23 Ağustos 1922.

Çankaya Köşkü...

Ata, annesi Zübeyde Hanım' ın odasına girdiğinde yaşlı kadın hasta görünüşüyle yatağındaydı. Oğlunun geldiğini görünce doğrulmaya çalıştı.

-Nasılsın anne?

-Pek iyi değilim paşa oğlum.

-Ben birkaç günlüğüne gidiyorum. Pek yakında İzmir'deyiz. Sana oranın havası iyi gelir. Seni oraya götürürüz...

Zübeyde Hanım şaşkın -şaşkın oğluna baktı. İzmir düşman elinde iken nasıl olacaktı?

Mustafa Kemal eğilip annesinin elini öptü. Bahçede havuz başında Fikriye Hanım oturuyordu.

- Ben gidiyorum Fikriye,Yunanlıları denize dökmeye, haydi Allahaısmarladık.

Fikriye gözlerinde iki damla yaş hafif gülümsemeyle;

-Güle güle paşam, dedi.

Anadolu Ajansı, bir şaşırtmaca haber vererek 23 Ağustos gecesi Çankaya'da Ata'nin da katılacağı bir çay partisi yapılacağı haberi geçmişti. O gece Mustafa Kemal'in otomobili Ankara'dan uzaklaşarak ıssız Konya yoluna koyuluyordu.

Paşa, Konya konaklamasının ardından Akşehir'e geçti. Burada bir rum evinde kalıyordu. Sabah traşını olmuş aşağıya indiğinde  komutanları kendisini bekler buldu.

- Biliyor musunuz? Gece Reşat Nuri Beyin Çalıkuşu romanını okumaya başladım. Çok beğendim. İhmal edilmiş Anadolu'yu ve genç bir öğretmenin yaşadığı zorlukları ne güzel anlatmış. Bitirince İsmet'e vereceğim. Sonra siz de okuyun.

Komutanlar, "Savaşa beş kala roman okuyabiliyor" diye düşündüler.

Batı Cephesi Kumandanı İsmet Paşa'nın  karargahı buradan Şuhut bucağına götürüldü. Ata ,bir köy evinin ikinci katında, tezek kokuları  arasında bir gaz lambasının ışığında haritalara gömüldü. Eskişehir-Afyon arasında Döğer mevkiinde bulunan düşman yedekleri üzerinde dikkatle duruyordu. Elindeki kalemle Döğer noktasına vurmaya başladı;

-Döğer, Döğer... Fakat döğemeyecekler. Bu güçler hareketsiz kalmaya mahkum!

Mustafa Kemal ve arkadaşları Şuhut' a girerken Afyon'daki Ordu evinde Yunanlıların balosu da başlamıştı. Subaylar, eşleri ya da sevgilileri salonu doldurmuşlardı. Neşe içinde eğleniyor, dans ediyorlardı. Bazı subayların eşleri balo için İzmir'den gelmişlerdi.

Şık subaylar tuvaletli kadınlar rugan çizmeler ve ayakkabılar, topuklu iskarpinler göz kamaştırıyor, orkestra eşliğinde çılgınca pistte dans ediyorlardı.

Aynı saatlerde Ordumuzun Birinci ve dördüncü kolorduya bağlı tümenleri ve ağır top taburları da sessizce konaklama alanına yürüyorlardı. Cepheye yaklaşıldığından atların, katırların ayaklarına top arabalarının tekerleklerine çuval sarılmış, huysuz hayvanların ağızları bağlanmıştı.

Afyon'da balonun dağıldığı saatlerde, askerlerimiz saklanacak yer bulamadıkları için bol yapraklı ağaç dallarını üstlerine örterek bunların altında yatmaya, saklanmaya çalışıyorlardı.

Yunanlı General Trikopis ise yatmadan önce şarabını içerken ertesi gün cehenneme uyanacağından habersizdi...

Mustafa Kemal, çadırında gaz lambası yanan masasından kalktı. Henüz bozulmamış portatif karyolasının uzerindeki tabanca kemerini taktı. Traş olmuş , bir baloya gider gibi giyinmişti. Eldivenlerini takarak çadırdan çıktı. Düşmanın bulunduğu yöne baktı. Sonra gaz fenerlerinin ışığı altında Kocatepe'ye çıkmaya başladı... Öne doğru eğilerek yürüyordu. Arazi engebeli ve taşlık olduğundan çok ağır ilerliyordu. Bir kayanın üzerine çıkarak düşmana baktı;

"Allah Türk ulusunu ve ordusunu koruyacaktır” dedi.

"Yürüdü uçurumun başına kadar,

Eğildi, durdu.

Bıraksalar, ince uzun bacakları üzerinde yaylanarak

Ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak,

Kocatepe'den Afyon Ovasına atlayacaktı" der Nazım o ünlü dizelerinde...

İşte bu tarih böyle yazıldı. Bu vatan böyle kurtarıldı, bu Cumhuriyet böyle kuruldu.

Emperyalizm ve uşakları böyle dize getirildi..

Günümüzde emperyalizm topla tüfekle değil, göç mühendislikleriyle, iç savaş planlarıyla geliyor. Şimdi dik durma, mücadele etme zamanı. Sorun beka sorunu...