Turizm yapıyoruz ama, bir sorun bakalım nasıl turizm? Sade suya çorba gibi bir turizmi bizim yaptığımız. Mutfak en iyisinden malzeme dolu. Çok pahalı yemekler yapabilecekken, aman kim uğraşacak şimdi onunla. Sade suya çorbaya talim. Sonra Avrupa’nın en ucuz ülkesi olmakla övünürüz, utanmamız gerekirken

Güneş üç yüz gün parıldıyor, deniz şahane, kumsallar öyle. Doğamız cennet. Tamam malzeme bu işte. Yap bunlardan ortaya karışık bir turizm. Başka ülkeler de var, onlar da aynı çorbayı yapıyor. Rekabet kıran kırana. Olsun, fiyatları düşürürüz biz de. Düşür, düşür biraz daha. Paran zaten pul olmuş. Tamam, herkes koşar gelir Türkiye’ye tatil yapmak için.

Bu mu turizm? Ucuz turizm bir başarı mı? Turizmi kelle sayısı ile mi ölçeceğiz, yoksa turizm geliri ile mi? Bırakalım artık tribünlere oynamayı. Bu ülkede yaşamak, nefes almak, bu ülkenin vatandaşı olmak, bir sorumluluk yüklemeli bireye. İyi bir birey olmak ve işini en iyi şekilde yapma sorumluluğu.

'MIŞ' GİBİ YAPALIM

Böyle bir sorumluluğu kaç kişi taşıyor? Herkes kendini, günü kurtarma derdinde. “Mış” gibi yapalım, keyfimize bakalım! Olmaz ki. Bu ülke nasıl ileri gidecek o zaman? İşçi ise işini, yönetici ise, zenaatkar ise yine işini en iyi şekilde yapmaya çalışacak. Turizmci de öyle.

Benim tek bildiğim iş turizm. Hayatımda hiç diş dolgusu yapmaya çalışmadım. Hasta da muayene etmedim. Bildiğim iş, turizmi elimden geldiğince iyi yapmaya çalışıyorum. Mesleğim ve onun çalışma alanı olan turizm nasıl daha iyi hale getirilir, nasıl çeşitlenir, katma değeri nasıl artırılır, ona kafa yoruyorum 24 saat.

Devletin turizme bakış açısını ise henüz anlayabilmiş değilim. Anlıyorum da, anlayamıyorum. Ama turizmi gerçek anlamda yürütemedikleri bir gerçek. Belki iyi niyetle bir şeyler yapmak istiyorlar, ama sermaye kesiminin istekleri karşısında da, ortaya çıkan memleket hayrına bir turizm değil.

İNŞAATÇIDAN TURİZMCİ

Türkiye’de en güçlü sektör inşaat sektörü. İnşaatçılar turizmden anlarlar mı? Özel bir eğitimleri yoksa hayır. Ama Antalya’da koca koca otellerin sahipleri kimlerdir? İstisnalar dışında inşaat şirketleri, turizm dışı sermaye. Peki nasıl turizm yaparlar? Sürümden kazanma amaçlı “doldur boşalt” turizmi. Ülkemiz için doğru turizm şekli kesinlikle bu değildir.

Ancak bütün turizmimiz kitle turizmine yönelik. Kişi başı getirisi çok az olsa da, kitle turizmi sizden çok şey ister. Doğal kaynaklarınızı ister, otel yapmak için ormanlarınızın kesilmesini ister, kocaman hava alanları ister, havanızı ister, suyunuzu ister. İster de ister. Ama çok döviz vermek istemez. Çünkü ucuz, çok ucuz turizm yapmazsanız o devasa otelleri dolduramazsınız. Bu da “doldur-boşaltçı” sermayeyi memnun etmez.

