Pınar SÖZER/ Tarihçi / Yazar
Orta Asya Türk boylarında renkler yönleri ifade etmek için kullanılıyordu. Kara kuzeyi, kızıl güneyi, ak batıyı, gök doğuyu, sarı da merkezi simgeliyordu. Karadeniz, Akdeniz adlandırması da denizlerin yer aldığı yönlere göre yapılmıştı. Yine Selçuklularda altın paraya sarı, gümüş paraya ak denilmesinden dolayı akçe ve sarı lira tanımlamaları oluşmuştu. Ak devletin al da ordunun simgesiydi. Orta Asya Türk hükümdarları devlet adamı ve üst düzey komutanlar beyaz giyerlerdi. Beyaz bayrak hükümdarlık sembolüydü. Hem savaşa giderken hem de yuğ adlı ölü gömme törenlerinde en çok beyaz kullanılırdı. Çünkü aynı zamanda beyaz Tanrı Ülgen’in de rengiydi. Adaleti ve iyi ruhları da simgeliyordu. Hun Hükümdarları beyaz giymenin dışında savaşta mutlaka beyaz at kullanırdı. Bu geleneği devam ettiren Sultan Alparslan da Malazgirt Savaşı öncesinde bembeyaz giyinmiş ve beyaz bir ata binmişti. Dede Korkut hikâyelerinde Türk beylerinden ak sancaklı beyler diye bahsedilirdi. Konya’daki Selçuklu sultanı Osman Bey’in hâkimiyetini tanıdığının göstergesi olarak ona beyaz bayrak göndermişti. Kanuni Sultan Süleyman dönemine kadar da Osmanlı padişahları beyaz bayrak kullanmaya devam ettiler.
Divan-ı Lügat İt Türk adlı sözlükte bayrak kelimesi; savaşlarda kullanılan ucuna ipek kumaş bağlanılan mızrak olarak yer alıyordu. Eğer bir sefere çıkılacaksa mızrağın ucunda kullanılan bayrağın rengi kırmızı olurdu. Kırmızı bağımsızlığın hâkimiyetin ve gücün sembolüydü. Uygur Beyleri kırmızı kaftan giyerdi. Orta Asya’da savaşlara kırmızı bayrakla gitme geleneği Osmanlı Devleti’nde de devam etti. Karahanlıların, Selçukluların hanedan rengi kırmızıydı. Anadolu beyliklerinden Germiyanoğulları'nın bayrağı da kırmızıydı. Candaroğulları’nın kırmızı üzerine altın renkli hilal işli bayrağı vardı. Altınorda Devleti, beyaz üzerine kırmızı hilal işlenmiş bir bayrak kullanıyordu. Kırmızı ve beyaz renkte olduğu gibi ay ve güneş simgesi de Orta Asya göçebe toplulukları için çok değerliydi. Gök Tanrı dinine inanan ve göçebe oldukları için doğayı çok iyi tanıyan, astrolojik hareketleri çok iyi takip eden Türkler, Güneş’in Dünya’nın yaşam kaynağı olduğunu biliyor, ayın evrelerine bakarak zamanı tespit ediyorlardı. Ay sürekli yenilendiği için hayatın başlangıcını, bitişini yeniden doğuşu simgeliyordu. Tanrının yeryüzündeki yaşamı ve düzeni sürdürmesinin kaynağı olarak gördükleri için Hun Hükümdarlarının her sabah güneşi ve her gece ayı selamladıkları Çin kaynaklarında yazmaktadır. Türk hâkimiyet anlayışına göre hükümdar tanrıdan aldığı kutsal yetkiyle halkı yönettiği için, kün-ay adı verilen ve güneş ile ayı birlikte tasvir eden damgalar hükümdarın sembolü olarak kullanıldı. Semerkant Müzesi’nde Ak Hunlara ait madeni paralarda da beş köşeli yıldız ve hilalden oluşan tasvirler yer almaktadır. Yine Rus arkeologların kazılarda buldukları 6.yy sonlarına ait Göktürk madeni sikkelerinde de ay ve yıldız figürü olduğu bilinmektedir. Gök tanrı inancının şamanik ritüellerinde ise Şaman’nın giydiği başlıkta ay ve yıldız figürleri bulunuyor bu ayinlerde göklerdeki tanrıdan şifa isteniyordu.
Damgalar ne anlatıyor?
Orta Asya Türk topluluklarında damgalar önemliydi. Göçebe yaşayan topluluklar hangi boya bağlı olduklarını o boyun damgasını vücutlarında kullanarak belirtiyorlardı. Hangi boyun nereye hangi boylarla birlikte yerleştikleri, savaşlarda nasıl hareket ettikleri bu damgalardan anlaşılıyordu. Çok büyük sürüleriyle sürekli uzun mesafelerde göç etmek zorunda olan topluluklar göç sırasında sürülerin birbirine karışmaması, eşyaların kaybolmaması için çadırlarını, eşyalarını ve hayvanlarını da damgalıyorlardı. Damga eğer yakarak yapılıyorsa yakmak anlamına gelen “tam” kökü kullanıldığı için sembollere tamga da denilirdi. Ay ve güneşin hükümdar damgası olması nedeniyle tüm boyların en çok kullandığı damga buydu. Eski Türk lehçelerinde Güneş’in doğduğu yer anlamındaki “tan” kökü de Tangrı kelimesini oluşturmuş, yaradan güneşin ve yaşamın kaynağı olarak betimlenmişti. Kimi zaman bayraklarda, sancaklarda kullanılan güneş ay ve yıldız sembolleri, Selçuklu ve Osmanlı mimari yapılarında, sanat eserlerinde, halı dokumalarında da sıklıkla kullanılmaktaydı. Damgalar topluluğun nasıl iletişim kurduğunu, hayatı nasıl algıladıklarını, başka bir deyişle topluluğun yaşam kodlarını ifade ediyordu. Bu nedenledir ki, Anadolu’da yaşlı teyzelerin, amcaların yüzünde, bileklerindeki dövmelerde yarım daire ve bir nokta şeklinde ifade edilen ay ve güneş simgeleri hala anlam bulmaya devam etmektedir.
7 Bin yıllık tarih
21 Mart yeni yıl kutlamalarında iki dalın birbirine sürtülmesiyle ortada yakılan ateş kutsal sayılır tüm köy aynı ateşi alıp ocaklarını bu ateşle yakardı. Aynı ateşi paylaşma ya da aynı ateşten ocak yakma kültürü Türklerde dirlik düzen ve varlığını sürdürme anlamına geliyordu. Mehmet Akif Ersoy bu geleneği bildiği için İstiklal Marşı’na;
Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak,
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak
Dizelerini koymuş, dirlik ve birlik duygusunu marşımızla ölümsüzleştirmişti. Yurdumuzda hala tüten bir ocak olduğu sürece Türk bayrağının her zaman dalgalanacağını söylemek istemişti.
Kaynakça:
Reşat Genç, Türk inanışları ile milli geleneklerde renkler ve sarı kırmızı yeşil
Songül Çakmak, Kimlik oluşturma sürecinde Türk ve Moğol ulusal sembollerinin tarihsel izdüşümü
Ahmet Kütük, İslam Türk devlet ve toplum geleneğinde renkler ve anlatımları