Dijital teknolojiler, benzeri görülmemiş genişlik ve ölçekte pazarların yapısını bozdu. Bugün, ortaya çıkan bir başka yenilik dalgası daha var. Bu yenilik, küresel ekonominin karbondan arındırılmasıdır. Hükümetler hala iklim kriziyle gerçekten mücadele etmek için gerekli inançtan yoksunlar. Yine de karbon emisyonunun azaltılması yönünde farklı çevrelerden baskının arttığını da görebiliyoruz. Son araştırmalara göre son beş senede Avrupa'da karbon maliyeti 10$'ın altından ton başına 50$'ın üzerine çıkmış. Fakat sanayileşmiş ülkelerde bile büyük elektrik kesintilerinin yaygınlaşması mevcut enerji arzının kırılganlığını ortaya koyuyor. Ve Dünya da karbonsuz bir gelecek isteniyorsa, güvenilir, temiz elektrik üretim teknolojilerini geliştirmeye ve uygulamaya acilen daha fazla yatırım yapılması gerekiyor.

İleri görüşlü yatırımcılar bunu anlıyor. Bloomberg'e göre, düşük karbon teknolojilerine yapılan küresel yatırım 2020'de 500 milyar dolara yükseldi. Bunun yaklaşık 300 milyar dolarını yenilenebilir enerji oluşturdu, bunu ulaşımın elektrifikasyonu (140 milyar dolar) ve ısıtmanın (50 milyar doları) takip etti. Ancak bitiş çizgisinden çok uzaktayız. Uluslararası Enerji Ajansı'na göre, bu yıl küresel CO2 emisyonlarının 2020 seviyelerinin üzerinde 1,5 milyar ton artması bekleniyor. Ve küresel enerji tüketiminin %80'inden fazlası hala kömür, petrol ve gazdan oluşuyor.

Temiz enerji olarak dünyanın elinde çok seçenek olduğu düşünülse de maliyet ve verim yönünden fazla bir seçenek yok. Hidroelektrik santralleri, kömür ve füzyon, insanlık için halen büyük enerji kaynakları olarak görülüyor. Rüzgar, güneş enerjisi gibi çok daha çevreci seçenekler ise her bölgeye kurulamaması ve büyük ihtiyaçları karşılamakta yetersiz kalmaları yüzünden listeye dahil edilmekte zorlanıyorlar. Kömür santrallerini de karbonsuz bir dünya istiyorsak hemen eliyoruz. Hidroelektrik ve nükleer seçenekler şu an için elimizdeki iki temiz enerji gücü gibi gözüküyor.

Elektrikli araçların yaygınlaşması ile ülkelerin elektrik ihtiyaçları da devasa boyutta artacağını öngörebiliriz. Örneğin ABD hükümetinin son planında, taşımacılığının elektrifikasyonu için 10 yılda 174 milyar dolar harcamak var. Karbonsuz enerji kaynaklarına yönelik küresel talebinde 2050 yılına kadar üç katına çıkması bekleniyor. Hidroelektrik santralleri de böylesine bir ihtiyacı karşılayacak ölçekte kurulamaz durumdalar. Her ülkede nehirler, akarsular yok. Üstelik olanların üzerine zaten yeterince çevre zafiyeti yaratanları kurulmuş durumda. Daha fazlası temiz su savaşlarını tetikleyecek başka sorunlara da sebep olabilir.

Bu sebeple dünya tekrar füzyon enerjisine yönelmeye başlıyor.

Fakat bu alandaki gelişmeler ile elektrik üreticileri bu sefer işi eski nükleer tip santrallere göre daha doğru yapmak istiyorlar. Füzyona manyetik hapsetme yaklaşımı için süper iletken mıknatıslar, çok daha güçlü lazerler, nano yapılı malzemeler ve düşük nötronik yakıt pB11 isimli bir yakıt bu alanda bir yenilik olarak sunuluyor. Crunchbase verilerine göre, dünya genelinde özel füzyon şirketlerine yapılan yatırım 2020'de on kat artarak neredeyse 1 milyar dolara ulaştı. Başarılı füzyonun iyi tarafı neredeyse sınırsız olmaları. Yine araştırmalara göre artan küresel enerji ihtiyaçlarını karşılamak için 2030'dan 2050'ye kadar küresel olarak tahmini 26 TW birincil enerji kapasitesi inşa edilmesi gerekiyor. Sadece 1 TW kapasite 300 milyar dolar gelir üretecek ve 2030'dan 2050'ye kadar %15'lik bir pazar payı yıllık 1 trilyon dolardan fazla gelir sağlayacaktır.

Türkiye’de de hali hazırda nükleer santraller kuruluyor. Fakat bu santrallerin teknolojilerinin bahsi geçen yeni nükleer santral teknolojilerine göre çok daha tehlikeli ve verimsiz. Enerji krizi içine girmeye başlayan tüm dünya gibi Türkiye’nin de bir an önce bu yeni teknolojiler üzerinde araştırma yapmaya başlaması gerekiyor. En azından yeni nükleer teknolojilerin tartışılmaya başlanması dahi bir adım olacak. Sağlıklı günler dilerim.