Bu yazıda, CHP Adalet Kurultayı’na, “Kültür ve Sanatta Adalet” çalıştayına ve orada yaptığım konuşmaya dair bilgi verecek, görüşlerimi paylaşacaktım. Kalsın, şimdi yazamam. Kurultaya dair izlenim notlarımı temize çekip göndereceğim, ötekileri de nasılsa yazarım.

Çünkü gelmez dediğim, şimdi hiç sırası değil dediğim, sosyal medya dediğimiz ve kimilerinin çirkefe dönüştürdüğü mecradaki vicdansızlıklara laf yetiştirirken, babaannemin deyişiyle “ömrüne ömür katıyorlar” diye avunduğum ve nasılsa asla duymayacağım dediğim haber geldi: “Muzaffer İzgü öldü!”
Muzaffer İzgü ölür mü?
İnsan canlı ve her canlı gibi, geçmişte bir gün nasıl doğduysa, gelecekte bir gün elbette ölür.
Muzaffer İzgü’ler ölür mü?
Bu yazıyı, sabahın doğmadığı bir saatte başlayıp, gecenin koyuluğunda biten, Adalet Kurultayı’nın ilk günü sonrasında, yorgun ve aldığım haberin olanca yüküyle yazmaya çalışıyorum.
Aslında gazeteye telefon etsem, “Bu hafta yazamayacağım, okurlara iki satırla bildirip, özürlerimi iletin” desem, arkadaşlarım gereğini yapar. Yapar da, ben Muzaffer Ağabeyin, mutlaka soracağı şu soruya ne derim: “Oğlum! Bu sana yakıştı mı?”
“Ölüm sana yakıştı mı?” diyemem, “Beni, bizi, hele ki çocukları böyle bırakıp gitmeye ne demeli?” diye soramam. İyi de, ben şimdi ne yapayım, ne yazayım?
Hayata kulak veriyorum.
Kuzey Ege’nin şu saatteki rüzgarı, yaklaşmakta olan güzün habercisidir. Arkadaki tuzla gölünü mesken tutmuş flamingolar, göç hazırlığındadır. Çanakkale-İzmir yolunda, kamyonlar -Cahit Külebi kavun demişti- acep şimdi ne taşımaktadır? Memleketi bir yana koy, acaba yanı başında düzenlenen “Adalet Kurultayı” hakkında, Eceabat’ın Kocadere köylüleri ne düşünmektedir? Sesler günün tortusuna, kalbim aldığım haberin acısına, harfler bizi neden zorluyorsun telaşına karışırken… Yok, bu tümceyi ben nasıl tamamlayayım?
Muzaffer İzgü öldü diyorlar. Okudum, karşılaştırdım, bir aklı evvellik ya da ilk salayı vermeyi bir şey sananların saçmalığı olsun, öyle olsun, olmalı dedim. Umdum, temenni ettim, “Lütfen öyle olsun!” dedim… Hayır, şimdi doğruydu.
Ah ki, Muzaffer İzgü…
Kalbimden bir parça kopmuştur. Geriye hayatımda kocaman bir boşluk kalmıştır.
Unutmayarak, “Oğlum!” seslenişini, ütümdeki emeklerini hak etmeye çalışarak, tanış ve yoldaş onuruna yakışarak, ülkede ve yeryüzünde seni hep yanı başımda hissederek yaşamak, boynumun borcu olsun, Muzaffer Ağabey.
Güzel, üretken ve insan gibi yaşanmış bir ömür, şimdi bizi saygı duruşuna ve insanın insan gibi olması adına, sorumluluğa çağırmaktadır.
Şimdi, şu saatte daha fazla yazamayacağım.
Kederliyim, bağışlayın.
Ne demişti Nazım Usta, “Ölümün adil olması için, hayatın adil olması lazım…”
İnsanlık, başın sağ olsun!