Türkiye’nin pek çok yerinde Osmanlılar devrinden beri Çeçenler iskân edilmişlerdir. İzmir, Aydın ve Manisa’da da Çeçenler bulunur. Osmanlı hükümetleri Çeçen beylerine maaş bağlamışlar, kızlarını evlendirmişler, Çeçen çocukları Osmanlı askeri okullarına ve mühendis mekteplerine kaydedilmişlerdir

Çeçenler, bugünkü Türkiye’nin etnik ve dini çeşnilerinden biridir. Türkiye’nin pek çok yerinde Osmanlılar devrinden beri Çeçenler iskân edilmişlerdir. İzmir, Aydın ve Manisa’da da Çeçenler bulunur. Osmanlı hükümetleri Çeçen beylerine maaş bağlamışlar, kızlarını evlendirmişler, Çeçen çocukları Osmanlı askeri okullarına ve mühendis mekteplerine kaydedilmişlerdir. Osmanlı hükümetleri onlar için evler inşa etmişler ve ekmek, araba gibi temel ihtiyaçlarını karşılanmışlardır. Osmanlı İslam Muhacirleri Komisyonu, onları, Türkiye’de uygun bulduğu yerlerde iskân etmiştir. Konya Ereğli arasındaki sahada Burhaniye ismiyle bir Çeçen köyünün kurulmasına 1903 yılında izin verilmiştir. Bunların bir kısmı Türkiye’deki şartlara uyum sağlamamışlar, ülkelerine dönmüşlerdir. 1876’da Menemen’e bağlı Tekke köyünde Naib Sadullah, Murtaza, Hoca Abdülkadir, Salim Giray ve Cuma Han’ın başkanlığındaki Çeçenler, Tekke köyünde iskân edildiler. Sivas Soğanlı Dağı'na yerleştirilenler geri döndüler. Çeçenler, İslam ucunda bulunduklarını, cihat çerçevesinde Sünni Müslüman olarak Ruslara karşı mücadele ettiklerini belirterek Osmanlı hükümetlerinden yardım istediler. İmam Mansur’un faaliyetleri de Osmanlı hükümetince takip edildi.

Beyşehir’de yerleştirilen Gurtemürzade Çeçen Süleyman Sırrı Bey, şirket kurucusu olarak Çeçenler arasında özel bir yer tutar. O, 28 Ekim 1918’de Beyşehir’de İnkişaf-ı Milli Anonim Şirketini kurmuştur. Kereste ticaretiyle uğraşacak olan bu şirketin sermayesi yüz bin Osmanlı lirasıydı. Hatta o, İttihat ve Terakki Partisi'ne girmiş ve Milli Mücadele’de Kuva-yı Milliye taraftarı olmuştu. Bu yüzden devrin Konya Valisi Cemal Bardakçı ile Beyşehir’in bazı ileri gelenleri ile ciddi sorunlar yaşamıştı. Onun Osmanlı Başbakanlığına verdiği 7 Temmuz 1919 tarihli bir şikâyet dilekçesi zamanımıza ulaşmıştır (Osmanlı arşivi. DHİUM, 19).

