Uzun zamandır spor basınından uzağım.
35 yıl aralıksız bu mesleği yapmanın yılgınlığından belki.
Belki de Datça’nın rahatlığından.
Ne oluyor, ne bitiyor fazla bilgim yok.
Zaman zaman kulağıma bazı çirkinlikler geldi, itiraf edeyim ilgilenmedim.
Ama geçen hafta öyle şeyler duydum ki, inanılacak gibi değil.
Birilerinin bunları yazması gerek.
İyi de o birileri kim?
Kim yazacak?
Hani derler ya, gazetecinin emeklisi olmaz, gazeteci ölene kadar gazetecidir.
Benim de gazetecilik damarım tuttu yine.
Madem bunları ben duydum, ben yazacağım.
Ne pahasına olursa olsun yazacağım.

Geçen hafta eski bir dostum aradı.
Yıllarca federasyonda üst düzey yöneticilik yapmış, futbol camiasının içinde ve spor basınıyla yakın ilişkisi olan bir dost.
Eski günlerden, Türk futbolunun bugününden ve spor basınının durumundan konuştu.
Bir ara “Bugünkü spor medyası, senin çalıştığın dönemden çok farkı. İyi ki bırakmışsın. Seni tanıyorum, sen bu dönem çalışsaydın, çok kişinin ipliğini pazara çıkarırdın!” demez mi.
Hayrola dememe fırsat vermeden devam etti.
“Bugün spor medyasını bir çıkar grubu yönetiyor. Bunu çok kişi biliyor ama dile getiremiyor.”
“Abartıyorsun” dedim.
“Abatmıyorum, gerekirse isim isim sayabilirim. Dinle” dedi.
Başladı anlatmaya.
“Türk futbolunun başlıca sponsorlarından biri, bir tanıtım ve reklam şirketine milyarlarca lira veriyor. Bu şirket bazı gazete ve televizyonların spor müdürleri ile bazı yorumcularına her ay maaş öder gibi para ödüyor. Ayrıca onları sık sık yurtdışı seyahatlere gönderiyor, uçaklarda sürekli business class uçmalarını sağlıyor. Bazen tatillerini bile bu şirket yaptırıyor. Böylece medyada bir güç odağı oluşturuldu. Bu güç odağı federasyona, kulüplere istediği isimleri yerleştirebiliyor. Kendilerine yakın olan teknik direktörlerin istedikleri kulüpte görev almasını sağlayabiliyorlar. FETÖ’nün yıllarca yaptığı gibi kendilerinden olanı yükseltirken, olmayanı sistem dışı bıraktırıyorlar. Bunları güçlü algı operasyonlarıyla yapıyorlar. Hemen hemen aynı manşetleri atıp, aynı insanları övüyorlar, ya da hedef gösteriyorlar. Böylece kamuoyu oluşturuyorlar. Galatasaray’da Tudor’un gittiği günlerdeki gazete manşetlerine ve sonrası olaylara iyi bak. Bunu spor camiasında çok kişi biliyor ama dile getiremiyor. O yüzden de bu kravatlı mafya Türk futbolunda istediği gibi at koşturuyor.”
Gerçekten çok şaşırdım.
“Sen boş konuşmazsın. Anlattıkların inanılmaz. Hepsi bu mu” dedim.
“Daha ne olsun” dedi.
Haklı. Daha ne olsun.
Arkadaşım telefonu kapattıktan sonra medyada güvendiğim bir kaç namuslu meslektaşımı aradım.
Duyduklarımı onlara da anlattım.
Onlar da, son iki yıldır medyada bu tür söylentilerin kulaktan kulaktan dolaştığını ve böyle bir ekipleşme olduğunu belirtti.
Bazı gazete ve televizyon müdürlerinin maaşa bağlandığı iddialarının da ayyuka çıktığını söylediler.

Bunlara inanmak istemiyorum.
Spor medyasının Türk basınındaki kirlenmeden uzak kalacağını umduğumdan belki.
Belki de mesleğime yakıştıramadığımdan.
Ama ya doğruysa.
Ya bazı gazete ve spor müdürleri maaşa bağlandıysa, sık sık yurtdışı seyahatlere gönderiliyorsa.
Üstelik bunları bana anlatan öyle kulaktan dolma bilgilere inanacak biri de değil.
Ayrıca ateş olmayan yerden duman çıkmaz derler.
Öyleyse bunlar araştırılıp, yazılmalı.
Kimseyi zan altında bırakmadan, böyle bir yapı varsa, kesinlikle çökertilmeli.

Bu yüzden de şu sorular cevap bulmalı.

1- Futbol Federasyonu ile ortak çalışan Türk Futbolunun ana sponsoru hangi tanıtım şirketine milyarlarca lira veriyor?
2- O şirket bazı gazetecilere ve televizyonculara her ay maaş verir gibi para ödüyor mu?.
3- Bu paralar, neden, ne karşılığında ödeniyor?
4- Bazı spor müdürlerinin yurtdışı gezilerini kendi gazeteleri mi, yoksa sponsor şirket mi karşılıyor?
5- Eğer karşılıyorsa, neden, ne karşılığında?
Bu soruların kesinlikle cevap bulması gerek.
Sayın Spor Bakanı Dr. Mehmet Muharrem Kasapoğlu Türk Futboluna hizmet vermek istiyorsa, bu soruların üzerine gitmelidir.

Ve muhalefet partileri.
Futbol sadece futbol değildir.
Eğer bir yerde haksızlık, adaletsizlik, rant varsa muhalefet partileri de bunun üzerine gitmelidir.
En önemlisi de meslektaşlarım.
“Kalemini kır ama satma” ilkesine inanan arkadaşlarım.
Korkmayın.
Tavşan korktuğu için kaçmaz, kaçtığı için korkar.
Bu olayı aydınlatmayla var mısınız?