ilk bildiri 1962 yılında, Paris’te Milletler Tiyatrosu’nun açılışında ünlü yazar Jean Cocteau tarafından okunmuş. 1978 yılından itibaren Evrensel Bildiri’nin yanı sıra her ülkenin bir de Ulusal Bildiri yayımlama geleneği yerleşmiş. Türkiye’nin ilk bildirisini Muhsin Ertuğrul kaleme almış.

Bu yılın evrensel bildirisinin yazarı Pakistan’dan. Oyun yazarı ve Ajoka Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmeni Shahid Nadeem bildirisinde tiyatrosunun toplumundaki tutuculuğa karşı verdiği mücadelenin öyküsünü anlatıyor ve halkla diyalog kurabilmek için onların manevi değerlerine saygı duymanın gerekli olduğunu söylüyor.“Sanatçı ve seyirci arasındaki, geçmiş ve gelecek arasındaki ilişkiyi yeniden kurmanın vakti geldi. Tiyatro yaratımı kutsal bir iş olabileceği gibi, oyuncular da oynadıkları rollerin birer ‘avatar’ı olabilir. Tiyatro bir mabet olabileceği gibi, mabet de performans alanı olabilir” diyor. Bu yıl Türkiye Ulusal Bildirisi ise, Devlet Tiyatroları eski Genel Müdürü Lemi Bilgin tarafından yazıldı. Bilgin, “Bizi birbirimizden ayıran tüm engelleri, tüm farklılıklarımızı unutup, bizi birbirimize bağlayan ortak duyguların, ortak özlemlerin büyülü dünyasına katılacağız… Görmek istemeyenlerin gören gözü, söylemek için cesareti olmayanların söyleyen dili olacağız” diyor. Umarım gerçekleşir dilekleri…