OSMANLI'YA MEKTUP

Makam-ı sadaret-i uzmaya

Beyşehri’ne on dokuz sene evvel gelen, hür ve müstakil İslam devletinin ağuşuna atılmış Çeçenlerden birisiyim. Kendi sayiim ve kendi cehdimle kazandığım serveti, buranın bazı eşraf ve muteberanı, ismini alan mütegallibesinin haris gözlerine battığından, hakkımda akla gelmedik denaetle tasavvur edilemeyecek iftiralarda bulunduklarına muttali oldum. İnsanlığa karşı hürmetimi, Ermeni ve Amerikalılar ve onların mümtaz mümessilleri ile ispat ederim. Ticaretteki şeref ve namusumu Harb’ten mukaddem muemalatta bulunduğum ecnebi sermayedarların her heyet ve her insaflının inzar-ı tetkikine arz eyleyebileceğim muamelatımla ortaya koyarım. Çeçenler, Müslümanlıktaki ve Türklerle müştereken mesaideki sıdk ve merbutiyetlerini, muharebe meydanlarında akan kanlar, birçok yetimleriyle ispat ederler. Memleketin buhrani zamanında Çeçenler, buraya gelmeden dahi, birbiriyle boğuşan bazı eşrafın tezviratına kapılarak bililtizam fariza olan vali-i cahil Cemal’in, bu gibi vatan hainleriyle müştereken asayişi ihlal etmelerini, sırf Müslüman ve Türk olan bu güzel memlekette, ecnebi celp etmek amal-i denaetkaranesini beslediklerine bir hacet olarak telakki etmelidir. Çeçenler on dokuz senelik felaketli telefatlı bir hayat-ı muhaceretten sonra, âlem-i İslam’ın istinatgâhı addettikleri için uğrunda mal ve canla fedekarlığa bugün dahi amade oldukları müstakil Türk hükümetinin ve makam-ı hilafet-i muallanın mevcudiyetine nazar olduklarına kani olsalar, hemen bila-tereddüt yeniden terk-i diyar ve dare-i şitab ederler. Gerek şahsım ve gerek mensup bulunduğum kabilemize isnat edilen müfteriyatın bir an evvel hükümetçe tahkik ve teftiş ile hakikatin tezahürüne ve fırkacılık ihtirasatına kapılarak gayri resmi şahısların müdahale-i hükümetlerine nihayet verilmesini ve bunlara fariza olan memurin hükmünü dahi duçar-ı mücazat edilmelerini istirham eylerim. Ali muameleler milleti vahdete sevk etmek isterlerse vali ve emsali resmi kundakçılarla bunların alet-i şer ve ifsadı olan mütegallibeyi derhal hükümet ve anın işlerinde evrak bulundurmalıdırlar. Dokuz aydır iyilikle muntazır olan İslam ve Türk muhitinin son dakika tahammülüne takarrüb ettiği bilinmelidir. Bizim gibi kendi sayiiyle nisyar kimesnelerin kesesine göz diken şerafet ve itibardan ari kimesnelerin, tezvirat ve mugalatatına bir nihayet verilmesini ve makam-ı hilafet ve saltanatı kendi maksatları uğrunda tehlikeye düşüren bu menfaat çetesinin, bilad-ı İslamiyeden alelhusus sevkiyle Türkiye’den tebid edilmesini arz ve istirham ederim. Ol babda emr ü irade hazreti men lehül emrindir. 7 Temmuz 1335

Beyşehrin’de mukim kereste tüccarı ve İnkışaf-ı Milli Anonim Şirketi müessisi ve müdir-i umumisi Çeçen Süleyman Sırrı

TÜRKİYE'YE GÖÇ

Ruslar-Sovyetler, bunların dilleriyle, dinleriyle, aile yapıları ve gelenekleriyle oynadılar. Zaparoj Kazakları'nı kullanarak Çeçenistan’ı sömürgeleştirdiler. Hem Osmanlı devleti hem de Türkiye, Çeçenlere her zaman kucak açtı. Osmanlı arşivinde Çeçenlerle ilgili en eski vesikalar 1734-1735 yıllarına kadar geriye gider. Çeçenistan’daki Rus yayılmacılığına karşı Osmanlı devletinden yardım talep etmektedirler. İlginç olan Çeçenler'in Osmanlılar ile yazışmaları Arapça yapmış olmalarıdır. Osmanlı padişahının halife olması, onlara yardım etmesi gerektiği anlamını taşımıştır. İstanbul’a gelen Çeçen heyetlerinin masrafı devlet tarafından karşılanmıştır. 1817’den itibaren Çeçenler, Türkiye’ye göç etmeye başlamışlardır. Muş, Tokat, Akdağmadeni, Antep, Bolu, Erzurum, Kütahya, İzmir, Aydın, Beyşehir, Manisa, Kayseri-Köstere, Genç, Mardin, Bergama, Viranşehir, Adana, Bağdat, Ankara, Elâzığ, Maraş, Urfa, Biga, Trabzon, Samsun Bafra, Sivas, Diyarbakır, Resulayn, Mesudiye, Ezine, Kütahya, Bitlis gibi yerlerde yerleşilmişlerdir. İlk büyük grup, 1866’da Türkiye’ye göçetmiş, Şeyh Kunta, biraderi Mansur, Gonmasonko Hacı Tarku, Abdüssalim Tutgiray, Kornoy Talib, Talib, Cantemiz Canbek, Tadum Mirza’nın oğlu Can Mirza, Şağo Çiy, Mirza Sultanın oğlu Eymirza, Luta Akbik, İlyas Arsimgizi, İdris Bitsiyoh, Haso Canhot, Hamza Han Danduni, Selame Monla, Bagasonri gibi Rusların elinde tutulan Nakşibendi Çeçen Mollaları Türkiye’ye göç etmiştir. Türkolog Aleksandre Bennigsen (1913-1988), çeçenler üzerine şu bilgileri verir: ‘Çeçen, Rusların, Orta Kafkasya’da Sunja ve Terek nehirlerinin güney kısımlarındaki vadilerde yaşayan Müslüman halka verdikleri isimdir. Çeçence Iberio-Kafkasya halklarının dil ailesine bağlıdır. İnguş, Batzbi ve Kistin dillerinden daha ziyade Dağıstan dilleri grubuna daha yakındır. Çeçenler, alanlar tarafından, Şaro-Argun vadisi ile Daryal Geçidi arasında kalmış olan eski İberio-Kafkas aşiretlerinin neslinden gelenlerdir. On sekizinci yüzyıla kadarki tarihleri neredeyse hiç bilinmemektedir. On altıncı yüzyılda çobancılık yapan bu aşiretlerin, bugün Çeçenistan denilen yerin kuzey kısımlarındaki dağların eteklerine göçtüklerini biliyoruz. Rusçada Çeşniya denilir. İlk kez Kabartay beylerine bağlı bir halk olarak, Çeçenler on sekizinci yüzyılda bağımsızlıklarını elde ettiler ki Ruslar bir süre sonra bu gölgeye indiler. On yedinci yüzyıldan itibaren İslam, Dağıstan ve Kırım yoluyla Çeçenistan’a nüfuz etmeye başladı ama on sekizinci yüzyılın ortalarına kadar Sünni İslam burada yüzeysel olarak tutundu. Nakşibendi tarikatının tesiriyle Sünni İslam on sekizinci yüzyılın sonunda resmen özümsendi. Çeçenlerin batıdaki komşuları olan İnguşlar arasında da Sünni İslam daha sonra on dokuzuncu yüzyılın ilk yarısında yayıldı. Yirminci yüzyılın başlarında bunlar arasında aşireti koruyan ruh kültü gibi bazı animistik (doğa güçlerine inanma) inançlar halâ mevcuttu.

