Narlıdere Belediyesi Fotoğrafçılık Kursu Eğitmeni Bahadır Karabıyık, yıllardır fotoğrafçılık ve sanat tarihi ile ilgili birikimlerini kursiyerleri ile paylaşıyor.

Vinci’nin “Beni geçemeyen çırağa yazıklar olsun’ sözünü ilke edindim” diyen Karabıyık’ın yetiştirdiği yüzlerce kursiyerin çoğu birer usta fotoğrafçı oldu.İstanbul Yeditepe Üniversitesi’nde beş yıl boyunca Uygarlık Tarihi dersi veren Bahadır Karabıyık, dokuz yıldan beri de Narlıdere Belediyesi bünyesinde fotoğrafçılık ve sanat tarihi ile ilgili birikimlerini kursiyerleri ile paylaşıyor. Karabıyık ile Gazete 9 Eylül için konuştuk:

Bize kendinizden söz eder misiniz?

İnsanlığı genişletilmiş ailesi olarak gören, hayatının eksenini düşlerin gerçekleştirilebilir yanı oluşturan biridir diyebilirsiniz benim için. Akademik arka planımla bu bağlamda bir görev insanıyım; yaşadığım bu güzel kentin üzerine kurulu o yüksek kültürün idealleri heyecan ve cesaret veriyor daima…



Fotoğraf serüveniniz nasıl başladı ?

Resim ilk tutkumdu; ilkokul öncesinde ailemin götürdüğü antik kentlerin bende uyandırdığı izlenimlerin gerek karakalem gerek renkli resimlerini yapardım. Fotoğraf serüvenim de henüz ilkokulun başlarında mesleği gereği fotoğrafa hayli ilgili ressam olan dayım (merhum) Metin Ersoy’un yanında başladı. Boyaları karıp, tuvalleri gerip, hatta zemin boyasını atarken karanlık odayı da keşfettim! Yine bu sıralarda fotoğrafa amatör olarak ilgisi olan babamın sonunda bana vermeyi uygun gördüğü üzerinde 1.4 diyaframlı 45 mm’lik objektifiyle bir range finder makine olan Yashica Lynx 14E’si bu yola çıkmam için büyülü nesnem oldu diyebilirim. Zamanla, gerek zihnimdeki bir duygu ya da kavrama karşılık veren ya da ilişkilendirmeyle zihnimde bir duygu ya da kavram yaratan öğeleri henüz ‘alandayken’ aracısız, tabiatın kalemi ışıkla temsil ve kompoze edebilme imkânı veren fotoğraf sanatına yöneldim.

Fotoğraf sanatı duyguları yansıtma açısından iyi bir araç mıdır?

Ansel Adams’ın ‘Bir şeyi çok güçlü hissedersem fotoğrafını çekerim’ cümlesine katılıyorum. İyi bir şiirde sıfatlar kullanılmaz okuyucunun zihninde imgeler yaratmanız gerekir. Fotoğrafçılığın da bu anlamda imgeleri bağımsız olarak kullanabilme imkânını ve bu imgeleri adeta hareketli meditasyonda olduğu gibi bir tam farkındalık durumunda doğada araştırmaya yöneltişini seviyorum. Okçulukta başarıyı getiren dışarıdaki kendi uzantınıza hedef alma duygusu gibi. Doğası kendi dışında olmayan bir varlık doğal bir varlık değildir der Karl Marx. Burada doğa deyince elbette sadece ağaçları, ovaları, dağları değil bireyi çevreleyen her şeyi anlıyoruz…



BATUR DESTEK OLDU
Fotoğrafçılık kursu projesi nasıl başladı ?

Bir İzmirli olarak İstanbul’da Yeditepe Üniversite’sinde öğretim görevlisi olarak çalışırken bir yandan ‘resim içinde müzik, resim içinde şiir’ konulu tezimle yüksek lisansımı tamamladım; doktoraya başlamamın ardından bir daha ayrı kalmama temennisiyle İzmir’e döndüm! Akademik hayatta edindiğim deneyim ve birikimimle; sanat tarihi konularından uygarlık tarihi derslerime beş yılda beş binin üzerinde öğrencim olmuştu, herhangi bir akademik kuruma katılma arayışımdan kısa zaman içinde vazgeçip kendi akademimi kurmaya karar verdim. Düşüncelerimi bir proje haline getirip kültürel faaliyetleriyle dikkat çeken Narlıdere Belediyesi Atatürk Kültür Merkezi’nin müdürlüğüne hiçbir talepte bulunmadan başvurdum. Narlıdere Belediyesi projemi hayata geçirmem için beni yüreklendirdi ve kısa zamanda mekân olanağı da sağladı.

