Geçenlerde ele aldığım Rektör seçimleri ile ilgili yazım sonrası pek çok geri dönüş aldım, bunların ortak noktası üniversitelerde en önemli sorunun rektör seçimleri olmadığı, daha yapısal problemlerin var olduğu üzerine idi. Hemfikirim. Geldiğimiz noktada pandemi ivmelendirme yaratmış olsa da üniversitelerde yapısal reform gerekliliği herkesin dilindeydi zaten. Artık yaşadığımız iş dünyası bir üniversite mezununu uzun uzun eğitmek istemiyor, işe hazır insanların peşinde. Geçen sene İngiltere orijinli bir çalışma ekonomisi saha çalışmasında, işverenler artık yüzde 60’lara yakın oranda bir lisans diplomasının öncelikleri olmadığını belirtmiş durumda.

Bunu küresel firmaların rol model olarak sundukları çalışan profillerinden de anlamak mümkün. Huawei’nin 120 ülkeden altı bine yakın öğrenci arasında yapay zeka tabanlı bir programa seçtiği 15 yaşındaki Özgür Özdemir buna örnek. 9 yaşına gelmeden kodlama öğrenen Özgür’ün oyunları milyonun üzerinde indiriliyor, takdir edilir ki oyun sektörü istihdamı için hiçbir şirket bu yetenekli çocuk yerine filanca üniversitenin bilgi işlem diplomalı yeni mezununu seçmeyecektir. Diploma değil üretim önceleniyor çünkü. Mesleğe ve kişiye özel bireyselleştirilmiş bir metodolojiye ihtiyaç var.

Kuruluş tarihi 1870 yıllarına kadar giden Londra merkezli KPMG Danışmanlık Firması araştırmacılarına göre, tarihi 13 yüzyıllara kadar giden üniversite kurumu yaşadığımız on yıllarda radikal bir dönüşüme maruz kalacak gibi görünüyor. Artık geleneksel yapı tökezlemekte, çünkü sosyal değişim ve toplumsal dinamikler farklı gereksinimleri ortaya koymakta, bunların çözümü için ise üniversitelerin bugünkü yapısı hantal ve işlevsiz kalmakta. Aileler dahil hiçbir kurum üniversite eğitiminin yüksek maliyetlerini karşılamak istemiyor. İş Hayatının guruları ya da patronları, çalışanlarında en çok ihtiyaç duydukları duygusal zekaya bağlı sosyal beceriler ile, ekip ruhu ve zaman yönetimi gibi yeteneklerin hiçbirisinin üniversite anfilerinde öğretilmediğini biliyor. Bu trend devam ederken SARS-CoV-2 Pandemisi ile kapanan üniversitelerin yokluğunu neredeyse hiç kimse fark etmedi. Salgın atmosferinde hep göz önünde olması gereken aşı çalışmaları için bile Oxford dışında hiçbir üniversitenin adı geçmedi, halen kitlesel uygulamaya geçen aşılar BioNTech gibi özel şirketlerin bünyesinde geliştirildi.

Gelişen teknoloji ile tıp doktorluğunun bir tür tıp mühendisliğine evrilmesi gibi geleneksel üniversite eğitimi de pratik ve mesleki kurslar eşliğinde geliştirilen yeteneklerin söz konusu olduğu meslek sertifikasyonu programlarına indirgenmekte. KPMG araştırması, pandemi ile indüklenen ve dijital teknolojinin sınırsız fırsat yarattığı e-öğrenmenin önümüzdeki 5 yılda her yıl için yüzde %10’un üzerinde büyüyeceğini öngörüyor. Elbette, bir çok üniversite gerek kültürel gerekse altyapı eksiklikleri bağlamında bu dönüşümü yapmaktan uzak kalacaktır.

Öğrencilerine optimum fizik şartlarında ders ve laboratuvar ortamı sağlayamayan üniversitelerin, holografik simülasyonlarla akıllı öğrenmenin analitiğinde kişiselleştirilmiş eğitim formasyonu kazandırmalarını beklemek saflık olacaktır.

Ortaçağ'dan günümüze, üniversitelerin teknoloji gelişiminden sosyal refaha kadar insan hayatının zenginleştirilmesine yönelik katkısını kimse inkar edemez. Gelinen noktada,zamanın ruhunun üniversite için tehlike çanlarını titreştirdiği açık bir gerçek. 2021 ulusal bütçemizden üniversiteye ayırdığımız pay 7 milyar dolar civarında. Dünyadan örnek vermek gerekirse sadece Harvard’ın tek başına yıllık bütçesi 36 milyar dolar. Yale 27 milyar dolar ve Oxford 1.8 milyar dolar. Ancak, üniversitelerin artan maliyetlerini ne hükumetler ne de öğrenci aileleri karşılamak istemiyor. Devasa kampüsler, işlevsiz büyük binalar yerini online realtime digital platformun büyük ekranlarına bırakırken, sanayi-üniversite iş birliği modellemesinde yeni meslek yüksek okulları sistemi yaratılıyor.

Devlet dahil tüm taraflar kaynaklarını betona yığmak yerine araştırmaya, üretime, yetkinlik ve artı değer yaratmaya ayırmak istiyor.

Doğrusu geleceğin insanları varolan ve eski üniversite sistemi ile yetişmeyecek. Zamanın ruhu dönüşümü zorunlu kılıyor ve en ücra köylerde bile en iyi kabul edilen üniversitenin ders programı takip edilebiliyor. Diploma odaklı yapı kişiye özel ve istihdamın gereksinim duyduğu yetenekleri kazanmış bir meslek formasyonu kazandıracak pratik müfredatlara ihtiyaç gösteriyor ve hantal bilgiler için kişilerin yıllarını ayırmak istemiyor. Sosyal yapı, endüstri ve teknolojik standartlar değişirken kişilerin anfilerde genel içerikli bilgileri pasifce dinlemesi artık dramatik ölçekte verimsiz. Pandemi, üniversite bağlamda zaten hissedilen bu değişim hızını radikal şekilde hızlandırdı, sanırım keskin ve hızlı bir dönüşümün ayak sesleri ilgili tüm kuruluşların kulaklarını sağır etmekte. Özetle kişi ve sektöre özelleştirilmiş, hibrit, uygulama esaslı, verimli kaynak odaklı, modüler, akademik ve mesleki eğitimin birbirinden kati olarak ayrıldığı, karma değil ihtisaslaşmış üniversitelerin söz konusu olduğu, eğitim sürelerinin kısaldığı, bazı mesleklerin yok olacağı göz önüne alınarak yeni mesleklerin gereksinimlerinin programlara dahil olduğu esnek bir yüksek öğretim profili ufukta.

Türkiye’de uzun süredir YÖK için reform çalışmalarından bahsediliyor. 2021 yılı üniversiter yapı gereksinimlerini 4 Kasım 1981 tarih ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun karşılayamadığı herkesin kabulü.

Geciken YÖK reform sürecinin bir avantaja çevrilerek, Üniversiteler için ilgili yasanın çağın ihtiyaçları bağlamında kapsamlı bir şekilde ele alınıp yeniden düzenlenmesini, Ülkemizin kuruluşunun 100. yılı hedefleri ve bekası için zorunlu bir stratejik eylem olarak görüyoruz.