Kamboçya'da muhteşem bir ada

Kamboçya’nın güneyinde, doğasıyla muhteşem bir ada Koh Rong. Üstelik de resmen Türk hâkimiyeti altında. Bu adada ana karadan aldığınız biletten tutun, bindiğiniz bota, eğlendiğiniz bara ve muhtemelen kaldığınız otele kadar pek çok mekân Türklere ait. Bir Türk’le bir Alman’ın 8-10 yıl önce adayı keşfetmesi ve ilk işletmeyi açmalarıyla gelişim başlıyor.

Hazırlayan / İsmail Ragıp GEÇMEN
Koh.Rong

Sahil boyunca adanın batısına doğru yürüyoruz. Tropik beyaz kumsalı, denizin üstüne doğru eğilmiş geniş yapraklı Hindistan Cevizi ağaçları, sahildeki basit ama sevimli küçük lokantaları ve denizin rengiyle Ada, hakkında söylenenleri haklı çıkarıyor.
Yollar sadece patika ve kumsal. Adada araba, motor yok. Zaten yol da yok. Ulaşım, uzak yerler için ise sadece deniz üzerinden sağlanıyor. Hepsi neredeyse denize sıfır birkaç pansiyon, birkaç lüks bungalov otel, 5-6 restoran ve bar, şahane bir sahil boyunca uzanıyor. Her şey dışarıdan geldiği için fiyatlar Sihanoukville'e göre biraz daha pahalı. Yarım saatlik bir yürüyüşle adanın diğer tarafına geçip güzel ve ıssız plajı görebiliyorsunuz. Plajlar Hindistan cevizi ağaçlarıyla serin gölgelikler sunuyor ancak Güneydoğu Asya'da her yıl ciddi sayıda insan kafalarına Hindistan Cevizi düşmesi sonucu hayatlarını kaybediyor.

Koh.Rong

YAŞAMAK NE GÜZEL

Terledik ve denizin muhteşemliği göz kamaştırıcı bir şekilde davetkâr ama girmeden önce biraz etrafı tanıyalım diyerek yürümeye devam ediyoruz. İlerledikçe limana yakın bölgenin kalabalığı azalıyor, tesisler seyrekleşiyor, nihayet ağaç evlerin ve son derece lüks bungalovların olduğu bir resort’e gelince artık geri dönmeye karar veriyoruz. Yürürken gözümüze kestirdiğimiz sahildeki bir bara çöküp önce susuzluğumuzu gideriyor, sonra da teklifi bekletilmeye gelmez turkuaz denize atlıyoruz. Dışarıdan daha serin olmayan tropik kuşağın denizleri her seferinde şaşırtır beni. Açıldıkça kendime geliyor, yüzdükçe huzurla doluyorum. Şubatın ortasında, güzel ve acılı ülkem soğuktan kırılır, İzmir’ime bile kar yağarken burada, Uzakdoğu’nun bile uzak bir köşesinde, olağanüstü bir doğada olağandışı hissetmek ne kadar garip ve güzel. Akşam inerken Kamboçya’nın Koh Rong’una, ben sadece akşamı değil, teklifsiz geliveren huzuru da içime çekiyorum. Yaşamak ne kadar güzel. Her şeye rağmen...

28.-Koh-Rong’da-sahilde-bira-keyfi.-Koh-Rong,-Kamboçya

BİRALAR AHMET'TEN

Nice sonra Ahmet’in mekânına döndüğümüz zaman korktuğumuz olmuyor, odalarımız bulunmuş ve hazırlanmış. Ufak birkaç pürüz var tabi. Birincisi odalarda tuvalet-banyo gereksiz bir detay olduğu için 20-30 kişilik personelle birlikte ortak tek bir tuvaleti kullanmamız gerekiyor. Oysa -bizim için bile- fazla pis, küçük olan bu yerde, duşun suyu da ip gibi ipince akıyor, yani duş almak sadece bir hayal. Kapağı olmayan klozetin su haznesi arızalı ve tuvalet kâğıdı falan acayip gereksiz bir ayrıntı. Kapıyı açınca nah bu kolum büyüklüğündeki farenin zırt diye bir yerlere saklanması konusunu açmıyorum bile. La havle süphaneke dinimiz âmin deyip, tuzlu suyla yatamayacağımdan ip gibi suyun altında -güya- duş alıyorum. Islak mayomu yıkayıp -aynı ip suyla- üstümü de orada değiştirdikten sonra odaya yollanıyorum. Odamla banyonun arası yaklaşık 20 metre ama odaya gidene kadar kuruyor, odaya girdikten sonra tekrar terlemeye başlıyorum. Güneşin batmasıyla hava iyice duruyor ve sıcak daha da dayanılmaz bir alıyor. Ufak bir sorun da burada var. Odada klima olmadığı gibi vantilatör benzeri herhangi bir soğutucu alet de yok. Ne gereği var zaten canım?

