Meşhur Atasözüdür; genellikle kaçırılan fırsatlardan pişmanlık duyanlarca kullanılır. Oxford Languages bu atasözümüzü şöyle tanımlar: Kişi, kuruluşlar; elindeki imkanları iyi ve zamanında kullanmasını bilmelidir. Zamanında kullanamaz ve fırsatı kaçırırsa küçük bir fırsatı büyükmüş gibi gösterir ve uzun zaman aynı şeyleri söyler. Çünkü fırsatı değerlendirememenin beceriksizliğini hisseder durur.

Bu atasözü İzmirli iş adamı, sanayici, turizmci, “Kentin Baronları, sözü geçen duayen isimleri, lojistik firmaları (uluslararası deniz-kara taşımacılığı) 20 yıl öncesi Çeşme’de kaçan “büyüğün de büyüğü” bir “balık” için bugün başlarını taşa vuruyor olmalılar.

Yıl 1999-2000…Özelleştirmeden sorumlu Devlet Bakanı Aydın Milletvekili Yüksel Yalova, Maliye Bakanı, Manisa ANAP Milletvekili ise Sümer Oral. İkisi de İzmir tutkunu ve sevdalısı. Yine kriz var. Devletin kasası boş. Para lazım.

Bakan Yalova, Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş.'ye ait Çeşme ve Kuşadası limanlarının işletme hakkı verilmesi yöntemiyle özelleştirilmesi kararı alıyor. Bakan İzmir dostu ya, İzmirli bazı iş dünyası lideri konumundaki isimleri Ankara’ya çağırıyor. Çeşme ve Kuşadası limanlarını anlatıyor ve acil olarak KİPA modelinin Çeşme için hayata geçirilmesini ve İzmir Girişim Grubu olarak ihaleye girip, çok ortaklı bir yapıyla limanın işletme hakkının alınmasını, “off the recort” (duyulmaması şartıyla) kulaklarına fısıldıyor.

Uzatmayalım; Türkiye Denizcilik İşletmeleri tarafından işletilen Çeşme Limanı için 2000 yılında ihaleye çıkılıyor. Ve 26.2 milyon teklif veren Çeşme Liman ve Turizm Ortak Girişim Grubu, yani İzmirliler ihaleyi kazanıyor.

BİR YIL İÇİNDE KAÇAN BALIK!

Ancak bizim Girişim Grubu içinde bazı “İrlandalılar”; “Çok para bu? Bu liman bu kadar etmez, çok zarar ederiz. İhale bedeli ile kalmayacak, yatırım yapmak için de para lazım, nereden bulacağız?” diye kazan kaldırırlar.

Sonuç; bizim “kerizler(!)” yani sözde girişimciler, topları-tüfekleri-tankları-uçakları-fabrikaları-odaları, borsalarıyla, koskoca İzmir olarak 26.2 milyon lirayı denkleştiremeyince ihale iptal edilir. Anlayacağınız o an çekip tekneye alınacak olan “devasa fırsat” (balık) kaçar. 2002'de ikinci bir ihale yapılır ve Çeşme Liman işletme hakkını 11 milyon 250 bin dolara Ulusoy Grubu alır.

Ve bugün…

Geçenlerde TBMM’ne gönderilen, bana göre “giderayak”; adı “torba” ama kendisi “çorba” bir tasarı kabul edildi. AKP bazı limanların işletme sürelerini 49 yıllığına uzattı. Bu; ihalesiz, beş kuruş ek gelir alınmadan Çeşme Limanı’nı işleten Ulusoy’lara “Al kardeşim, devlet olarak ben yiyemedim, sen benim yerime milletin malını kemir-parçala-parçala ye” demekten başka bir şey değildir.

Sadece Çeşme değil ki, Kuşadası da öyle. Peki; Kuşadası’nda çekilen “kıyak” kime? 5’li çetenin başı Limak; Nihat Özdemir’e! Onun da 49 yıllığına işletme süresi uzatıldı.

Neden?..

Hangi amaçla?..

Süre uzatımını daha da ilginç kılan konu şu: "İhalesiz biçimde aynı firmalara, eşitlikten yoksun olarak veriyorsunuz. Yatırım yapacaklarmış. Yatırımlarına engel olan yok. Ama acaba, destek alınılan o sermaye sermaye grubu ilk seçimde kaybedileceğini görerek, ‘sonra bizi muhalefet partisiyle uğraştırmayın, şu süreyi 49 yıllığına uzatın' şeklinde talepleri olduğu için mi, ısrar edildi?" (Tacettin Bayır, TBMM Tutanak)

Çeşme’de şayet, RO-RO, Feribot ve Yolcu taşımacılığı liman işletme hakkını Ulusoy yerine biz “Kafasız İzmirliler” almış olsaydık; Bugüne kadar 21 yıldır limanı işletiyor olacak, bir de buna “çorba yasayla” 49 yıl ekleyin, Çeşme Limanı tam 70 yıl İzmir’in, İzmirlilerin olacaktı.

