Postmodern fırıncı olarak tanınan ve 3. Uluslararası Gastronomi Kongresi'ne katılmak için İzmir'e gelen Mine Ataman buğday ile ekmeğin 10 bin yıllık hikayesini 9 Eylül okurları için kaleme aldı.

Ropörtaj / Gökmen KÜÇÜKTAŞDEMİR

Her yeni ekmeğime on binlerce yıllık ellerin lezzetini katabilmek için dua eder ve geçmişe saygı duruşunda bulunurum. İnsan ve buğday yeryüzünün en kadim ikilisidir. Onlar mucizeyi birlikte gerçekleştirir.
IMG_7229
İnsan ve buğday yeryüzünün en kadim ikilisidir. Onlar mucizeyi birlikte gerçekleştirir. Her yeni ekmek dünyadaki yeni bir mucizenin habercisidir. Buğday mucizesinde bereketi, sabrı, paylaşımı gizler.

Travel Turkey Turizm Fuar Kongresi ile eş zamanlı olarak 3. Uluslararası Gastronomi Turizmi Kongresi, bugün yeni fuar alanı Fuar İzmir'de başlıyor. Akademik bildirilerin de yer alacağı kongre İzmir Ekonomi Üniversitesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi işbirliği ile düzenleniyor. Kongreye “Ekmeğe fısıldayan kadın” olarak tanınan Mine Ataman da katılıyor. Gazi Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi İngilizce Çalışma Ekonomisi Endüstri İlişkiler mezunu olan Ataman, reklamcılık yapmış bir marka uzmanı. Akdeniz Üniversitesi Klasik Arkeoloji bölümünde ön lisans da yapan Ataman postmodern fırıncı olarak da tanınıyor. Ataman ile ekmeğin ve buğdayın Anadolu'da ve dünya tarihindeki 10 bini yılı aşkın yolculuğunu konuştuk. Daha doğrusu bir soru sorduk, gerisini Ataman şiir tadında anlattı. Lafı çok uzatmadan sözü 'Ekmeğe fısıldayan kadın” Mine Ataman'a bırakıyoruz...

