Bizim kuşak çoğunlukla 68’li devrimci abilerimizin “Ho Ho Ho Chi Mich, Ernesto’ya bin selam, 2-3 daha fazla Vietnam” sloganlarıyla tanıştık Vietnam’la.

Hazırlayan / İsmail Ragıp GEÇMEN

35.-Vietnam-sınırına-yaklaşırken.-Kep,-KamboçyaBize söylenen saatin üstünden 2,5 saat geçiyor geçmiyor, nihayet bir külüstür midibüs yanaşıyor ve “Ha Tien” yolcusu kalmasın diyorlar. Atıyoruz hemen çantaları en az 50 yaşındaki külüstürün üstüne, bize gösterilen yerlere oturuyoruz, tamamdır. Görmeden inanması zor, bu araçlar tıka basa insan alıyor, yani istiap haddi diye bir kavram yok, öyle ki herkes oturduktan sonra bacağını bile oynatamıyorsun. Otobüs eski ama bana mısın demiyor, bizden sonra uğradığı 2 ayrı yerden daha turistleri alıyor, ağzına kadar dolmuş halde ve öksürerek yola koyuluyor. Hadi bismillah bre küheylan!

Yarım saat sonra çok da sert olmayan bir yokuşta tangır tungur bir ses geliyor aracın altından ve ne büyük bir hizmet olduğunu hemen anlayacağımız aracın kliması devre dışı kalıveriyor. Güneşin sıcaklamış otobüsün üstünü biraz daha yakmasıyla biz zavallı yolcuların kızarması çok az zaman alıyor. Ne beter bir şey anlatmak zor. Midibüs zaten eski ve çok rahatsız, teker üstüne denk geldiğimden ve otobüs üretilirken henüz amortisör icat edilmediğinden en ufak bir yükseltide araçla birlikte ben de zıplıyorum. Hele önümdeki koltukta oturan 150 kg’lık minik Alman abi, kırık koltuğa yaslanınca, ta böğrüme kadar yatıyor lanet olası koltuk. Tek ayağımı kurtarıp koridora uzatmayı başarıyorum ama diğeri felç.

36.-Xin-chao-millet!-Vietnam’dan-sevgilerle.

Şoförümüzün 60 kilometreyi geç(e)meyen hızıyla tıngır mıngır gidiyoruz. Sıcak bir yandan, koltukla böğrüme yakın temasta bulunan Alman abi bir yandan, bunların ilerde hatırlayacağım komik bir anı olacağını düşünmeye çalışırken, telkin yoluyla sinirlerime hâkim olmaya çabalıyorum. Yolda sinirlenmek, kızmak, öfkeyle davranmak kötüdür. Hem bu sana bir şey kazandırmaz, bir yararı olmaz, hem de kendi kendine sinirlendiğinle kalırsın. Bir zaman sonra dayanamayıp Alman abiye: “Hele az öne kaykılıver abi” diyorum tüm sevecenliğimle ve teklifsiz Türkçemle. Türkçe bildiğini sanmıyorum, sanırım yüzümden anlıyor. Allah’ı var, biraz çekiyor koltuğu ama yapacak bir şey yok, ebesini üflediğimin koltuğu kırık, adam napsın? Şıpır şıpır ter atar, böğrümde koltuk, sağ ayağım felç olmuş ve ‘Yandım Allah diye bağırıp, toplu kıyıma geçmeme ramak kalmış iken, yakışıklı otobüsümüz yine öksürerek bir benzin istasyonunun yanındaki tamirciye giriyor. Şoför, tamirciye iki çift laf ediyor sonra bize dönüp inin işareti yapıyor. Klima tamir edilecek anlaşılan. Eh bu da bir şey. Şu Alman’ı da benzinliğin tuvaletinde sıkıştırıp öldürürsem dertlerin önemli bir kısmı çözülmüş olacak.
Hiç beklemediğimiz kadar kısa zamanda arıza giderilince sevinçle arabaya yerleşiyoruz. Almanla ilgili hain planım gerçekleşmese de klimanın yapılması bir nebze sinirlerimi yumuşatıyor. Hayattan beklentileri düşük tutmalı, hayallerin hep çoook büyük olması gerekliliğine rağmen. Önümdeki Alman abi de sanki evrene gönderdiğim bu olumlu mesajları duymuş gibi, yandaki koltuğun üstündeki çantaları boşaltarak oraya geçmesin mi? Yüce Rabbim verdikçe veriyor!
Türkiye’den gelirken okumak için yanımda getirdiğim Ot, Kafa, Penguen gibi bilumum dergileri ıncığı cıncığına kadar okuyarak Kamboçya’nın Kampot şehrine varıyoruz. Kasaba irisi bu yerde araç biz dâhil bütün yolcuları indiriyor ve Almanın hayatı kurtuluyor.