Turizmde maliyet hesabı yaparken satın aldığınız malzemeyi, kiraladıklarınızı, hizmeti, personel giderlerini hesaba katarsınız. Ama yukarıda yazdıklarımızın hiç birini maliyete eklemezsiniz. Hava bedava, güneş bedava, deniz bedava. Ama kirlendiğinde, eksildiğinde, sizin borç hanenize yazılmaz. Mirasyedi misali. Emek vermeden harca dur.

DEVEKUŞU MİSALİ

Diyeceksiniz, zaten bunalmışız, bir de sen karamsar tablolar çiziyorsun sürekli. Valla haklısınız, billa haklısınız. Ama ülkemizin gerçekleri bunlar. Kafamızı kuma gömerek yaptığımız “devekuşu” turizm politikalarından bir fayda görmedik. Gözlerimizi kapadık, vazifemizi yaptık. Sonuç ortada. Avrupa’nın en ucuz turizm ülkesiyiz. Hadi olduk diyelim, bari gelen turist para harcasa da bizi ihya etse. O da yok, en bedavacı turist, en cimri turist bize geliyor.

Mışıl mışıl uyuduğumuz, derin turizm uykusundan uyanmamız gerekiyor. Uyanıp gözlerimizi ovuşturup, yüzümüzü soğuk suyla yıkayıp etrafa bakmamız lazım. Dünyada turizm adına neler oluyor. Kim daha çok döviz getirmek için neler yapıyor. Yapılmışı var zaten. Başarılı turizm ülkelerini örnek al yeter.

Elde avuçta kültürel birikim yokken, turizmde zirve yapan ülkeler, eğer bizim sahip olduğumuz değerlerin yüzde onuna sahip olsalar, onları kimse tutamaz. Bizim üzerimize çökmüş atalet, ayaklarımıza, kollarımıza bağlanmış pranga gibi. Bir türlü harekete geçemiyoruz. Cılız bireysel hareketlerin dışında.

HER ŞEYİMİZ VAR

Türkiye harika bir ülke. Kaç tane ülkenin 12 bin yıllık kültürel geçmişi var? Türkiye dışında hiçbir ülkenin. Sadece gastronomi kültürünü ele alsanız, bunu evrensel formatta değerlendirseniz, turizmimiz uçar. Ama gereğini yaparak. Sadece içinden geldiği gibi, kendine göre değil. Bilimsel olarak turist eğilimleri, ihtiyaçları, alışkanlıkları ve ilgilerini ülke bazında değerlendirerek. Bak o zaman kişi başı turizm geliri 3-4 kat artıyor mu, artmıyor mu.

Tarih, ören yerleri, insanımız, geleneklerimiz, folklorümüz gerçek birer hazine. Akıllı organizasyonlar ile her biri ayrı gelir kaynağı. Turizm anlamında ham olan bu değerleri, dantel gibi ilmik ilmik işlemek gerekir. Ancak o zaman işe yarar.

Türk turizmini harekete geçirmek, doğru yönlendirme yapmak benim işim değil. Bunun için kurulmuş kocaman bir bakanlık var. Bir de bu işler bürokrasiye takılmasın, daha hızlı yürüsün diye kurulan tanıtım ajansı. Dışardan bakınca ne kadar da doğru, ne de güzel düşünmüşler diyebilirsiniz. Ama kazın ayağı öyle değil işte. Dışı seni, içi beni yakıyor.

TANITIM ÖNEMLİ Mİ?

Tanıtım ajansının çalışanları farklı bir yaklaşım getirsinler diye turizm dışı sektörlerden seçilmiş. Para düşünmesinler diye maaşları da dudak uçuklatan cinsten. Kaynak oteller ve seyahat acentelerinden yapılan kesintiler. Peki ülkemizi tanıtacak bu kişiler bu memleketi ve değerlerini ne kadar tanıyorlar. Öyle ya, tanımadan nasıl tanıtacaklar. Tanıştıklarım ile bu konuda iyi izlenimler edinmedim. Yazmayayım daha iyi.