IMG_7222

YAŞAMIN HER ALANINDA
“Açlıkla tokluk arası bir dilim ekmek” ile başlar hikayemiz...
Ekmeğini tanımadıklarıyla paylaşanlar da bizleriz...
Ekmek parası için çalışan da...
Bazen ‘ekmek aslanın ağzında’ olsa bile ‘ekmeğimizi taştan çıkartırız.’
Zor günümüzde ‘soğanı ekmeğimize katık eder’, ‘bir lokma ekmek, bir hırka ile ömür sürer’, gün olur 'ekmek elden su gölden yaşarız.
Varoşlara sorsan ekmek; felek...
İşçiye sorsan ekmek; ‘emek…
Aşçıya sorsan ekmek; yemek...
Ekmeğin beslenmemizde ana unsur olarak yer alması, insanlığın yazılı tarihinden çok eskilere gidiyor. Mısırlılara kadar giden bu ana unsur, kölelere yaptıkları iş karşılığında verilen bir haraçmış aynı zamanda...
Peki mitolojide veya Anadolu'da insanoğlunun yaşamı için temel bir gıda ürünü olan ekmek ne kadar önemli idi?
Mitolojide ekmek dini törenlerin en önemli konusu ve hediyesi idi. Tüm toplumlarda ve dinlerde Tanrılar ve krallar ekmek ile ödüllendirilir, hatta tarihin bir çok döneminde ekmek savaşlarda karşı taraftan alınan ganimetler arasında yer alırdı.
Binlerce yıllık tarihsel serüveninde uğradığı her uygarlıkta krallar değişse de tanrılar değişse de ekmeğin önemi ve hikayesi hiç değişmedi. Sümerlerde bereket ve tarım tanrısı olan İnanna ile yeryüzünün enerjisinin sahibi olan Dumuzi evlendiğinde doğa tekrar dirilir, çiçek açar, ilkbahar gelirdi. Bu evliliğin şerefine büyük ve coşkulu sofralar kurulur, tapınaklarda ikramlıklar hep buğday olur, ekmek kutsal içecek Ambrossia ile sunulurdu.
Sümerlerde İnanna olan Bereket tanrısı mevsimler ve kültürler değiştikçe değişti farklı adlar altında kültürlere bereket ve bolluk getirdi. Her ekim ayında tanrılar yeniden can buldu Anadolu’da da mitolojide de.
Afrodit oldu, Venüs oldu, Kybele oldu. On bin yıllık Anadolu geleneğinde bilge kadınlar doğdu, doğan her bebekte bir parça İnanna oldu.
Anadolu’da ekmek her daim Tanrıların başı üstünde yer buldu; bu nedenledir ki, bugün Anadolu’da hala ekmek yere düştüğü zaman öpülür ve başa konur, ekmek ve buğday kırıntısına basmanın büyük günah olduğuna inanılır ve ekmek bıçakla kesilmez.
Yüzyıllar geçse de, medeniyet isim değiştirse de ekmek de buğday da doğayla uyumun en kadim beraberliği olmuştur.
Her karış toprağının altında bir efsane yatar Anadolu’nun buğday başaklarının sarısında. Bakire (virgin) Meryem, Başak (virgo) burcundadır. Başak, “Virgo the Virgin” olarak bilinir. Virgo Latincede bakire demektir. Başak, ekmeğin kaynağı olduğu için “house of bread”, ekmek evi olarak da anılırdı. Başak burcu sembolü, elinde bir demet buğday tutan bir bakiredir. Eskiden daha geç ekildiği için hasat mevsimi ağustos ve eylül aylarındaydı. Şimdilerde ise buğday hasadı için en uygun aralık mayıs-ağustos arası toprağın hafif nemli olduğu zamanlardır. Ayrıca, İsa’nın doğduğu Beytüllahim (Bethlehem) ekmek evi demektir. Yani manası bakımından yeryüzünde bir mekandan çok, gökyüzündeki bir semboldür.
Bu topraklarda Selçuklular, Hititliler, Sümerler olarak uzayıp giden ve insanoğlunun ilk yerleşim birimleri oluşturan izler taşır...
Mesela insanlık tarihi adına şimdiye kadar bildiğimiz tüm bilgileri tekrar gözden geçirmemize sebep olan Dünya’nın İlk Tapınağı Göbeklitepe ismini hiç duydunuz mu ?
Şanlıurfa’ya 15 km uzaklıkta olan bu arkeolojik sitede yapılan çalışmalarda ortaya çıkan sonuç çok şaşırtıcı, Göbeklitepe günümüzden tam 12.000 yıl önce inşa edilmiş. Evet yanlış duymadınız tam 12.000 (On İki Bin) yıl önce...
Bölgede yapılan araştırmalar ve elde edilen bulgular doğrultusunda önemli kültür bitkisi olan ve yüzlerce genetik varyasyonu bulunan buğdayın atasının ilk olarak Dünya Miras Geçici Listesi'ne 2011 yılında adını yazdıran Göbeklitepe eteklerinde yetiştiği ortaya çıkarıldığını biliyor muydunuz?
Göbeklitepe’de yapılan, tarihteki ilk buğday tarımından bu yana 12 bin yıl geçmiş ve tarım tekniklerinde pek çok şey değişmiştir. Tek bir şey hariç. Buğday hala topraktan çıkıyor ve Anadolu’da ekmek kutsallığını koruyor.

