Gündemde inanılmaz gariplikler var, Kimse yerinden kalkıp dolaşmadığı için mi, yoksa görüp de “işine gelmeyeceği” için mi bilemem ama… Yazı planım hep değişiyor. Ülke şartları ağırlaştıkça, iktidarı biat edercesine kollayanların bu şartları bilmelerine rağmen, musluklarının kesilmesini istememeleri “doğru” ile “yanlışı” sürekli karıştırıyor. “Biri yer öteki bakar, kıyamet orada kopar” gerçeği, aslında gazetelerin üçüncü sayfalarını dolduruyor ama nasıl oluyor da gözler gördüğünü inkâr ediyor, bunu doktorlara sormak lazım. 

İktidar ve muhalefet birbirini kıyasıya eleştirirken, dikkat edin kimse “Benim yoğurdum ekşi” demiyor. Halka ilişkiler tamamen “belirlenmiş kitleler” üzerinden olduğundan, ana haber bültenleri daha çok ucuz aksiyon filmlerini andırıyor.

Oysa yaşadıklarımızla gördüklerimiz birbirine hiç uymuyor. Sağlıktan emniyete, eğitimden ticarete ve hatta ibadete, ekranlarda konuşanların aslında birer “uzaylı” olduklarını bile düşünüyorum bazen. Onca makam ve rütbe acaba kimler için? Neden sürekli olarak “yaşadıklarımız” değil de sadece “bazılarının” yaşadıkları konu oluyor?

Alın bir konu size… Şu alttan alttan İzmir sermayesi üzerinde de etki oluşturan, “İstanbul” kokan, lakin “İzmir’e ağalık” taslama niyetini saklamayan “İstinyePark İzmir!”

Tesadüfen İzGazete’de gördüm haberi. Bu “lobi” sahibi, “iddialı” ama sadece “çirkin beton yığını” AVM, geçen gün bazı meslektaşlarımı “buyur” etmiş.

Bazılarının Punta civarında “cappuccino yudumlarken” ağızlarını yaya yaya “İzmir’in yeni mabedi olacak” dedikleri bu AVM, meslektaşlarımın hangi sorularına nasıl cevap verdi bilemem ama ben taktım. Çünkü Gaziemir, Bornova, Karşıyaka gibi bölgelerde daha önce öngörüsüzce ve tamamen vahşi kapitalist amaçla “onay” verilen bu dev alışveriş merkezlerinin şehre ettikleri kötülüklere bir yenisi de Üçkuyular’da eklenecek.

Balçova’da sıra sıra AVM’nin olduğu Mithatpaşa Caddesi’nin yoğun zamanlardaki trafik sorununu unuttuk değil mi? 9 Eylül Hastanesi’ne giden ambulansların dahi geçemediği o yol şartları unutuldu değil mi? Ya Gaziemir’deki Optimum? Havaalanı yolundan ne çok şikâyetler geliyor hâlâ? Peki, Bornova’daki Forum ve IKEA? Otoyoldan sanayi kavşağı yoluyla inilen bu bölgenin şu anki durumunu gerçekten bilen var mı? Bu iki AVM yapıldıktan sonra çevresindeki yapılaşmanın nasıl arttığını herkes görüyor ama ne önemi var? Yaşasın vatandaşın para harcama hırsı! Yaşasın kredi kartları ve krediler! Yaşasın paranın gücü!

Ya Karşıyaka? “Mavi Bahçe” ve civarı? Durum farklı mı?

Türkiye’de inanılmaz körüklenen tüketim alışkanlıkları, otomobil sahipliği, yolların artan araç sayısına, nüfusuna oranlı olmayışı hangi sonucu doğruyor? Ben cevap vermeyeceğim, siz verin. Zamanında yazdım, konuştum, “aforoz” edildim. Bazı meslektaşlarım bile bana artık “eski gazeteci” diyor. Doğru da “bunak” değilim henüz! Ve inadına “gazeteciyim” mecburiyetlerime rağmen!