Bekledikleriniz gerçekleşti mi? Fotoğraf sanatı ile ilgili hedefleriniz nelerdir?

Dokuzuncu yılımızdayız, anda kısa vadeli beklentilerimin hemen tamamının, orta vadeli beklentilerimin kaydedilir ölçüde gerçekleştiğini ve uzun vadeli beklentilerimin de bu yolda devam ettiğini memnuniyetle görüyorum. Öğrencilerimle mekan imkanını beraberce geliştirip sınıfımıza entegre stüdyomuzla her tür projenin gerçekleştirilebileceği ‘gerçek’ bir atölye oluşturduk. Derste de sıkça dile getirdiğim gibi aslında fotoğrafçılık da bir araç; amaç ise ruhu yüceltmek… Hayat algıdır, sanat ise ifade… Bu ifade önce onu oluşturanı sonra da ona tanık olanları kurtarır ve bir başlangıçtır. Böylece artık en yüksek karakterli ihtiyaç olan ‘kendini gerçekleştirme’ ihtiyacına erişildiğinde geriye dönüş yoktur. Ruhunu yüceltmek için herkes kendine yakın olan bir sanatı seçer. Bizim arkadaşlarımızın seçimi de fotoğraf sanatı. Estetiğin geri dönülmez topraklarına doğru yola çıktığımızı düşünüyorum. Birlikte her buluşmamızda mükemmele doğru bir adım daha ilerlediğimizi biliyorum. Tıpkı mitolojideki Angonaut’lar gibi ‘Altın Post’un peşindeyiz. Leonardo Da Vinci’nin ‘Beni geçemeyen çırağa yazıklar olsun’ sözünü de kendime ilke edindim ve öğrencilerimin de benden çok daha başarılı olmaları için çaba gösteriyorum.



FOTOĞRAFA İLGİ ÇOK
Türkiye’de fotoğraf sanatını değerlendirir misiniz?

‘Akdenizli’ mizacı baskın, rahmetli usta Aziz Nesin’in deyişiyle ‘her üç kişiden beşinin şair olduğu’ memleketimizde artık malzemenin kolay ulaşılır olmasıyla beraber sebebi farklılaşmakla beraber fotoğrafa da yoğun bir ilgi var. Tabii bu patlamanın içinde yaşadığımız post modern dönemin görsel öncelikli bir dönem olmasının küresel etkisi olduğunu da görmeliyiz aynı zamanda. Ancak şunu da belirtmeliyim ki, evrensel değerlere ulaşım bakımından malzemeye erişebildiğimiz kadar talihli görünmüyoruz. Siyasi, kültürel engelle(me)nin yanısıra özellikle dil eksikliği bilimlerde olduğu gibi sanatlarda da bir engel. Ülkemizde hala dünyada 1940’larda tartışılan konuların tartışıldığına tanık olabiliyoruz. Hatta fotoğraf sanatı ölüyor mu kadar sanatın doğasına aykırı argümanların neredeyse kabul görmeye başladığına tanık olabiliyorsunuz. Sanatçı bir dünya insanıdır, yeniliklerin karşısında heyecan duyan insandır. O bilir ki doğduğunda hiçbir sanat dalını başlangıcındaki haliyle bulmadığı gibi öldüğünde de o sanat dalı öyle kalmayacaktır. Sanat tarihinde her dönemin sonuna doğru artık yapılacak bir şey kalmadığını ve sanatın bittiğini düşünen kitleler olmuştur. Neyse ki ülkemizde evrensel değerlere bağlı, araştırmacı, tutkulu umut veren bir kesim var büyük işler bizi bekliyor diyebiliyoruz!

GÜÇ VE ONUR BİZİMLE

Sanatseverlere mesajlarınız var mı?

