Yerel seçimler sonrasında, ilgili yasa ve kurallar zorlanıp sonuç baltalanmaya çalışılırken, alışılmış bir değerlendirme olanağı kalmadı. Önceleri oy hırsızlığı ve hile kuşkusu ağır basıyordu. Şimdi bu kuşku en aza indirildi. Ama iktidar, seçim yarışını etkisiz kılacak bir güç gösterisine girişti: Cumhurbaşkanı açıkça “Siz kazansanız bile ben size bu görevi yaptırmam, çünkü belediye meclislerindeki çoğunluk bende. Böylece siz ‘topal ördek’ durumuna düşeceksiniz; eliniz kolunuz bağlanacak, hiçbir karar alamayacaksınız” diyor. Oysa Başkan/Meclis oransızlığı yeni değil. Bu konuda Yılmaz Büyükerşen örneği ortada…

***

Seçim sonuçlarındaki azınlık/çoğunluk çelişkisinin temel nedeni şudur: Daha çok AKP’ye oy veren “taşra/varoş” kitlelerinin nüfusu az, ama çıkardığı üye sayısı yüksek; buna karşılık CHP’ye oy veren “seçkin/kentli” kitlelerinin nüfusu yüksek, ama çıkardığı üye sayısı düşüktür. Büyükerşen bu sorunu Uğur Dündar’ın sunduğu son “Halk Arenası”nda açıkladı. Ama o, inanılmaz ölçüde yaratıcı başarılara imza atmıştır. Kaldı ki bu bağlamda sorun, yalnızca üye eksikliği de değildir. Genelde muhalif belediye başkanları en yasal hakları olan ödenekleri Ankara’dan almakta güçlük çekiyor ya da hiç alamıyor. Ama yine de bir biçimde işlerini yoluna koymayı başarıyorlar. Örneğin İzmir Anakent Belediyesi, iktidarın inanılmaz engel ve baskılarına karşın, kent içi raylı ulaşım çalışmalarını dişiyle tırnağıyla en iyi biçimde bitirmeyi başarmıştır. “İzmir’i demir ağlarla örüyoruz” savsözüyle şimdi de onlara yenilerini ekliyor. Kırsal kesimin tarımına katkı gibi daha değişik başarıları da cabası.

Bu kez “topal ördek” benzetmesiyle tehdit yoluna başvurulması kanımca şundandır: Son seçimlerde kızıllıklar ülke haritasında daha geniş bir yayılım gösterince, “işin rengi” değişti ve iktidar korktu. Şimdi Erdoğan, bir daha Eskişehir olayı yaşanmasın diye, her türlü yasal ve kılgısal (pragmatik) yetkilerini kullanmakla tehdit ediyor. Millete “topal ördek” avına çıkacağını muştuluyor. Seçim gerginliği geçince bunu gerçekleştirir mi, bilinmez. Ama muhalefet belediyelerinin, dahası muhalefet partilerinin başlarının üstünde Demokles’in kılıcının asılı duracağı kesindir…

***

Bütün bunlar bir demokrasi sorunu yaratsa da, daha derindeki çelişki şudur: Sağcı/kapitalist bir parti olan AKP’nin yoksul kesimden, sosyal-demokrat bir parti olan CHP de varsıl kesimden oy alıyor. Cumhuriyet yazarı Ergin Yıldızoğlu “Bu bir başarı ama…” başlıklı yazısında (4 Nisan 2019) olaya bu açıdan bakmış ve toplumdaki kültürel ayrımın ötesinde, emek/anamal karşıtlığını öne çıkarmış. Ona göre, son seçimlerde iki parti (CHP ve AKP) arasında, oy dağılımı açısından “kayda değer bir gelişme” olmamıştır. “Ankara ve İstanbul’u kazanan adayların, CHP ya da sosyal demokrasi geleneğinden gelmediğini unutmayalım” diyor ve görüşünü şöyle sürdürüyor: “Oyların sınıfsal dağılımına bakınca İstanbul, Bursa, Sakarya, Kocaeli gibi (…) sanayi merkezlerinde işçi sınıfı, vasıfsız emekçiler, orta sınıflar gibi kategorilerin (…) yoğunlaştığı ilçelerdeki tercihlerin dağılımı değişmemiş”tir. Onların, “derin ekonomik krize karşın (…) AKP’yi terk etmemiş olduğu söylenebilir”.

Sayın Yıldızoğlu’nun bu yorumuna yürekten katılıyorum. Ama bir de şu var: CHP, aldığı toplam oy açısından başarısız, ama kitleleri etkilemede başarılı olmuştur. Ayrıca, başta İstanbul olmak üzere kazandığı anakent belediyeleri açısından, CHP geniş kitlelerde geleceğe yönelik bir güven duygusu da uyandırmaya başlamış görünüyor. Bu başarının önderi tartışmasız Ekrem İmamoğlu’dur. Çünkü CHP’yi kendine getiren, milletvekillerini ve yerel örgütlerini etkinleştiren odur. CHP, kitlelerle kurulan bu sıcak iletişim bağını arttırarak sürdürmelidir. Çünkü toplumsal iletişim hem demokrasinin, hem de başarının alt yapısıdır. “Hak, hukuk, adalet”in alt yapısında halkla sıcak iletişim ve kaynaşma vardır. O yapılmalıdır.

Yoksa emekçi kesimden sizi ne dinleyen ne de dinlemek isteyen olur.