Samloem-(3)
Giyinip restorana iniyorum. Ahmet biraya başlamış, sağ olsun bana da ikram ediyor. “Ahmet’le birlikte yememiz lazım, akşam bir şeyler hazırlatır, ayıp olur bekletmeyelim” diye düşünerek koşturup geldik ama yemekten bahis yok. Sohbet muhabbet… Ercan gelince biraya devam ediyoruz ama yemekten eser yok. Açız.
“Biz gidip acaba dışarıda bir şeyler yiyip gelsek mi acaba?” diye Ercan abiyle hafiften fikir teatisindeyiz. “Ayıp olur be” diyoruz. Ama birada sorun yok, bitti mi yenisi geliyor sağ olsun. Ne kadar geçiyor bilmiyorum, bir zaman sonra hafiften her şeye gülme kıvamına gelmişken masaya pat diye Eskişehir’in ünlü çiböreği geliyor. Kamboçya’nın bir adasında akşam geceye dönerken çibörek! Saldırıyoruz tabağa. Adam başı 2,5 adet düşüyor ama olsun, hayatımda yediğim en lezzetli çibörek.
Ahmet, Ahmet’in kardeşi, Ahmet’in ortağı, buradaki bir Türk işletmesinden ayrılıp memlekete dönen, sonra Koh Rong’daki hayatı özleyip bin pişman geri dönerek şimdilerde yeni iş arayan Çorumlu bir genç, ne iş yaptığı belli olmayan ama belli ki adada uzuncadır yaşayan bir genç kadın ve yan masalardaki tanımadığımız diğer hemşerilerimizle saatler sürecek hararetli bir sohbete koyuluyoruz. Sigaralar yanıyor, sigaralar sönüyor. Uzun saatler aynı şeyleri savunup ama nasıl oluyorsa tartışmakla geçiyor.
“Bugün biralar benden!” diye çınlatıyor Ahmet ortalığı. Biralar gelip biralar gidiyor. Türkiye’yi kurtarıyoruz. Kalkıp daha başka güzel şeyler yapsana be adam! Yok, Ahmet’e ayıp olur diye masayı da bırakıp kaçamıyoruz.
Gece ilerliyor. Kimi çalışmak, kimi gezmek için memleketin farklı yerlerinden kalkıp buralara gelmiş masadaki gençler, adalı kadın, Türkiye’ye gidip pişman olarak geri dönen genç Çorumlu, yavaş yavaş kalkıyor. Bizim de uykumuz geliyor ama bu sıcakta, odada nasıl uyuyacağımızı kara kara düşünerek biraz daha yatmamızı geciktirdikten nice sonra saatler 03.00’ü gösterirken artık yatma vaktidir deyip biz de odalarımıza geçiyoruz.

ADA
Çok içmenin elbette çok kötü yanları var. Ama iyi yanları da vardır. İnsanın kafası çok yüksek olursa, dışarda top patlasa duymaz uyur kalır. Ben de böyle bir su-i zanna kapıldım (Kulağıma hoş ve melodik gelen sözcük ve deyimlerden bir tanesi de budur işte. Bknz. Su-i zann, Türkçe sözlük). Ve fakat bilmem ondan, bilmem o anda çıkıveren rüzgârın odamı serinletmesinden, “ohh ne ala ne ala” demeye kalmadan gecenin sessizliğinde, her türlü sesi içeri alan bambu odalarımızda, gürültüler, bağırışlar, kahkahalar çınlamaya başlıyor. Sanki yanımızdalar, öyle bir gürültü var dışarıda. Muhtemelen başını gürültücü İrlandalıların çektiği bir kalabalık insan seli, sarhoş kahkahalarına delikanlı enerjilerini ekleyip patırtı yapmaya yemin etmiş şekilde sahil boyunca bir o yana bir bu yana gidip bize uykuyu haram etmeye kararlı olduklarını gösteriyorlar. Alkole karışmış marihuananın da etkisiyle bağırıp duruyor, gür kahkahalarını sallıyorlar. Talihsiz hacıyı deve üstünde yılan sokarmış. Belki hep vardı o gürültü, biz sohbet ederken fark etmedik; belki bize gıcıklık olsun diye dış mihrakların, faiz lobisinin, üst aklın falan bir oyunuydu bilmem ama aklıma gelen her türlü yakası açılmadık küfürü savuruyorum. Sanki duyuyorlar da beni deli etmek için yapıyorlarmış gibi sesler, gürültüler, cayırtılar artarak sabahın ilk ışıklarına kadar devam ediyor. Ben nihayet uykuya teslim olur iken bile hala uzaklarda bir yerlerden kahkahalar odama doluyor.
Sıcağın etkisi, personel çocuklarının koşuşturmacalarının ‘kalksam şunlara iki çaksam’ güçlü duygusu uyandıran gereksiz çığlıkları eşliğinde sabah henüz 9’u 10’a bağlayan saat içinde uyandım. Aşağı indiğimde uğursuz gecenin bütün suratsızlığıyla, soğuk getirilen ve sesimi çıkaramadığım kahveyi içtiğimde artık kararımı vermiştim. Burada 1 gece daha kalmayacaktım. Bu harika haberi vermek için Ercan’ı uyandırıyorum. Aynı dertten mustarip olan yol arkadaşım beni hararetle destekleyerek, 'tabi ya, sektirip gidelim buradan’ diyor. Hızlı bir kahvaltıdan sonra limana giderek bilet bakıyoruz. Tam 1 saat sonrasına, Koh Rong’un hemen yanı başındaki sessiz, sakin Samloem adasına ufak bir balıkçı teknesi bulunca tamam diyoruz, biz de geliyoruz. Deniz dehşet dalgalı, Ercan da ben de çok dalgalı denizde tırsıyoruz ama bir gecede öyle şeyler yaşamışız ki, hiç düşünmeden gidelim diyoruz.