Ah güzel ülkem, ah canım ülkem. Ama ülkeni tanımadan, değerlerini tanımadan, nasıl anlatacaksın ki? Bu kadar yetişmiş rehber varken, bu ajans neden onlarla daha yakından çalışmaz. Medyatik olan birkaç kişiden bahsetmiyorum.

Ülkesini tüm özellikleri ile tanıyan ve bunu 28-30 dilde anlatabilen 30-40 yıllık deneyim sahibi turist rehberleri bomboş otururken, turizmle ilgisi olmayan bilmem ne sektöründen gelen, 25-30 bin lira maaşla adam çalıştırmak niye? Turist rehberlerinin işi zaten bu; bilmek ve anlatabilmek. Hem de yabancı dilde en etkili şekilde.

Velhasılı kelam, başka sektörlerde olduğu gibi işler turizmde de farklı değil. İstikrar ve huzur olmayan yeri sevmiyor turist. Gelse gelse maceraperest turist gelir alt tabakadan. Zengin turist, keyfine düşkün, para harcayacak turist huzur ortamı arar. Zaten iş hayatındaki stresten bıkmış, rahatlamak, kafasını boşaltmak, dinlenmek için başka bir ülkeye gider. Demek ki turizmde de en önemli faktör huzur.

İZMİR’DE TURİZM

Gelelim İzmir’e. İnsanın “İyi ki İzmir turizmde gelişmemiş” diyesi geliyor, Antalya’da turizm adına yaşananları görünce. Ama bu turizmin gelişmesini istemiyoruz anlamına gelmiyor tabi. Gelişsin ama doğru gelişsin. Getirisi yüksek, çevreye duyarlı, sürdürülebilir, yereli ve yerel üreticiyi koruyan turizm yapalım.

İzmir 8 bin 500 yıllık tarihi ile inanılmaz bir kültüre sahip. Tarihi eserleri, ören yerleri, gastronomisi, folklörü, pırıl pırıl ışıldayan insanları. Boşuna İzmir için zamanında “doğunun Paris’i” dememişler. Pek çok modern hareketin başlangıcı İzmir olmuş. İlk futbol karşılaşması, ilk golf oyunu, ilk bisiklet yarışları hep İzmir’de yapılmış. Liman şehri özelliği onu tüm dünya ile barışık kılmış. Gelen bir şey katmış, giden bir şey götürmüş.

Kırkdokuz millet iç içe yaşamış. Hala belli ölçülerde yaşıyor. Kiliseleri, camileri, havraları ile İzmir dini renkleri de kendinde barındırıyor. Kemeraltı’ndaki Yahudi mirasının dünyada başka bir örneği yok. Birbirinden çok farklı 5 ana mutfağı ile yüzyıllardır geleni gideni besliyor. Ayaküstü lezzetleri şikemperverleri / ağzının tadını bilenleri kendine aşık ediyor.

ATIŞ KARAVANA

Bir kentin turizmde ilginç olabilmesi için tarihten doğaya, mutfaktan din kültürüne kadar olmayan bir şeyimiz yok Allah’a şükür. Peki biz neden bir turizm şehri olamadık, olamıyoruz. Hala tek başımıza zeybek oynuyoruz da ondan. El ele verip, liyakatı esas alıp insanlara görev verirsek bu iş olacak. Bekleyip duruyoruz. Çünkü karar verici yerlerde bizim gibi düşünenler oturmuyor.

Hiç mi bir şey yapılmıyor turizm adına? Tabi ki yapılıyor. Ama yeterli olsa, zaten İzmir turizmi uçardı. Turizmi birazcık bilenler, alt yapı kurmanın önemini bilirler. Ama bildikleri daha önemli bir şey var. Elinizdeki ürünü, sunmak istediğiniz kişinin algısına hitap etmeden sunarsınız, kurşunu boşa atıp, heba etmiş olursunuz. İşte bana göre, biz kurşunu havaya sıkmaya devam ediyoruz.