Sanatla uğraşı aslında başlı başına ideolojik bir uğraştır; sanat felsefesinin konusu olan güzelin ne olduğunun bilgisinin ötesinde dışında onu hayata sokmak insanlara göstermekle ilgilidir. Renkler ve zevkler tartışılmaz belki ama geliştirilebilir; bizim de üzerinde çalıştığımız işte bu ‘geliştirilebilirlik’. Bakınız insan değerlerini en ön sıraya alan hümanizm ideali 15. Yüzyıl’ın sanatçılarına Rönesans sanatını, kendi ifadeleriyle, yerin altından kazıyarak çıkarmalarına yol açtı. Bizler antik dünya idealleri kapsamında hümanizm felsefesinin doğduğu, şu gün yetmiş milyon küsur içinde hiçbirimizin dedesi heykeltıraş olmamakla birlikte, aslında iki bin yıl önce dünyanın en önde gelen heykel okullarını kuranların torunlarıyız. Büyük resmi dikkatten kaçırmayalım; yol haritamız orada; ve bu yolda bütün sanat dalları arasında köprüler vardır gören gözlere dönemler ve tarzlar arasında da. Bu anlamda ‘ideolojisizleştirme’ ideolojisinin tuzaklarından uzak, güç ve onur bizimle olsun diyorum.



ARGONAUTLAR

İlkçağın büyük destansal öykülerinden biri olan Argonaut'ların serüvenini Rodoslu Apollonios anlatmış. İ.Ö. III. yüzyılda yaşayan Apollonios ünlü bir Mythos yazarı.
Adı "hızlı" anlamına gelen Argo gemisi Karadeniz'in Kolkhis ülkesine Altın Post’u aramaya giden kahramanlar için yapılmış 55 kürekli bir gemi. Onu yapan ustanın adı Argos'tur.

Sefere katılanlar Troya efsanesi kahramanlarından önceki kuşaktan kişiler. Mythos yazarlarının verdikleri isimler genelde birbirini tutmaz ancak en ünlü kahramanlar şunlar: Iason, gemi ustası Argos, dümenci Tiphys, ozan Orpheus, Idmon, Amphiaraos ve Mopsos adlı biliciler, Boreas'ın oğulları Kalais ve Zetes, Kastos ile Polydeukes, Pelus ile Telamon, Meleagros, Herakles ve daha başkaları.



Altın Post bir zamanlar Athamas'ın çocukları Phriksos ile Helle'yi sırtına alıp Yunanistan'dan Karadeniz'deki Kolkhis ülkesine kaçıran kanatlı koçun postu.  Helle Çanakkale Boğazı’nı (Hellespontos) geçerken denize düşer, daha sonra Phriksos tek başına Kolkhis'e varır ve kendisine iyi davranan Aietes'e Zeus'a kurban ettiği koçun postunu verir. Aietes de bu eşsiz postu tanrı Ares'e adanmış bir korulukta saklar.

Iolkos kralı Aison tahtını üvey kardeşi Pelias'a kaptırır. Aison'un oğul Iason delikanlılık çağına gelince Pelias'ın karşısına çıkıp tahtı geri ister. Pelias da ondan kurtulmak için önce Kolkhis'e gidip Phriksos'un orada bıraktığı Altın Post’u getirmesini buyurur. Iason bu sefere çıkmak zorunda kalır, Yunanistan'da ne kadar gözü pek yiğit varsa hepsini toplar ve Phriksos'un oğlu ünlü usta Argos'a bir gemi yaptırdıktan, bu işte tanrıça Athena'dan bir yardım gördükten sonra yola çıkar.



“ALTIN POST”U ALIRLAR

Argo gemisi Teselya'daki bir limandan denize indirilir. İlk durak Maryandyn'lerin ülkesidir. Kral Lykos onları iyi karşılar ama bir yaban domuzu avında bilici İdmon ve dümenci Tiphys ölürler. Argonaut'lar daha öteye kadar gidip Amazonlar ülkesine çıkarlar. Daha sonra Kafkas dağlarının göründüğü kıyılara kadar ilerlerler ve Kolkhis ülkesine varırlar.
Argonaut'lar Altın Post'u geri istemek için kral Aietes’in karşısına çıktıklarında kralın kızı Medeia, Iason'u görür ve büyük bir aşkla ona tutulur. Kral Aietes görünüşte Altın Post'u vermeye razıdır, ama bir ejderi öldürmesini, ateş püskürten tunç ayaklı iki boğayı boyunduruğa koşup öldürülen ejderin dişlerini ekmesini şart koşar. Iason ister istemez bu koşullara evet der. Medeia araya girer, Iason'a kendisini eş olarak almaya söz verirse yardım edeceğini bildirir. Sonra yiğide büyülü bir merhem hazırlar. Bedene sürüldü mü bu merhem deriyi silah geçmez hale sokar, bir gün boyunca ne yaralanır ne de ölür. İason bu görevi başarır ancak Aites postu vermek istemez. Argo gemisini yakmaya ve gemicileri öldürmeye kalkar ama Medeia ve Iason ile el ele vererek Altın Post’u alırlar ve gemiyle kaçarlar.