Yazacaklarımın ezber bozmasını, aynı dertten mustarip birçok insanı hoşnut etmesini, daha önemlisi yazının muhataplarının bir nebze utanmasını umuyor ve diliyorum. Hayır, muhatapların adlarını yazmayacağım. Bu köşenin onlara vitrin olma ya da alan açma gibi bir derdi, adlarıyla kirlenme lüksü yok. O tiplerin “reklamın iyisi kötüsü olmaz” cıvıklığı içinde sırıtmalarına, bu köşe asla izin vermedi, vermeyecek. Giriş yeter, meramımıza geçelim.

İlk köşe yazımın yayınlanması, 80’lerin başlarına denk düşer. Beş altı gazete, dört beş dergi, birkaç internet gazetesinde değişik adlarla yayınlanan köşe yazılarımın sayısı, bini aşmıştır. Hepsi “fikir” yazısıdır, ödünsüz özgürlük alanımdır. Kültür ve sanat odaklıdır ve bunların hayatın bizzat kendisi olduğunu unutmadan, bildiğim ve üstüne söz etme hakkım olduğunu düşündüğüm her alana ve konuya uzanır. Mahfillere el sallanmaz, “gizli reklam” içermez, eş dost muhabbetine yer verilmez, gündelik politika dehlizlerinde kirlenmeye izin yoktur. Dönüp dönüp aynı şeylerden söz etmekten çekinir, malumatfuruşluktan uzak durmaya çalışır. Hasbelkader tanış olduklarının üstünden, yüz yıldır miras kemirmez. Her harfte, hayatın ve bu memleketin, kentin ve insanların hakkı olduğunu unutmaz. Arabeskten, tutuculuktan, gericilikten, algısızlıktan ve her türlü sömürüden azadedir. Laf olsun beri gelsin lafazanlıklardan uzak durmaya, kanayan bir yaraya paydaş olmaya çaba gösterir. Çünkü “fikir” dediğin değerin, ancak bu tavırla anlam kazanacağına inanır. Bunları anımsatmak zorunda kalmamın, ne yazık ki “kendini anlata anlata bitiremeyenlerin” safına düşme tehlikesi yaşamamın bir nedeni var.

Okurlar anımsayacaktır. “İzmir Şehir Tiyatrosu” üstüne peş peşe üç yazım bu köşede, bir yazım da İzsanat ekimizde yayınlandı. Çünkü konu önemliydi, uzmanlık-kararlılık-bilimsellik-var olan mevzuata denklik ve bunların ışığında bir yapılanmanın peşine düşme iradesi gerekiyordu. Geçmişteki girişimlerin başarısızlığından ders çıkarmak, gaz vermeye ve gaza gelmeye kulak asmamak, İzmir’in dokusuna-kokusuna ve insan birikimine özen göstermek zorunluydu. O yazıların hepsi, bir tuş dokunuşu kadar yakındır, kolaylıkla okunabilir. O yazıların hepsi, 40 yıla yaklaşan mesleki birikimden, başarılı ya da başarısız yapılanmaların içinde yer almanın deneyiminden, hepsinden önemlisi tiyatroya ve bu kente olan tartışılamaz saygı ve sorumluluktan güç ve cesaret alıyordu. Yalnızca sayfalarda kalmasın diye, bir sürü işin gücün arasında, bir işe yarayabilir umuduyla girişimin sorumlularına da gönderildi. Yararlanılır yararlanılmaz, bu benim sorunum olamaz. Bir gün “Sen ne yaptın?” diye sorulursa, elimden gelenin ürünü olarak, o yazıları arşivden çıkarıp gösteririm. Şimdilerde “İzmir Şehir Tiyatrosu” adına ne yapılıyor, ne aşamaya gelinmiştir, süreç ne alemdedir, en küçük bilgim yok. Peki, bu yazıların en önemli “geri dönüşü” ne olmuştur sizce? İşte bu yazı, en net “geri dönüşümler” üzerine yazılmaktadır.

Bunca iyi niyet ve samimiyetle, kimseden icazet almaya tenezzül etmeden yazılan ve “Görüşlerinizi bildirin, yer vereyim “ diyerek biten bu yazılara, kimi densizlerin “Bir beklentisi var galiba” misali zavallılıkla dedikodu ürettiği, kulağıma gelmiştir, gelmektedir. “O bu işlerden ne anlar?” mealindeki kelamlara hak verebilirim, belki de anlamıyorumdur. Ama “beklenti” saçmalığına dair iki kelam etme hakkım vardır.

Bu bir kötülük, herkesi kendi gibi sanma, hayatı bu pis saçmalıklarla geçirme, bir böcek gibi yaşama itirafından başka bir şey değildir. Dedim, adlarını anmayacağım ve onlara bu köşede alan açmayacağım. Ama “İzmir Şehir Tiyatrosu” girişimini başlatanlara tavsiyem, bu mikroplara karşı duyarlı olmaları ve şeffaflıktan ödün vermemeleridir. Yazıyı tanışlarımın bildiği vasiyetimi, genelleştirerek bitireyim: “Bir gün böylesine kötücül ve saçmalar hale düşer, bunlara benzersem, ölümümü kolaylaştırıp çabuklaştırınız. Hiç olmazsa aklımı, algımı ve bir şeyler yapmış olmanın hatırasını koruyarak, yerimi bu işi insan gibi sürdüreceklere bırakayım!”

 Bunca yaşı bunun için mi yaşadınız? Siz bugüne hep mi beklentiler içinde, kemik yalayarak geldiniz de, herkesi kendiniz gibi sanırsınız? Yazıklar olsun!