Amacım bu AVM’leri eleştirmek ya da onlara “mesaj” yollamak değil. Çünkü külliyen varlıklarına tepkim var, lakin daha büyük tepkim bunların şehir kültürüne ve yaşam koşullarına uyguladıkları menfi baskılar. Geçmişten günümüze “onay” mercileri ne yazık ki 20, 50, 100 yıllık prodüksiyonları kuramadı. Tamamen rant ve içi boş “modernizasyon” anlayışıyla bu korkunç yapılaşmaya “eyvallah” dedi. Ekolojik sistem, yer altı suları ve kaynakları, doğal şartlar, trafik ve konut yapılaşmaları kesinlikle “insani” değil, anlık koşullanmalarlaydı.

İstinyePark İzmir” yetkilisi Mert Kurşun beyefendi (ki bilmiyorum tanımıyorum, kendisi İzmirli mi, İzmir’i sadece boyoz-yumurta-asfalya-domat bağlamında mı tanıyor) “Biz İstinyePark İstanbul’u marka haline getiren ve diğer AVM’lerden farklılaştıran tüm ayrıştırıcı unsurlara İstinyePark İzmir projesinde de yer verdik. İçine araçlarla rahatça giriş yapılabilen, dünya devi lüks markaların, kafe ve restoranların konumlandığı markalar caddesi ve meydanı ile aydınlık gün ışığında, geniş ve ferah alanlardan oluşan, yerel ve geleneksel lezzetlerin ve esnafın yer aldığı Pazar Yeri konseptinde Egeliler'in mutlu olacağı bir yatırım yaratmak istedik” buyurmuş.

Mert Beyefendi’yi davet edeyim de İzmir’i bir anlatayım bari. Garibim “İstanbul ruhuyla İzmir’in içine edenlere tercüman oluyor” çünkü. Şu “esnaf” deyişine de vuruldum vallahi… Söylesin bakayım, metrekare fiyatlarını kabul edip kaç İzmirli esnaf “pazar yerlerinde” olacakmış? Ama “gerçek esnaf” diyorum, “esnaf” görünüşlü “tüccar” değil!

O AVM’de “Kemeraltı” adıyla konsepte karşıyım… Bu doğruysa önce gerçek Kemeraltı esnafının karşı çıkması gerekir. Çünkü asırların Kemeraltı’sı can çekişirken, bu “çakma” Kemeraltı’na alkış tutanlara ciddi beddua ederim biline!

***

İNSANLIĞIN YIKILDIĞI TARİH: 30 EKİM 2020 (5)

Daha önce duyurmuştum, bu başlıkla bir “kitap” hazırlıyorum. Ama yazılmış yazıları aynen bir daha yayımlamak yerine, güncelleştirip, yaşanmış öyküleri, dertleri de ilk ağızdan ekleyip “farklı” bir yayın bırakmak amacım. Başta İZDEDA Başkanı sevgili Haydar Özkan olmak üzere tüm depremzede dostlarıma çağrım var. Yaşadıklarını unutmasınlar, yazsınlar, tarihe gerçeklerden oluşan kayıt bırakmalıyız. Bana da yazsınlar tabi. İsimleriyle yayımlamak istiyorum gerçek dertleri, duyulmak istenmeyen, gözden uzak tutulan gerçekleri…

