Çok zor değil mi? Hayır, hayır bu kişilerden bahsetmiyorum, onu birazdan açıklayacağım, bu başlıktaki kelime... Çok zor gerçekten. Ne yazarak kendimi ne okutarak sizi zorlayacağım. Onun yerine imkânı olamayanlar, kendini ifade edemeyenler, itilmişler, yabancılaşmışlar desem. Bak yine yabancılaşmaya geldi konu. En iyisi ben Oğuz Atay’a atıf “Özben ile Işık” diyeyim. Hoş bunların da hangisinin o soyadında olduğu da karışık.

Özben’ler Işık’lar.

Kendiliğinden mi tutunamadılar? Hayır işte. O yüzden işte bu başlık.

Ortak özellikleri var mı bunların? Okumuşlar, aydınlar, sorguluyorlar, fark ediyorlar. Eyvah bunlar çok tehlikeli.

Tepki veriyorlar mı? İçsel tepki çoğunlukla, Olric’leriyle konuşup duruyorlar. Dışsal tepki verenlerin kulakları daha küçükken çekildiğinden büyüdükçe çekilen yerler de büyüyor, e acı da büyüyor tabiatıyla.

Ne yapacaklar?Ne yapacaklar? Onları yazan biri güzel güzel kelime kelime hatta nokta virgül kullanmadan dil bilgisine bile bakmadan sayfalarca osmanlıcaöztürkçe yazıp kafalarımıza çakacak siz bunlardansınız diye of bir cümle bile böyle yazmak ne zormuş işte kalıpları zorlayınca böyle oluyor yabancı kalıyorsun önce korkuyorsun ya okuyan buna kızarsa diye sonra boş veriyorsun zaten ufaktan kendine yabancılaşmaya başlamışsın kaptır git yetmiş sayfa kadar yaz olsun diyorsun ama yine de duruyorsun önce de yi ayrı yazarak düzene uyuyorsun.

Durup dururken Özben ile Işık olmuyorsun. Okumak ve anlamakla başlıyor her şey. Rastgele okunmayacak ama. Bir zincir aslında bunlar. Zincirin ucunu tutunca mutlaka seni oraya götüren bir yola çıkıyorsun. Beckett zincirin bir yerinde, Camus ve Joyce, zaten onlar zehirlemiş onu. Sallinger isyan etmiş toplumun monoton düzenine. Yusuf Atılgan nasıl da yazmış o aylak adamı? E Tarkovsky ben rutinin içine girmem diye bas bas bağırmamış mı? O da Bergman’dan mı kapmış bu hastalığı aslında? E bunlar önce kendilerini hasta edip yabancılaşmışlar, sonra da onları okuyanları izleyenleri yabancılaştırmışlar. Peki bunlardan habersiz olanlar yabancılaşmıyorlar mı? Bal gibi yabancılaşıyorlar da farkına varmıyorlar akıllım. Özben ile Işık’ın, Gogo ile Didi’nin derdi bu. Yabancılaştıklarının farkına varmak. Ah Didi ah, “Yapacak bir şey yok, bekliycez.”

Toplum kendine ait düzenini kurmuş bir canavar, bir organizma. Huyu suyu belli, karnını nasıl doyuruyor belli, nasıl eğleniyor, nasıl dinleniyor belli. Nasıl hayatta kalıyor belli. Şimdi bu toplumu yabancılaşıp aykırı aykırı konuşarak hastalandırmaya bırak kaşındırmaya bile izin verilmiyor. Kaşımak istiyorsun: “Al, iç şu baldıranı!” “Gak” diyorsun, yakılmaya çalışılıyorsun, “Guk” diyorsun hayatın çürütülüyor. E yabancısın, Özben ile Işık’sın da daha baştan dedim ama akıllısın, farkındasın tepki eşiğini yükseltiyorsun, kendine yabancılaşmayı göze alarak. Alıp başını toplumdan elini ayağını çekiyorsun. Toplumun parazitleri, toplumun cahilliği, hodbinliği, vurdumduymazlığı, o korkunç ‘bir arada olursak bize bir şey yapamazlar’ cesaretinden beslenenler bir damga vuruyorlar uygun yerine. Arkana bakınca sadece “Tu…” kısmını görüyorsun. “Birey toplumsuz olamaz mı Olric?” diye sorup alıp başını ya Kaz dağlarında bir köye ya da Karaburun’a,aslında kendi içine kaçıyorsun. Çokça düşünecek vaktin oluyor, ama zaten çözdüğün için içindekilerini artık düşünmüyorsun bile. Televizyon radyo açmıyorsun, perde, gölge oyunlarınla ilgilenmiyorsun. Mağaranın dışına çıkıyorsun, dönüp içeridekilere de haber vermiyorsun artık. Biliyorsun ki “Ne halleri varsa görsünler,Efendimiz.”e kadar gidecek mevzuu.

Rüya görmüyorlar mı bu Özben ile Işık’lar? Evet ama sadece kendileri için. Kendi kafeslerinin kapısını açacak rüyalar görüyorlar. Asla onlara yem getirecek ellerin rüyası değil. O giderek büyüyen cahilliğin, cesaretin, homur homur seslerin, sallanan parmakların, kalkan kaşların, devamlı dik kuyrukların bitişini düşlüyorlar. Ama çoktan yılgınlık çökmüş üstlerine. Uyanıp silkiniyorsun. “Bir tel çekiliyor göğsünden” silkinip uyanıyorsun. Uyuşmuşlara, uyuşturulmuşlara, tepkisizlere, tepki verenleri ayıplayanlara, huşu içinde mırıldananlara şaşmıyorsun. Beyin felci zor geçiyor, üzülüyorsun.

İzin vermiyorlar tutunmana. “Bağırsaklarını temizliyor” toplum. Atıveriyor seni dışarı. Kendi içinden “sensin o!” diyorsun. Umudun da kalmıyor çıkan sesin cılızlığını fark edince. “İstediklerini yapar bunlar” diye düşünüp gidip bir hendeğe sığınıyorsun. Yeni bir sabahla başlıyor tekrar hayat, yeni sarılmalar, yeni aydın günler. Karanlıkla tükeniyor enerjin. Karanlıkla kararıyorsun. Umutsuzluk senin kardeşin. İmkânsızlık yol arkadaşın. Hadi son bir kez katlan da oku bakalım bu kelimeyi. İşte yüzüne söylüyorum. Sen bir… Sen bir… Tutundurtulmayansın.