Geçen haftaki yazıyı, adına hayat dediğimiz serüvenin “doğal zincir” ve “akıl zinciri” sayesinde sürdüğünü, bu gerçekliği ıskaladığımız anda olup bitenden ve gerçeklik bağlamından kopacağımızı vurgulayarak bitirmiştim. Oradan sürdürelim.

Covid-19’un yeryüzünü ve hayatı teslim adlığı bugünler, tarihe yepyeni sayfalar ekliyor. O sayfaları hep birlikte yaşıyoruz, yazıyoruz ve bir kişi bile dışarıda kalmayacak. Ölüler, yaşadığını sanan ölüler, kahramanlar, soytarılar, aptallar, uyanıklar, kurnazlar, çıkarcılar, cahiller, yobazlar, umarsızlar, iyiler, kötüler, suya sabuna dokunmazlar, soysuzlar, utanmazlar, yolsuzlar velhasıl her tür tıynet ve illet sahipleri… 2020, çağdaş bir tragedya olarak, bütün olayları ve kişileri, nedenleri ve sonuçları ile tarihteki yerini alacak. Bu tragedyayı herkes kendince yaşıyor, yaşayacak ve eklenecek.

Sözün burasında Brecht’i anmadan geçemeyiz. Usta “En önemli sanat, yaşama sanatıdır” sözünü, işte tam da bunlara işaret etmek için yazmıştı. Sanatı asude bahçelerde sızlanmaya, hurafelerden ilham beklemeye dönüştürenler, onun hayata en insani müdahale etme aracı ve eylemi olduğunu unutanlar ve unutturanlar, kısaca korkaklık ve kişiliksizliği sanat ve sanatçılık sanıp, kötülük değirmenine su taşıyanlar, umalım ki Brecht’in ne demek istediğini şimdi anlamaya başlamış olsunlar.

Covid-19, her şeyden önce yeni bir “kırılma”nın adıdır. “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” sözü boşuna söylenmiyor. Tarih de bu gerçekliğin kayda alınmış halinden ve sonuçlarından başka bir şey olmayacaktır.

Bu gerçeğin farkında olmayanlar, tarihi sanki insanlar yaşamamış ve yazmamış gibi okur. Siz “okur” yerine, okutulur, dayatılır da diyebilirsiniz. Farkında olanlar ise ikiye ayrılır: tarihin bir yazgı olduğunu dayatarak, onu bir egemenlik malzemesine dönüştüren sömürgenler ile tarihin değişebileceğini, “yeni bir dünya mümkün” sözünün yine insan eliyle kanıtlandığını savunup, tarihi ve geleceği bu iradeyle okuyanlar, düşünce ve duruş derleyenler…

Doğanın evrile, devrile, gelişe değişe sürdürdüğü zinciri mahvedip, buna itiraz etmekle yükümlü olan “akıl zinciri”ne her türlü silahla saldıranlar, şimdi yol açtıkları yeni bir küresel faciayı kadere bağlayıp, buna inanmamızı istiyor. Bu vitrini toparlama, karizmayı düzeltme, çaresizliği hamasetle ambalajlama çabasından başka bir şey değildir.

Daha dün bilimi reddedip, cehaletten ikbal, oy, makam devşirirken, bilimin kapısında sıraya girmek… Daha dün “Sosyal devlet” çağdaşlığını, sadaka ve himmet ilkelliğine kurban etmişken, şimdi kitleler dağılmasın diye sosyal devlet ilkelerinden medet ummak… Daha dün gerçeği kendine göre biçimleyip, kitleleri uyuşturmanın keyfini sürerken, gerçeği söylemekten ve ona göre davranmaktan başka çarenin kalmadığını görmek… Daha dün, akla, mantığa, bilime ve hayatın gerçekliğine dair uyarıları düşman olarak görüp itibarsızlaştırırken, bugün hepsini utangaç-kırılgan tavırlarla bir bir uygulamaya sokmak… Daha dün, yeryüzünü yalnızca egemenliği altındaki bahçeler sanırken, bugün tüm dünyanın bir ev, tüm insanlığın o evin sakinleri olduğu gerçeğine toslamak… Daha dün, egemenin peşinden korku ve biat güdüsüyle sürüklenirken, bugün kırık dökük de olsa, “İşini niye yapmıyorsun” diye sormak… Yalnızca bu sonuçlar bile, “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” şiarının boşuna söylenmediğinin kanıtıdır. Kimi romantiklerin ve ayağı yere basmayanların, bu sonuçlardan sevinmesi ve gaza gelip bayram etmesi, sözcüğün tam anlamıyla hata olacaktır.

Düzenin yol açtığı olumsuzlukların çaresi, düzenin dersler çıkarıp, kendine çeki düzen vermesi ve yoluna devam etmesi olamaz. Yeryüzü ve insanlık, hayatı ve geleceği çekilmez hale getirenlerin, savaşlara, yoksulluğa, sömürüye boğanların laboratuvarı olamaz. Fransa’da Mengele kılıklı iki doktor, aşı araştırmaları için Afrika’yı deney alanı olarak önerdi ve Ulusal Sağlık Kurul Başkanı da düşünüyoruz dedi, diyebildi! İşte bu tragedyanın asıl korkunç sahnesi, bu lanet salgın giderildikten sonra, her şeyin eskisi gibi süreceğini kanıtlayan bu saçmalıklardan oluşacaktır. Zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyimiz yok, önce bunu anlamalıyız.