İKİ AŞİRETE BÖLÜNDÜ

Ruslar aşiretleri bölmeye başladıklarında, Çeçenler de iki aşirete bölündüler. Bazı aşiretler diğer aşiretler ile birleşti. Miçik, İçkeri, Auh, Kist, Nazran, Kababulah, Galgay (İnguş milletini çıkaran aşiret). Çeçen terimi de Ruslar tarafından on sekizinci yüzyılın ortalarında bu aşiretlerin tümüne tesmiye edildi. Çeçen sözcüğü, Argun nehri kıyısındaki Çeçen köyünün (aul) isminden gelir. 1732 yılında bu köyde ilk kez bir Rus askeri birliği ile yerliler arasında savaş yapıldı. Ruslar on sekizinci yüzyıl ortalarında güneye doğru ilerlemeye başlamış ve 1801’de Doğu Gürcistan’ı ilhak ettikten sonra ilerleme hızlanmıştır. Rus ilerlemesi yavaşça ve planlıydı. Ruslar kaleler yapıyorlar, Kazak göçmenleri (Hristiyan Kozak) buralarda yerleştiriyorlar, baskıdan dolayı yüksek dağlara çekilen yerlilerin köylerini tahrip ediyorlardı. Çeçenler, Rus ilerlemesine sert tepki gösterdiler. 1785’te Şeyh Mansur Uşurma’nın idare ettiği bir halk harekete meydana geldi ancak bu hareket Ruslar tarafından 1791’de bastırıldı. On dokuzuncu yüzyılın ilk yarısında Çeçenistan, İmam Şeyh Şamil’in asli karargâhı haline geldi. Rus egemenliği ancak 1859’da Çeçenistan’da kurulabildi. Başka Çeçen isyanları da meydana geldi. Bunlar içinde en önemlisi 1877’de Alibek Aldan isyanıdır. Bu isyan bir yıl sürdü ve bütün Çeçenistan’a yayıldı. 1865’te Çeçenlerin önemli bir kısmı, yaklaşık 40 bin kişi Türkiye’ye göçtü. 1917 Rus Devrimi arifesinde Çeçenistan sakinleşti ve kuzey tarafları Rus göçmenler özellikle Kazaklar tarafından kısmen sömürgeleştirildi. Ayrıca Grozni’de petrol katmanlarının keşfedilmesi çok sayıdaki Rus işçiyi buraya çekti. 1905’te 10.000, 1917’de 20 binde fazla Rus işçi Grozni’ye geldi. 1917 Devrimi'ne kadar Çeçen toplumu eski ilkel feodal sosyal yapısını korumuştur. Dağıstan ve Kabartay’daki komşu halklardan daha az geliştiler. 40-50 kişilik ataerkil aile yapısı hemen hemen her yerde korundu. Taipa, yani ortak atalarının gelen nesillerle bir araya toplanma ve aşiretten evlenme gibi gelenekler korundu. Sonunda Çeçen toplumu sosyal sınıflara ayrılmayı kabul etmedi.