30.--Koh-Rong-Samloem-adasi...-Kamboçya

AHMET'İN KONUKSEVERLİĞİ!

Sevgili Ahmet’e konukseverliği için teşekkür edip 1 gün bize yetti sağ ol var ol demek ve eşyalarımızı almak için döndüğümüzde Ahmet’in hala odasında olduğunu öğreniyoruz. Teşekkür bir yana, hesap işi ne olacak? Neyse ki Ahmet’in ortağı Ali orada.
“Ali’cim, biz erken ayrılmaya karar verdik. Gerçi Ahmet yok, veda etmeden ayrılmak ayıp olacak ama 1 saat sonrasına bilet bulunca gitmeye karar verdik, sen özürlerimizi iletirsin artık” diyorum.
“Tabi ben söylerim” diyor.
“Peki, dostum borcumuz var mı? Nedir?”
“Ahmet bana bir şey söylemedi. Ben bir bakayım” diyor ve gidiyor.
Haydaaa... Ulan Ahmet’cim, niye sen kimseye, hiçbir şey söylemiyorsun ha? Birkaç dakika sonra Ali dönüyor.
“Sabah kahvaltınız 14 $. Odalar içinde normalde 30 dolara veriyoruz ama sizin için 15’er dolar alacağız. 44 dolar yeter yani...”
Ercan’la birbirimize bakıyoruz, gözlerimiz konuşuyor yine.
“Aynı şey başımıza geliyor yine, Allah bizim belamızı verecek bir gün” diyor Ercan’ın gözleri,
“Öğrenemedik gitti, yurtdışında Türk işletmecilerinden köşe bucak kaç!” diyor benim gözlerim. Güçlü tele kinetik gücümüzle hemen anlıyoruz birbirimizi. Ali’de bizim birbirimizle bakışmamızdan bir şeyler çıkarmış olacak ki,
“Ahmet başka bir şey söyledi mi bilmem tabi” diyor.
Edebi, edepsizden öğren derler. Edepsizlik mi oluyor bilmem ama:
“Valla açıkçası misafir edeceğini söylemişti” diyorum utana sıkıla.


29.-Koh-Rong-Samloem-adasinda...-Kamboçya


Ama sinirleniyorum da, sonuçta odalarda kalan eden yok, “personel kalıyor yabancıya vermiyoruz” denilen üstelik dökülen bir yer için para talep edilmesi çok can sıkıcı.
Önceden bunun gibi yerlerde kalmışlığımız var ama hem buna mecbur kamıştık hem de ödediğimiz para böyle bir yer için bu bölgelerde 5 doları hiç geçmemişti. Bu kadar berbat bir yere 15’er dolar istenmesi de ayrıca başka bir ayıp. Oda parasının dışındakileri ödeyelim deyip ödüyoruz ve tekneye yetişmek için fırlıyoruz.

Uzakdoğu (1) Malezya

Uzakdoğu (2) Penang ,Malezya

Uzakdoğu (3) Phnom Penh, Kamboçya

Uzakdoğu (4) Sihanoukville, Kamboçya