İzmir’in Neolitik Çağ yerleşimlerindeki buluntular ışığında, ‘inanç’ kavramında 8 bin 500 yıl önceye gideceğiz. İlk İzmirlilerle ilgili sorulara cevap ararken, çok daha fazlasıyla karşılaşacağız. Belki de yazıya, ‘Olamaz mı? Olabilir’ başlığı atmalıydım

Bundan tam 1 yıl önce hem 9 Eylül Gazetesinde hem de internet sitemiz olan yolaciktik.com’da yayımlanan ‘Müzede neler oluyor?’ başlıklı bir yazı yazmıştım. Türkiye’de müzeciliğin ne kadar ihmal edildiğinden dilim döndüğü kadar bahsetmiş, Avrupa’daki ‘yaşayan müze’ anlayışından örnekler vermiştim. Ama yazının asıl amacı, beni çok heyecanlandıran bir projeyi duyurmaktı. İzmir Arkeoloji Müzesi’nde, ‘Görmediklerinizi Göreceksiniz’ ismiyle sergiler düzenlenmeye başlanmış, her ay müzenin envanterinde bulunan, ancak daha önce sergilenmemiş önemli objeler ziyarete açılmıştı. Sergiler, 2021 boyunca devam etti ve müzeyi tekrar tekrar ziyaret etmemi sağladı. Sergileri, yaz sezonunda başlayan konserler izledi.

HER AY BİR KONFERANS

Beni tanıyanlar ya da önceki yazıyı okuyanlar, müzede dolaşmaktan asla sıkılmadığımı bilirler. İzmir Arkeoloji Müzesi’ndeki her bir eseri ezberlesem de, orası benim için zaman kapsülü gibidir. Günlük hayatın stresi yok olur, sorunlar küçülür gözümde. Çünkü binlerce yıllık insanlık tarihine yolculuk edip, bizden önceki hayatları düşünmeye dalarım. Peki bu topraklarda yaşayan ilk İzmirlilerin izleri nerede? Neye inandılar, nasıl yaşadılar? Neyle beslenip, neyden korktular? İşte bu seferki ziyaretim, bu sorulara yanıt bulmak içindi.

Arkeoloji Müzesi’nde bu yılki ‘Görmediklerinizi Göreceksiniz’ sergilerinin teması, ‘Kült ve İnanç’ ve bu yıl farklı olarak her ay sergilenen eserlerle bağlantılı konferanslar da düzenlenmeye başladı. Tabi sergilenecek eserler, kronolojik sıraya uygun şekilde hazırlandığından ilk ayda, ziyaretçilere İzmir’in en eski yerleşim yerlerinden objeler sunuldu. Ve tarih meraklılarının bu eserleri anlamlandırabilmesini sağlayacak, ‘İzmir’in 8 Bin 500 Yıllık İnanç Geleneği’ isimli bir söyleşi gerçekleştirildi. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Yeşilova Höyüğü Kazı Başkanı Doç. Dr. Zafer Derin, Yeşilova, Ulucak, Yassıtepe ve Ege Gübre höyüklerini içine alan sunumunda, binlerce yıl önce İzmir’de yaşayan insanların sadece inançlarına değil, yaşamlarına da ışık tuttu. Anlattıkları o kadar şaşırtıcıydı ki, sunum bittikten sonra da bir süre sohbet edip, daha çok şey öğrenmeye çalıştım kendisinden.

İZMİR’İN İLK SAKİNLERİ

Günümüzde ‘inanç’ kelimesini ikinci anlamıyla kullanıyor, “Tanrı’ya, dine inanma” şeklinde algılıyoruz. Oysa bu kelimenin sözlükte çok güzel ve kapsayıcı bir ilk anlamı var: “Bir düşünceye çok sağlam bir biçimde, içten, gönülden bağlı bulunma, güvenle doğru sayma, inanma.”

Zafer Hoca’nın ‘İzmir’in ilk sakinleri’ dediği Yeşilova Höyüğü ve çevresinde bundan 8 bin 500 yıl önce yaşayan insanlardan bahsederken, ‘inanç’ kelimesini bu ilk anlamıyla kullanmak daha doğru olacak. Düşünün, 30-35 yıl gibi kısa bir ömrünüz var. Üstelik takvim, yıl, ay gibi kavramlardan da bihaber olduğunuz için dünyada az bir zamanınızın olduğunu biliyorsunuz sadece. Hayatta kalmak için çok az eşyanız ve oldukça ilkel silahlarınız var. Hastalıklara karşı, vahşi hayvanlara karşı olduğunuzdan daha savunmasızsınız. Yaşamak bu kadar zor olunca, hayatı idame ettirmeye yarayacağına inandığı her şeyi ‘kutsal’ kabul etmiş ilk İzmirliler.