34.-Minibüste-çocuklu-İngiliz-aileyle-tıngır-mıngır..-Kampot,-Kamboçya

Daha azalmış olarak bu kez minibüsle devam ediyoruz. Araçta bizimle birlikte İngiliz bir aile de var. Adam, eşi ve 2 ufacık çocuğu birlikte seyahat ediyorlar. Çocuklar o kadar küçük ki biri hala emzikte, diğeri olsun da 5-6 yaşında olsun. Ah bir de öyle güzel gözleri var ki, bakmaya doyamazsın. Kamboçya gibi hijyen olarak sicili pek de parlak olmayan bir yere ailecek gelmiş, birlikte geziyorlar. Hiçbir Türk kadınını Kamboçya gibi bir yere bu yaşlardaki iki çocuğuyla gelmeye sanmıyorum ki ikna edebilesin. Ama bu gâvurlara helal olsun, hayatlarından hiç ödün vermiyorlar, ertelediğin hayatı bir daha yaşayabilme imkânın olacak mı bakalım bacım?
Yaklaşık 1 saat kadar sonra Kamboçya’nın sınır kasabası Kep’e ulaşıyoruz. Yine eşyalar boşaltılıyor, haydi bakalım başka bir minibüse aktarılıyoruz. Bu kez araçta sadece biz varız. Minibüs bir çeyrek gittikten sonra yine bir park yerine giriyor, yine araç değiştiriyoruz.
İnip bu kez bizi çok daha külüstür başka bir minibüse alıyorlar. Çanta gibiyiz, kimse bir şey sormuyor bize, alıp atıyorlar bir araca. Yarım saat kadar daha gidiyoruz. Bu kez sınır görünüyor. Kamboçya sınırında çıkış damgamız vurulduktan sonra araç bizi Vietnam sınır kapısına kadar götürüp Khmerce bir şeyler söyledikten sonra çekip gidiyor. Eh kızdık ettik ama 13 dolara iyi hizmet doğrusu.

“Ha Tien şehri, sınıra yakın olsa bari yoksa oraya gitmek için yeni bir araç ayarlamamız gerekecek” diye konuşuyoruz aramızda. Gümrüğe girip pasaportları veriyoruz. Polis abla muhtemelen hayatında ilk kez gördüğü Türk pasaportuna uzun uzun baktıktan sonra pasaportları da alıp gidiyor. Bekliyoruz. Bu arada dibimizde genç bir taksici oğlan peyda oluyor. Çantaları filan yükleniyor, durdurmazsak alıp gidecek, sonra taksi parası kim bilir ne anasının nikâhını isteyecek? ‘Hoop hemşerim, noluyor be?’ Oğlan çok iyi Vietnamca, çok kötü Türkçe konuşuyor, anlaşamıyoruz. Pasaport pasaport deyip gülüyor. La havle... Bu taksicilerde amma yılışık oluyorlar birader, belki binmeyeceğiz, belki yürüyeceğiz?
Polis abla geliyor, pasaportlara takk damgaları vuruyor, oğlan gene dayanıyor bizim çantalara. Öküze boynuzu yük değil. Eh madem bu kadar taşımaya meraklısın taşı bakalım. Taksici sandığımız oğlan Gümrük çıkışında bizi götüre götüre bizim 3 saat geciken, sonra da 10 defa araçtan araca aktarma yaptıran otobüs şirketinin logolu bir aracına götürmesin mi? Meğer şirketin taşıma hizmeti bitmemiş, Ha Tien şehir merkezine kadar da devam ediyormuş. Şirketteki hizmete bak, “Helal olsun ödediğimiz o 13 dolara” deyip oğlana tabi ki yüklüce olmayan bir bahşiş veriyoruz. Oğlan, bizi kısa sürede şehrin girişine getiriyor ve anında kayboluyor. Olsun, yeni bir gün daha akşama yürürken yeni bir ülkeye, o çok sevdiğimiz Vietnam’a ‘Xin chao! Merhaba! diyoruz.

Ha-Tien-(8)

HA TİEN, VİETNAM

Günümüzde dışa açık güçlü ekonomisi, 92 milyonluk dinamik ve çalışkan nüfusuyla Vietnam, geleceğe güçlü bir şekilde ilerliyor. Ülkenin başkenti kuzeydeki ‘Ha Noi’.

Vietnam Türkiye’de ne kadar tanınıyor, tartışılır. Bizim kuşak çoğunlukla 68’li devrimci abilerimizin “Ho Ho Ho Chi Mich, Ernesto’ya bin selam, 2-3 daha fazla Vietnam” sloganlarıyla tanıştık Vietnam’la. Daha sonra da bölgesel savaşların en vahşisinin yaşandığı bu yoksul ülkenin o minyon, çelimsiz gibi görünen yürekli insanlarının bombalara ve kimyasal silahlara karşı direncini çok sonraları kitaplardan ya da filmlerden öğrendik.