IMG_7235
Ne yöne giderseniz gidin, Anadolu’da başka bir efsane ya da hikaye ile karşılaşırsınız. Uzun zaman önce Anadolu’nun bereketli bozkırlarında bir ova varmış. Ovada yaşayan halk çok mutlu ve beylerinden çok memnunmuş. Her sonbaharda ekim şenliğinde buluşur, yazın hasat şenliğinde de keyifle tüm halk toplanıp beylerine bu mutluluk ve düzen için minnetlerini sunarmış. Yine bir hasat şenliğinde kurulan büyük sofranın konuklarından olan Türkmen Beyi yediği ekmeğin çok lezzetli olduğunu söyleyip, bu ekmeği yaptıkları buğdaydan tohumluk istemiş. Ova Beyi de memnuniyetle buğdaydan bir miktar tohumluk vermiş. Sonraki yıl tohumlar büyük bir özenle ekilip, sulanmış, bakımı yapılmış sonra da muhteşem bir şenlikle biçilip taş değirmenlerde öğütülmüş. Dualar eşliğinde Yörüklerin en iyi aşçısı tarafından ekmek yapılmış. Yörük Beyi ekmeği yemiş yemesine ama daha önceki yediği ekmeğin lezzetinde olmadığını düşünmüş. Bir sonraki yıl Ova’daki Bey ile görüşürken durumu anlatmış. Ova’nın Beyi Türkmen bey’ine dönerek “Ben size sarı buğdayı verdim sarı gelinin ellerini vermedim ya’’ demiş.
İnsanla buğday arasındaki ilişkinin en güzel anlatıldığı hikaye olduğunu düşünür ve her yeni ekmeğime on binlerce yıllık ellerin lezzetini katabilmek için dua eder ve geçmişe sonsuz bir saygı duruşunda bulunurum. İnsan ve buğday yeryüzünün en kadim ikilisidir. Onlar mucizeyi birlikte gerçekleştirir. Her yeni ekmek dünyadaki yeni bir mucizenin habercisidir. Buğday mucizesinde bereketi, sabrı, paylaşımı gizler.
Bir tohum çoğu zaman onlarca zorlukla savaşarak ekin verir toprakla buluşmasından. Ve biz şimdi on binlerce yıllık zorluğu aşıp gelmiş, geçmişini geleceğe taşımak isteyen azimli buğday tohumlarıyla, onların eşsiz hikayesiyle buluşuyoruz...
“On binlerce yıl uzaktan geliyorum. Nil’in coşkun sularıyla yıkandım, İda’nın parlak güneşiyle kök saldım toprakta. Bazen kralların sofrasına konuk oldum, bazen de bağdaş kurdum Tanrıların sofrasında. Binlerce yılın el izi, yüzlerce yılda oluşmuş zanaatkarlığın lezzeti var her dilimimde. Ben Anadolu’nun eşsiz çeyiz sandıklarında saklanmış iğne oyasıyım, Anadolu’nun ekmek kültürüyüm. Binlerce yılın mirası var her dilimimde. Yüzlerce zanaatkarın parmaklarıyla yoğruldu benim her bir parçam. Ben Anadolu’nun köklü ve zengin mirasıyım. Uğradığım her uygarlıktan bir parça lezzet ve gelecek için umut ödünç aldım. Şimdi bir dilimle binlerce yılın emeğini, insanla buğdayın en kadim beraberliğini sana sunuyorum. Yeryüzündeki en değerli sofralara konuk oldum. Ve şimdi senin sofrana konuk oluyorum...”

Ekmeğin hikayesi

Uzak akrabalarımızla tanışmaktır aslında on bin yıllık atalarımızla,
Başka insanların sofralarını paylaşmaktır, tanıdık olsun olmasın.
Bazen bir masal konuk olursun bazen de başakçı kuşunun kanadında buğday taşırsın yeryüzünün uçsuz bucaksız tarlalarına.
Mucizevi bir yolculuktur bu Yunus’un deyimiyle hazırsan pişmek için himmet, değilsen buğday alırsın hayattan.
Bir masalda kaybolmak, önyargılarından sıyrılıp Anadolu’da yaşamış tüm toplumların ekmek ve buğday hikayelerini dinlemek istersen, bu hikaye tam senlik, bereket ve sabır vaat eder….
On bin yıl önce ulu bir kadının bir avuç buğdayı toprakla buluşturmasıyla başlar mucize yıllar yılı değerinden hiçbir şey kaybetmeden sofradan sofraya aktarılır mirası ve şimdi ben binlerce yıllık zanaatkarlığın gölgesinde demlendim ve Anadolu’nun ekmek mirasını getirdim.