ANA TANRIÇA MI?

“Neolitik Çağ’a ait kazılarda bol bir miktarda bulunmuş kadın figürinlerinin (heykelcik) hepsini ‘Ana tanrıça’ olarak ifade etmek doğru mu? Yoksa o dönemde yaşayan kadınların birer betimlemesi mi?”

Bu soruların yanıtı o dönemin yaşamını anlamak açısından da oldukça önemli. Zafer Hoca, “Kadın heykelciklerinin bulunduğu yerler, önemli ipuçları veriyor. Çünkü kimileri kutsal olarak addedilen diğer buluntularla birlikte yapıların içinde ele geçirilirken, önemli bir kısmı da çöplüklerde bulundu. O nedenle bir tanrıyı ya da tanrıçayı sembolize etmediğini düşünüyoruz. Bu buluntuların kutsal nesne, oyuncak, büyü amaçlı veya cinsel obje olma ihtimalleri var. O yüzden gerek heykelciklerde gerekse çanak çömleklerdeki kadın figürlerinin hepsini ana tanrıça olarak ele almak doğru olmayabilir” diyor.

Neolitik Çağ’da sıkça görülen kadın figürü, belki de bugün bizim anladığımız gibi bir ‘tanrıça’ olarak değil de, insan soyunun devamlılığını sağladığı için kutsaldı. Binlerce yıl önce o gün doğum yapan kadını ve dünyaya gelen bebeği koruyacağını düşündükleri için de her biri için bir heykelcik yapmış olabilirler. Kadını kutsayarak, doğurganlığı, yani ‘yaşam’ı da kutsamış olamazlar mı?

MAMA KAŞIKLARI

Neolitik Çağ’a ait bir kadın figürininin sol koluna açılmaya çalışılan delik, bunun kolye gibi boyna takılabildiğini, ‘nazarlık’ olarak da kullanılabileceğini ortaya koyuyor. Ayrıca yine sapına delik açılan bazı mama kaşıkları da bu şekilde üstte taşınabiliyordu. Belki de bebeğin beslenmesini sağladığı için mama kaşıkları da ilk İzmirliler için kutsal kabul ediliyordu.

Zafer Derin, Ulucak’ta çok miktarda kaşık bulduklarını belirterek, şöyle devam ediyor: “Daha sonra Yeşilova’yı kazmaya başladığımızda da çok sayıda kaşık bulduk. Ancak bazılarının üzerinde delik olması, sürekli üstte taşındığını düşündürdü. Ve yine bazılarının kadın bacağı şeklinde yapıldığını gördük. Buradan yola çıkarak, vücuda asılan bir kadın objesi gibi kaşıkların da günlük yaşam için önemli ve kutsal sayılabileceği sonucuna vardık.”

O dönemde çanak-çömleklerin üstünde boğa, panter gibi vahşi hayvanlara ait kabartmalar ve heykelcikler de yer alıyordu. Mesela ilk İzmirliler vahşi bir hayvana yem olmamak için vahşi hayvanları betimliyor olabilirler ya da o gün av öncesinde aç kalmama isteğini çizimle perçinliyorlardı. Bu da yine yaşamın devamlılığı için bir ritüel olamaz mı? Yazının olmaması o dönemdeki yaşamı ve düşünce sistemini anlamayı zorlaştırırken, bulunan parçaları değerlendirmek ve bütünle ilişkilendirmek biraz da hayal gücüne kalıyor.

ÖZGÜRLÜK DÜŞKÜNÜ

Bu kadar inançtan bahsetmişken, “Tarih öncesinde İzmir’de tapınak var mıydı?” sorusu çakılıyor aklımıza. Kendinden güçlü şeylere inanan insanlar, bunun için ortak ayinler, ritüeller düzenliyor muydu? Bu ayinler için tapınak binaları inşa etmişler miydi? Zafer Hoca bu sorulara, “Sadece Yeşilova’da değil, İzmir’deki diğer eski yerleşimlerde de tapınak yapısı bulgusuna rastlamadık. Kerpiç ve taşla oluşturulan günlük yaşama ait yapılar karşımıza çıkıyor. Bu evler, birbirinden ayrı, Ege kültürüne özgü yapılar. Başka bir Neolitik yerleşim olan Çatalhöyük’te evler yan yanadır. Bu yüzden Yeşilova’da birbirinden uzak olmaları yaşamla ilgili de bilgi vermekte” yanıtını veriyor ve ekliyor: “İzmirliler o zaman da özgürlüğüne, kişisel alanına, özel hayatına düşkünmüş.”