ÇEÇEN OTONOM BÖLGESİ

Çeçenler'in hepsi kendilerine ‘asil’ anlamındaki ‘özden’ kelimesi ile isimlendirmişlerdir. Sovyet Çeçenistan’ı: Çeçenistan, Ekim devriminden sonra, Sovyet rejimine karşı yerli halkların yaptığı direnişin (İmam Uzun Hacı direnişi) son kalesiydi. Bu direniş, 20 Ocak 1921’de Gorskaya Cumhuriyeti’nde yayıldı ve 30 Kasım 1922’de Yukarı Çeçenistan’da Çeçen Otonom Bölgesi adıyla bir idare kuruldu. 7 Temmuz 1924’te Çeçenistan’ın batısında yer alan İnguşya da İnguş Otonom Bölgesi isimli bir idareye çevrildi. 4 Kasım 1929’da Grozni dâhil olmak üzere aşağı Çeçenistan, Çeçen Otonom Bölgesi’ne dâhil edildi. Ocak 1934’te bu iki Otonom Bölge (idare), Çeçen-İnguş Otonom Bölgesi ismiyle tek bir idarede birleştirildi. 5 Kasım 1936’da bu idare, Çeçen-İnguş Otonom Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne (SSCB) çevrildi. 25 Kasım 1946’da Sovyet Politbüro’nun kararıyla, bu cumhuriyeti lağvedildi. Çeçen ve İnguşlar Orta Asya’ya sürüldüler. Bu karardan, Balkar ve Karaçay gibi diğer Kafkas halklarını da etkiledi. 9 Ocak 1957’de Politbüro’nun yayımladığı yeni bir karar ile sürgünlerin itibarı iade edildi ve Çeçen-İnguş SSCB’i yeniden kuruldu. Hayatta kalanların, 1957-1960 yılları arasında Çeçenistan’a geri dönmelerine izin verildi. 1958’de, 19.300 km. karelik yüzölçümü ve 700 bin kişilik nüfusu olan, Çeçen-İnguş SSCB’de, Çeçenler azınlık olarak kaldılar. 1939’daki nüfus sayımına göre Çeçenler'in sayısı 407 bin 724’tür. Bunların kabaca 30 bini Dağıstan SSCB’dedir. Diğerleri kendi cumhuriyetlerinde yaşamaktadırlar. Cumhuriyetin batı kısımlarında (Asa, Sunca, Kambileyka vadilerinde) yaşayan İnguşlar'ın nüfusu ise 92 bin 74’tür. Büyük bir endüstri merkezi olan başkent Grozni (1926’daki nüfusu 226 bin) hemen hemen bir Rus şehridir. Çeçen-İnguşlar şimdilerde ‘bir millet’ oluyorlar. Hâlbuki birbirleriyle çok yakın akrabalık ilişkileri olan ‘iki millete’ bölünmüşlerdi. Gerçekte İnguşlar'ın, Şeyh Şamil hareketine fazla destek vermemeleri dışında, bu iki halk arasında bir farklılık yoktur. Benzer dilleri konuşurlar. İnguşça, Çeçencenin basit bir lehçesidir.

İKİ LEHÇEYE AYRILDI

Çeçence iki lehçeye bölünmüştür. Yukarı Çeçencesi (Çaberloy) dağlık bölgelerde konuşulmaktadır. Diğeri de aşağı Çeçencesi, ovalık bölgelerde konuşulmaktadır. Yazılı dil kökenli Aşağı Çeçencesi, Çeçenceyi Arap alfabesine uyarlamak faydasız bir girişim olunca, Latin alfabesine sahip olmuştur. 1923’te İnguşca yazılmaya başlandı (ovalarda konuşulan aşağı İnguşça lehçesi temelinde) ve de Latin harflerine uyarlandı. 1934’te iki otonom bölgenin birleştirilmesinden sonra bu iki dil (Çeçence ve İnguşca) Çeçence-İnguşca olarak tek bir dil halinde birleştirildi. 19382den itibaren de Kril alfabesiyle yazılmaya başlandı. Şimdilerde yeniden resmi olarak iki farklı dil kabul ediliyor. Yeni Çeçen-İnguş Edebiyatı sadece Sovyet devrinde gelişti’ (İngilizce İslam Ansiklopedisi, ikinci edisyon, Çeçen maddesi, 2. Cilt, s. 18-19).

Türkiye'de nereye yerleştiler?

1817’den itibaren Çeçenler, Türkiye’ye göç etmeye başlamışlardır. Muş, Tokat, Akdağmadeni, Antep, Bolu, Erzurum, Kütahya, İzmir, Aydın, Beyşehir, Manisa, Kayseri-Köstere, Genç, Mardin, Bergama, Viranşehir, Adana, Bağdat, Ankara, Elâzığ, Maraş, Urfa, Biga, Trabzon, Samsun Bafra, Sivas, Diyarbakır, Resulayn, Mesudiye, Ezine, Kütahya, Bitlis gibi yerlerde yerleşilmişlerdir.