Türkiye Cumhuriyeti’nde siyasal kavramlar içeriksiz etiketlere indirgenmiştir. Partiler arasındaki düşünbilimsel (ideolojik) ayrışma nedensizdir. Hiçbirisi kendi etiket tanımına uygun içerik ve sınırlara uymuyor. Örneğin, AKP’nin dindar, MHP’nin milliyetçi, CHP’nin solcu olduğu söylenebilir mi? Uzun süredir iktidarı elinde tutan parti kendisini dindar ve muhafazakâr diye tanımlamasına karşın, söz gelimi “kul hakkı” kavramına bütünüyle aykırı bir tür “ekonomik buyurganlık” dışında hiçbir şey yapmıyor; bunu varlığının ve geleceğinin tek güvencesi sayıyor. MHP, milliyetçilik şöyle dursun, herhangi bir parti kavramına uymayan, değişken ve sınırları belirsiz kabadayılar topluluğuna dönüşmüştür. CHP’ye gelince, onun Atatürk devrimlerinden ne denli uzaklaştığını, laikliği bile savunamaz duruma geldiğini görmeyen kalmadı.
Bu ve öteki partilerimiz, aralarında, ülkenin ulus birliğini belirleyen tüzel kişiliğini ve tarihsel geçmişini tanımada uzlaş(a)mıyorlar. Nitekim devletin tepesindeki S. Recep Tayyip Erdoğan öyle bir siyasal tutum sergiliyor ki, ülkenin ana muhalefet partisiyle, sanki diplomatik ilişkileri kesilmiş yasaklı bir “demir perde” ülkesinin bir partisiymiş gibi, ağır hakaretlerle kötülüme dışında, karşılıklı iletişime yanaşmıyor: ayrıca kendi döneminden önceki Türkiye’yi “eski” diye anıyor.
Bana göre Türkiye’de en ilkeli ve en özverili siyasal topluluk Atatürk devrimlerine yürekten bağlı yurttaş kitlesidir. Onlar da doğal olarak CHP’lidir. Nedenleri belli. Çoğu kez bu partinin gidişinden hoşnut olmasalar bile, onu oylarıyla desteklemeyi bir zorunluluk, bir boyun borcu sayarlar. Ama bunu partizanlık değil, Cumhuriyetimizi koruyup yaşatma, daha doğrusu yaşama döndürme (reanimasyon) adına yaparlar.
Belki çelişkili görünecek ama aynı Atatürkçü kitle bu özveriyi, inanmadıkları partilere oy vermekle de göstermişlerdir. Ama kendi partilerine küsmelerinden çok, ülkenin genel siyasal dengesi için yapmışlardır bunu. Geçtiğimiz seçim dönemlerinde, baraj altına düşmesinler diye MHP’ye ve HDP’ye oy verenler olduğu gibi. Son milletvekili seçimlerinde de aynı cömertliği İYİ Parti için yapmışlardır. Bu kez yalnızca seçmenler değil, CHP’nin kendisi de aynı desteği, bu partiye yeterli sayıda milletvekilini ödünç vererek sağlamıştır. Çünkü biliyorlardı ki onlar barajın altında kalır ya da seçime giremezse, oylar “Tayyip’e gidecektir.
Aslında CHP, sözde demokrasiye geçmemizden beri, tıpkı genel verici kan grubu (0 rh-) işlevi yapmıştır; yani akış hep CHP’den başka partilere olmuştur. Ama geri dönüş hiç denecek kadar az olmuştur. En başta, kırklı yıllarda Demokrat Parti’yi kuranlar CHP’den kopmuştur. Kısaca diyebiliriz ki sürekli sağa kayarak kurulan partiler CHP türevlidir.
Benim seçimlerde ilk kez oy kullanma girişimim 1969 seçimlerinde oldu. Yaşım gereği bir dönem daha erken de yapabilirdim bunu. Öğrencilik telaşları, toplumsal olaylar, bilgisizlik ve başka kaygılar derken, atlamıştım bu koşulu. Ama bu kez kesin kararlıydım ve oyumu Türkiye İşçi Partisi’ne verecektim. O sıralar Çerkezköy’de yedek subaylık görevindeydim. Ama seçim tarihini de içine alan süre içinde Ankara’da izinliydim. Oylamaya yetişebilmek için iznim bitmeden oraya döndüm. Ertesi sabah, heyecandan içim titreyerek, en yakındaki oy sandığına gittim. Kimlik belgemi göstererek, oyumu kullanmak istediğimi söyledim. Listelere baktılar, adım yok. Meğer yasal süresi içinde seçim sandıklarına kayıt yaptırmam gerekiyormuş. Bu olay, yaşamımın en büyük düş kırıklığı oldu diyebilirim. “Bir sonraki seçimlerde bunu unutmayın” dediler. Ama yalnızca platonik bir aşkla sevebildiğim T.İ.P.’i kısa bir süre sonra kapattılar.
Şimdilerde benim gençlik özlemlerime yanıt verebilecek toplumcu sol parti T.İ.P. yeniden kurulma aşamasındadır. Kendini boşlukta gören “sosyalist” gençlere duyurulur.