TÜRKİYE’DEKİ TEK ÖRNEK

Taş zeminli, kerpiç duvarlı Yeşilova evlerinden birinde bulunan küçük bir nesne oldukça önemli. Ev şeklinde, kilden yapılmış bu figürin, kırma çatılı bir evi tasvir ediyor. Bu da bize Neolitik Dönem’de İzmir’deki evlerin mimarisiyle ilgili bilgi veriyor. Bu tip ev heykelciklerine, Ege adalarında rastlandığını söyleyen Zafer Hoca, Yeşilova’daki bu evin Türkiye’deki tek örnek olduğuna dikkat çekiyor. Bu ev tasviri, hem Ege’nin Neolitik Çağ yerleşimlerinde evlerin şekli açısından bilgi veriyor, hem de Ege adalarıyla kültür etkileşimi içinde olunduğunu gösteriyor.

Artık İzmir’in ilk sakinlerinin nasıl yaşadığıyla ilgili daha çok merak duyuyorsanız, Yeşilova Höyüğü’nü ziyaret edebilirsiniz. İzmir Arkeoloji Müzesi’nde de yakın zamanda Yeşilova’da bulunan önemli bazı parçaların kalıcı teşhir alanında sergilenmesi planlanıyor. Böylece ilk İzmirlilerle ilgili çok daha fazla bilgiye sahip olabileceğiz. Ayrıca müzede bu sene ‘Kült ve İnanç’ teması çerçevesinde bir çok önemli eseri de görme imkanı bulacağımızı hatırlatmak isterim. Bu yazının, cevaplardan çok, yeni sorular yarattığının farkındayım. Ama her şey bir soruyla başlamadı mı?: Biz nasıl yaşıyorduk?

İlk tapınak Yassıtepe’de

İzmir’deki ilk tapınak yapısı, Yassıtepe’de ortaya çıkarıldı. Erken Tunç Çağı’na ait olan yapı, etrafı tuğlayla çevrili, radyal plana sahip. Ortasındaki yarım daire şeklindeki ocağın etrafında yiyecek artığına rastlanmaması, bol miktarda dini objenin bulunması, dinsel ayinlerde kullanıldığı inancını destekliyor. Kütahya’da Seyitömer Höyük kazısında benzer formda tapınak olarak kullanılmış bir yapı mevcut. Ancak Batı Anadolu’da ilk kez rastlanması dikkat çekici.

İlginç bilgiler

- Yeşilova Höyüğü, nehirler arasında kurulmuş bir yerleşimdi. Balıkçılık yapan Yeşilovalılar, nehirleri metro hattı gibi kullanıp, denize ulaşıyordu.

- Kazı alanlarının içinde gömü alanının olmaması dikkat çekici. Yeni başlanan kazılarda da mezarlık bulunmazsa, ilk İzmirlilerin defin geleneklerinin olmadığı sonucu kesinlik kazanacak. Şu anki verilere göre, ölülerini vahşi hayvanların yemesi için doğaya bıraktıkları düşünülüyor. Bu da Ege’de, çağdaşı Çatalhöyük’teki inanışın bulunmadığını gözler önüne seriyor. Çünkü orada ölüler, evlerin tabanlarına gömülmüş, aileleriyle yaşadıklarına inanılmıştı. Belki de ilk İzmirliler'de ölümden sonra yaşam inancı yoktu.

- Neolitik İzmir yerleşkelerinde evlerin, yıkılarak terk edildiği görülüyor. Göbeklitepe’deki gibi yapının içinin taşla doldurularak terk edilmesi değil, duvarlarının içe doğru yıkılması söz konusu.

- Kazılarda çıkarılan Kalkolitik Dönem’e ait Kilya tipi, yıldız gözleyen ya da tepegöz adı verilen kadın heykelcikleri önem taşıyor. Amerika ve Avrupa’da yüksek meblağlara satılan bu eserlerin, Batı Anadolu kökenli olduğunun ortaya çıkması, kaçırılan eserlerin iadesinin de önünü açıyor.