*****

200 milyarlık tek bir cümle!..

Hep konuşuyor, hep konuşuyor. İnsan yeri geldiğinde susmayı da bilecek canım! Bize kalsa “sus” diyeceğiz de, bu kelimeyi öyle açıktan söylemek “yetkimizde” değil. Bu uyarıyı ancak “sandık” konulunca yapabileceğiz. Ama asıl, komedi mi, hazin mi, ne ise, şu: Mutfakta su içerken, kulaklarıma inanamıyorum (Reis yine yeni ekonomik planı anlatıyor): “Sömürü düzenine geri dönüş yok!"

Ne demek şimdi bu? Demek bu ülkede düne kadar sömürü düzeni varmış, bundan sonra asla izin verilmeyecek miş! İyi de dün iktidarda olan sen değil miydin? Demek ki, on dokuz yıldır "sömürü düzeni varmış", onu söylüyor!

"Son iki buçuk ayda 150 milyar lira kredi kullanılıyor. Büyük çoğunluğu devlet bankalarından"

Ne güzel piyasa coşacak işte diyorsun, ama sonrasında bir piyasa fısıltısı; "Kredi olarak çekilen 150 milyar lira, yatırım yerine dolar satın almaya kullanılmış!

Doğru olabilir mi? Bu iddia doğru ise... Bu iddiayı araştırmak gerekmiyor mu? Kredi çekenler 10 lira iken, dolar satın almış, sonra 12, 12,5 liradan satmış olsalar bir kaç hafta içinde yüzde 20 kâr etmiş olurlar. Daha iyisi Şam’da kayısı… Durduk yerde, iyi para! E, hani sömürü düzenine geri dönüş yoktu? Bu ne?

"Kimler kredi aldı? Aldıkları krediyi nerede kullandılar? Çektikleri kredi ile gerçekten dolar mı satın aldılar?"

Devlet Denetleme Kurumu DDK, piyasada domatesin fiyatı neden bu kadar yüksek, pırasa, hıyar stokçularının peşine düşeceğine bunu araştırsa ya?

Bir de şu Türkiye’nin baş düşmanı var ya; tüm olumsuzlukların suçlusu O, yani "Dış güçler"; yine öğrenemedik. "Ekonomik kurtuluş savaşı” diyoruz da… Kim O düşman bilmiyoruz?

İki lafın başında "dış güçler" denilince, HDP Meclis'e araştırma önergesi veriyor: "Ekonomik istikrarsızlıkta dış güçlerin etkisinin araştırılmasını" istiyor.

Kim bu "dış güçler" bilelim ki savaşabilelim. Yazık! Yine öğrenemiyoruz! Çünkü, dış güçler önergesi AK Parti ve MHP oylarıyla reddediliyor."

Reddin anlamı açık: "Dış güçler" diye bir şey yok ki AK Parti ve ve ortağı MHP araştırmaya “evet” desin! Onlar da bunun bir “hayal ürünü” olduğunu biliyorlar.

İŞTE 200 MİLYARLIK O CÜMLE

Üffff… Nereden nerelere geldik. Dünyanın en pahallı konuşmasında tek bir sözcüğün 200 milyar lira ettiğini yazacaktık başka yollara girdik. 2018 yılında "tek adam otoriter rejimine" geçildiğin de, dolar 4.80 lira.

"Ekonomide şahlanmanın sonunda dolar dün bu satırlar yazılırken, 13.44 lira. Üç yılda 4.80 liradan 13.44 liraya yükselmiş. Üç yılda çok ağır bir devalüasyon."

Sadece bizlerin değil, gelecek kuşakların sırtına vurulan bu ağır yük orada kalmıyor.

Erdoğan TRT'de konuşuyor. Yine "faizin düşürüleceğini" söylüyor.

Bu ısrarlı tekrar Türkiye'ye tam 200 milyar liraya mal oluyor. Yok canım bu konuşmayı hazırlayan prodüksiyon firması ya da konuşmanın yayınlandığı kanala ödenen para falan değil…

Bir cümlenin Türk ekonomisine maliyeti bu 200 milyar lira! Çünkü o an, o tek bir cümleyle dolar bir lira yükseliyor; O bir lira yükselişin maliyeti dövizle verilen garantiler, dış borçlar, ithalattaki fiyat artışı ve her türlü döviz işlemleri üzerinden Türkiye'ye tam 200 milyar liraya mal oluyor.

“Dünyanın gelmiş geçmiş en pahalı cümlesi!"

"TRT'deki bu program da, dünyanın en pahalı programı oluyor.."