Kültür, sanat, müzik festivallerindeki engellemeler, yasaklamalar… Sanata, sanatçıya karşı yoz ve aymaz baskılar, gözaltılar, tutuklamalar… Kadını aşağılayan söylem ve eylemler… Hızını yitirmeyen kadın kıyımları… Açlık, yoksulluk, yoksunlukla yaşama savaşı veren kitleler… Kaygı, kuşku, korku, karmaşa… Sorunlar, açmazlar, şaşkınlıklar sarmalı... Cemaatlerin, tarikatların, kendi köktendinci İslamcı yaşam biçimini topluma dayatma girişimleri… Kendisi gibi olmayana yönelik hoşgörüsüzlük, öfke, kin, nefret görüntüleri…

Sanki 21’inci yüzyılda Ortaçağ’ı yaşatmak için örgütlü bir yarışa girmişler!

***

Oysa dün toplumun aydınlık, devingen, işlevsel aydınları, gençleri, genç düşünenleri, 100 yıl önce kuruluşun, kurtuluşun, aydınlanmanın, çağdaşlaşmanın, barışçıl ereklerin egemenliği için, utkunun bayramını, 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı görkemli biçimde kutladık. Bilineni yinelemek gibi olacak, ama olsun. Nazım Hikmet, 30 Ağustos 1961’de Budapeşte’deki Bizim Radyo'ya konuşuyor. Sunucu Nâzım Hikmet'e “Bugün 30 Ağustos. Bununla ilgili ne söylemek istersiniz?” diye sorunca, Nâzım’ın yanıtı çarpıcı:

"30 Ağustos Türkler’in en büyük bayramlarından biri ve zannediyorum ki yalnız bizim değil; insanlığın bayramlarından biri. 30 Ağustos’ta ilk kez biz Türkler insanlığa, sömürgeciliğe, emperyalizme karşı üstünlük kazanmanın yollarından birini gösterdik. Bu da sömürgeciliğe karşı silah elde çarpışmakla olur. Ve sömürgeciliğin her şeye rağmen yıkılmaya mahkum olduğunu gösteren uluslardan biri de benim ulusumdur. Bunun için cidden bu bayram büyük bayramdır. Ve bir daha tekrar ediyorum: Yalnız Türk ulusunun bayramı değil, insanlığın da bayramlarından biridir."

Konuşmasının ardından Kuvayı Milliye Destanı’ndaki unutulmayan dizelerini seslendiriyor:

Dağlarda tek

Tek, ateşler yanıyordu.

Ve yıldızlar öyle ışıltılı öyle ferahtılar ki

Şayak kalpaklı adam

Nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden

Güzel, rahat günlere inanıyordu ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,

Birden bire beş adım sağında onu gördü.

Paşalar onun arkasındaydılar.

O, saati sordu.

Paşalar ‘üç’ dediler.

Sarışın bir kurda benziyordu.

Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.

Yürüdü uçurumun kenarına kadar

Eğildi durdu.

Bıraksalar, ince uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak

Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlayacaktı.”

Yurtta barışın, dünyada barışın” sağlanması ilkesine büyük imza atan Gazi Mustafa Kemal’in bu onurlu meydan savaşının ardından, Cumhuriyet’e giden yolun kapısı açılmış, ulusal egemenliğe dayanan aydınlanma, çağdaşlaşma atılımı başlamış; yaşama geçirilen devrimler, laik ve demokratik Cumhuriyet’e sahip olmanın onuru yaşanmıştır.

DÜNYA BARIŞLA GÜZEL

Yarın da 1 Eylül. Sevginin, umudun, aşkın, insanca yaşamanın, evrensel duyarlığın, aydınlanmanın, özgürlüğün, dayanışmanın, bağımsızlığın ortak adı barışla taçlanma günü; Dünya Barış Günü.

Şiirimizin değerleri Rıfat Ilgaz, Melih Cevdet, Can Yücel, Oktay Rıfat, Necati Cumalı, Gülten Akın, Cemal Süreya, Adnan Yücel, Edip Cansever, elbette Nâzım Hikmet… Ve daha niceleri barış için az söz söylemediler. Kuşkusuz barışın tüm değerlerini dizelerine işleyen dünya şairlerini, şairlerimizi de anmadan geçmek olası mı?

Bu bağlamda Refik Durbaş sesini yeniden duyar gibi oluyorum:

Barışı sever bütün çocuklar

beştaş, saklambaç, elim sende

bu yüzden anlamı aynıdır, değişmez

barış sözcüğünün halkların dilinde

(Barış koyun çocukların adını)”