Şair Asım Öztürk’ün yeni çıkan denemeler kitabı “Şiirin Diliyle” söyleşecektim.
Yunus Bekir Yurdakul’un “Ölmeden İyi İnsanları”ndan güldüşün anılarını paylaşacaktım.
Mehmet Büyükçelik’in “Sevgisiz dünyanın baharında / Güzel şeyler yaza yaza düzelir mi dünya?/ Sözcükleri pişirip yediriyorum kâğıda” dizelerinin de yer aldığı yeni çıkan “Geç Bunları” şiir kitabını anlatacaktım.
M. Mahzun Doğan’ın aklıma takılan “Kirlenmiş bir mendil bu yeryüzü. Ben artık gidiyorum” dizesinden yola çıkıp, onun “Eski Mahallesi”ne gidecektim.
Belki M. Güner Demiray’ın “Çağ Geçidi”nden söz edecektim: “Kalbim yeryüzünün fay hattı /Şimdi nerede bir sancı var/ Ben orada ağlıyorum” dizelerini alıntılayarak.
Sizi biraz da M. Osman Akbaşak’ın “Arkeopark İzmir’den Düş Yolculukları”yla 8500 yıl önceki İzmir’e götürecektim.
Nüket Hürmeriç’in “Gökyüzü Kuş Yağmuru”ndan, Turgut Baygın’ın “Mendil, Dağ ve Başka Şeyleri”nden, Neval Savak’ın “Siyah Avuntusu”ndan, Mehmet Genç’in “Dil Fırçası”ndan, İlhan Soytürk’ün “Feray’ın Düşü”nden, Şerif Tezgörenler’in “Beyaz Leylak Ülkesi”nden geçecektik; gülümseyerek, dilin sevinçli, ince yolunu kullanarak, şarkılar söyleyerek…
Tüm olumsuzluklarına, sıkıntılarına, acılarına karşın, 2017’ye sağlıklı, huzurlu, umutlu, şarkılı girmenin hazırlığını yapıyorduk.
Adı soyadı 2017 olacak yeni yılla ilgili beklentilerimizi, duygularımızı, düşüncelerimizi dizeler, şiirler, şiir gibi güzel sözlerle iletiyorduk dostlarımıza, sevdiklerimize.
Eskiden el yazılarımızı dokuyup postayla gönderdiğimiz, hem gönderen, hem de alan için heyecan, sevinç yaratan tebrik kartları geliyordu aklımıza.
Eski alışkanlıklarımızı ne denli özlesek, arasak da cep telefonlarının, tabletlerin, bilgisayarların, çağın çılgın aygıtlarının çekiciliğine kaptırmıştık kendimizi.
Sosyal paylaşım sitelerinde herkesin ortak iletisi daha mutlu, daha güzel, daha iyi, sevgi ve barış dolu, aydınlık dünya özlemiydi.
2016’yı kirlenmişliği, çirkinliği, kötülüğü ile çöpe atmayı umarken, yeni yılın ilk saatlerinde acımasızlığın, adına terör denen insanlık dışı çılgınlığın çığlıklarıyla uyandık! Kana bulandı umudun harfleri, yüreğimiz dağlandı, içimiz yandı! Kanımız dondu Ocak ayının ilk saatlerinde!
Benim de kurguladığım yazı kursağımda kaldı. Acım katlandı. Dilim tutuldu. Sözcüklerim, dizelerim dondu!
Neredeyse her gün bu kanlı saldırılar olmasın, acılar yaşanmasın, insanlara kıyılmasın, silahları satanlar, terörü besleyenler kahrolsun diye çığlıklar atar olduk!
Türkiye’nin 90'lı yıllarda yoğunlaşan köktendinci örgütlerin eylemleriyle sarsıldığını unutmadık. Muammer Aksoy, Çetin Emeç Turan Dursun, Bahriye Üçok, Musa Anter, Uğur Mumcu, Onat Kutlar, Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu art arda köktendinci terörün kurbanı oldu.
Önceleri ülkenin önemli, saygın, seçkin aydınlarını seçen, yok eden terör, son yıllarda eylemlerini kitleselleştirdi. Uzaktan kumandalı araçlarla, canlı bombalarla kitlesel öldürümlere yönelik terör eylemlerini acıyla, içimiz yanarak izliyoruz!
Tabanca, tüfek, kaleşnikof, dinamit, bomba… Tüm ateşli silahlar… İnsan eliyle insana yönelen sonu kanla biten öldürüm araçları… Hepsine ilençler yağdırıyorum.
Yazıma son noktayı koyarken, Murat Attila’nın Dokuz Eylül’ün 2 Ocak tarihli sayısında çıkan sözleri çınladı kulağımda: “Ölüme inat YAŞAMI, savaşa karşı BARIŞI, din devletine karşı LAİKLİĞİ, diktatörlüğe karşı DEMOKRASİYİ sonuna kadar SAVUNACAĞIZ ve DİRENE DİRENE KAZANACAĞIZ! Çünkü biz halkız…”