Vietnam, 1800’ün başına kadar neredeyse bin yıl, Çin’in kontrolünde kalır. 1800 – 1945 arasında da Fransa’nın sömürgesi olur. İkinci Dünya savaşı sırasında Japonya tarafından işgal edilir. Savaştan Japonya’nın yenik çıkması üzerine, Fransa Hindiçin olarak bilinen Vietnam-Kamboçya-Laos bölgesini geri almak ister. Hindiçin Savaşı da böyle başlar.
Savaşın sonunda Fransızlar bölgeden çekilir ancak ülke Kuzey ve Güney Vietnam şeklinde ikiye bölünür. Hemen ardından da Sovyetler Birliği ve Çin’in desteklediği Kuzey ile ABD’nin desteklediği Güney arasında Vietnam Savaşı patlar. Savaşı 1975’te, fiili olarak komünist Kuzey kazanır. 1976’da Kuzey ve Güney birleşip ‘Vietnam Sosyalist Cumhuriyeti ‘ni kurar. Saigon’un adı, Vietnam Savaşı’nın komünist lideri Ho Amca anısına Ho Chi Minh City (HCMC) olarak değiştirilir.
O tarihten sonra Soğuk Savaş’ın da etkisiyle oldukça içe dönük bir yaşam sürdürülür. Nihayet 1986’da Vietnam Komünist Partisi, Çin’deki reformlara benzer uygulamaları hayata geçirme kararı alır. Böylece günümüze kadar uzanan dışa açılma ve ekonomik atılımlar gerçekleştirilir. Günümüzde dışa açık güçlü ekonomisi, 92 milyonluk dinamik ve çalışkan nüfusuyla Vietnam, geleceğe güçlü bir şekilde ilerliyor. Ülkenin başkenti kuzeydeki ‘Ha Noi’.

Kep-Cambodia-to-Ha-Tien-Vietnam-196

Vietnam Sosyalist Cumhuriyeti’nin yaklaşık 8 milyonluk nüfusuyla en kalabalık ikinci büyük kenti olan Hanoi, kuzeyde Kızıl Nehir’in kıyısında kurulmuş. 1000 yılı aşan bir geçmişe sahip kent, 11 ila 18’ inci yüzyıllar arasında bağımsız Vietnam Krallığının, 1884-1954 arasındaki Fransız kolonisi döneminde ise Hindiçin (Kamboçya, Laos, Vietnam)’ın başkenti olmuş.
Kızıl Nehir’in kıyılarını da içine alan Hanoi’nin çevresindeki bölgede en az beş bin yıldır yerleşim bulunmakta. 15. yy.’da Vietnam’a giren Çinliler ile 19. yy.’da ülkeyi işgal eden Fransızlar izlerini bu şehre bırakmışlar. Hanoi, Fransızlar 1954 yılında bölgeden çıkarılınca kuzey Vietnam’ın başkenti olmuş. 1970’li yıllarda Amerikalılar yenilip Güney Vietnam’dan çıkarılınca tüm ülkenin başkenti olmuş. Hanoi’de tüm hanedanlıklardan kalma 600’den fazla Budist Tapınağı anlamına gelen Pagoda bulunmakta. Özellikle Fransızların koloni mimarisi Hanoi şehrini etkilemiş.

photo-nui-den-resort-ha-tien-vietnam-35226-xl

Hanoi’de gezilecek yerlerin başında Ho Chi Minh Mozolesi geliyor. Ho Chi Minh, namı diğer Vietnamlıların Ho amcası, ülkenin Japonya, Fransa ve Amerika’ya karşı verdiği bağımsızlık mücadelesinin önderi ve Amerikalıların yenemediği ender liderlerden biri.
Adı “ışık saçan, aydınlatan insan” anlamına gelen Ho Chi Minh, öldüğünde yakılmasını vasiyet etmiş, ancak Vietnamlılar liderlerini mumyalayarak anısına bir anıt mezar yaptırmışlar. Bu anıt mezar, Ho Chi Minh’in 2 Temmuz 1945 tarihinde Vietnam’ın bağımsızlığını ilan ettiği ‘Ba Dinh Meydanı’nda bulunuyor. Salı, Çarşamba ve Perşembe günleri saat 8-11 arası ziyarete açık. Liderin cam içindeki mumyalanmış bedenini ziyaretin kuralları var; fotoğraf çekilemiyor, şapka, kısa şort ve etekle girilemiyor.

Uzakdoğu (1) Malezya

Uzakdoğu (2) Penang ,Malezya

Uzakdoğu (3) Phnom Penh, Kamboçya

Uzakdoğu (4) Sihanoukville, Kamboçya

Uzakdoğu (5) Kamboçya

Uzakdoğu (6) Samloem, Kamboçya