Günler geçtikçe, sorunun aslı unutuluyor. Bayraklı’nın, İzmir’in depremselliği, bilim insanlarının, meslek odalarının uyarıları kesinlikle kulak arkası ediliyor. 1999 felaketine, onca insanımızın kaybına rağmen ne değişti ki? Gerçekten bir şeyler değişseydi, “kentsel dönüşüm” bir “milli seferberlik konusu” kabul edilseydi, Bayraklı’da 30 Ekim 2020’de onca insanımız ölür müydü? Eski, devrini kaybetmiş, doğru yapılmamış, sorunlu binalarda yaşamak zorunda olan milyonlarımız var ama Allah aşkına kimin umurunda? Hiç kızılmasın bana. Sadece bilim insanlarının, vicdanlı meslek odalarının uyarılarına uysaydı siyasi veya yerel iradeler böyle olur muydu? “Rezerv alanı” denen yerler ona buna peşkeş çekilir miydi? Hani oralarda geçici konutlar yapılacaktı? Ya Bayraklı? Acı daha taze. Fakat o kadar hızlı bir geçişle nasıl da iki kat, üç kata döndü bu iş? Ya yapılan güya “deprem konutları?” Yahu bir yetkili çıksın da söylesin bana bu sorunun cevabını. Depremde evini kaybetmişler için 5+1 kat yapılaşmasını, depremsellik açısından doğru bulan hükumet, nasıl oluyor da, bir 5+1’in yanındaki “kentsel dönüşüm” binasına 7, 9, 10 katı “doğru” buluyor? Depremselliğe rağmen, 9, 10 kat sağlam olabiliyorsa, neden peki evini kaybetmiş acılı insanlara “çilehane” gibi minnacık evler yapıldı? Bir de yüzleri kızarmadan konuşturuyorlar insancıları “evler çok geniş aslında” diye. Ya insanın yüzü kızarır. Vatandaşın alın teriyle aldığı 125 metrekare evi, 80 metrekareye düşüreceksin ama sonra çıkıp utanmadan “geniş ama” diyeceksin. O vatandaş yıllarca çalışmış, kredi ya da taksit ödemiş, dişinden tırnağından artırmış, vergisini bilmem nesini ödemiş. Çoluk çocuğuyla, huzur içinde oturacağı evini depremde kaybetmiş. Ama övündüğü, güvendiği devleti ona “kümes” gibi ev yapıp, üzerine de para istemiş. Haydi, söyleyin nerede vicdan, izan, insaf?

***

'YEREL' MEDYA 'ÇALIŞTAYI'?

Amacı doğru bir çalışma yapıldı hafta sonu. Kimler çağrıldı, hangi ölçütler uygulandı, katılımcıların hepsi “gerçekten” yerel medya temsilcisi miydi? Kafamda bir yığın soru var. Ama İzmir Gazeteciler Cemiyeti ve CHP, “yerel medya” için mücadeleye niyetlendilerse, benim de yazacaklarım var. Peşin söyleyim, öyle “o kırılır, bu üzülür” demeyeceğim. Çünkü yerel medyada geçen ömrümde öyle kolay bedeller ödemedim… Şu sonuç bildirgesini de okuyayım, cumaya yazacağım. İster genel, ister yerel “mesleki” ve “siyaset üstü” birlik olmadan basın özgürlüğü” sadece içi boş siyasi propaganda malzemesi olur. İyisi mi biz “yaşamın gerçeklerini” yazmaya başlayalım. Fırsat için İGC ve CHP’ye teşekkür ederim. Ha, hayatımın en ağır kırgınlıklarımdan birini de yaşadım bu sayede, bunu da saklamayacağım! Cuma günü ben de yazayım bir “yerel medya!”

***

TAM 10 GÜN KALDI EFENDİLER!

10 gün sonra 29 Ekim, farkında mısınız?

Ne var ne yok çevrenizde? Sorunlarımızın ve kaygılarımızın ağırlığından, tarihsel önemlerimizi de atlıyor muyuz ne? Eskiden “29 Ekim” coşkusunu, ekim başından hissetmeye başlardık. Çünkü Cumhuriyet bizim için “yaşamın tek gerçeğiydi.” Özgürlük, yurttaşlık bilinci, eşitlik hep Cumhuriyet’le geldi.

Bakalım İzmir’de 100. yıla giderken nasıl “farkındalıklar” yaratılacak?

Bakalım İzmir Valiliği neler hazırladı 29 Ekim için…

Kula kulluğu yıkan Cumhuriyet

“Kimse şah değil, padişah değil” gerçeğini haykırtan Cumhuriyet

Egemenlik “Bir kişiye, zümreye, partiye, şeyhe, tarikata, vakfa, zengine, güçlüye değil, millete aittir” doğrusunu belleten Cumhuriyet!

Bakalım, göreceğiz artık!