Üstünde ancak bir kere yaşanacak ve bildiğimiz kadarıyla tek gezegen olan dünyaya tutunmamız, öteki canlı ve cansız unsurlarla birlikte paylaşıyor gerçeğini kabul etmemiz bir günde olmadı. İnsan, düşünme ve uygulayabilme, alet yapabilme, üretebilme, ortamını biçimleyebilme, biriktirebilme gibi birçok yeteneğiyle, öteki unsurlara kısa sürede fark attı. Doğanın yasalarına, kendi yasalarını, oluşumlarını, kurumlarını ekledi. Bir öncekini gömen çağları yaratarak, kırılma ve yeniden ayağa kalkmalarla, arayış ve sonuçlarla bugünlere geldik.

Yerçekimine bile kafa tutan insanlığın, bugün yalnızca “ölüm” karşısında aciz ve çaresiz kaldığını söylemek, büyük bir iddia olmaz. Bir yandan bu kaçınılmaz gerçeğin yalınlığına teslimiyet, bir yandan da yaşamın üstünden nasıl gelebileceğinin-nasıl belirleyeceğinin karmaşası, bizi evrensel ve tarihsel bir sorunsalla baş başa bıraktı.Bir arada nasıl yaşayabiliriz, yaşamı nasıl daha yaşanır kılıp örgütleyebilir, kalıcı hale getirebiliriz? Temel soru buydu.Çare arayışı ortaya, tarihsel dönemlerin koşullarına bağlı olarak ilerleyen, her toplaşmanın karakteristiğinden, üretim-tüketim ilişkilerinden ve evrensel gereksinimlerden beslenen insanlık hikâyeleri çıkardı. Bu hikâyelerin bir kısmı insanlık tarihini onurlandırırken, bir kısmı da kan, kıyım, sömürü ve yeryüzünü mezarlığa dönüştüren utançlarla yaşandı. Bir gün tarih denen kitaptan, bizleri de okuyacaklar.

İnsanlık acı ve utançlara karşı “bir daha asla!” diyerek, bir arada yaşamayı kolaylaştıracak ve düzenleyecek yapılanmaların peşine düşerek, kurumsallaşmalara, örgütlenmelere ve sözleşmelere yöneldi. Çözümlerin gereksinimlere bağlı olduğu gerçeği, inanç sistemlerinden ekonomik düzenlemelere birçok yapılanmayı, değerleri, kavramları ya çöpe attı, ya yeniden düzenledi ya da yerine yenilerine koydu. “İstanbul Sözleşmesi” bunlardan yalnızca biridir ve insanlık onurunu tanıma, gözetme ve savunma adına evrensel bir manifesto ve yaptırımlar manzumesidir. Türkiye’nin bunu imzalaması ile dün o imzayı iktidar-hükümet olarak imzalama iradesi gösteren cenahın önemli bir kısmının, bugün sözleşmeden çekilme çığlıkları atması ve buna yönelik bir kampanya başlatması, birçok açıdan ibret vericidir, skandala varan çelişkidir. Gerçekten böyle midir?

Dolandırmadan söyleyelim ki, reddedenler ile kalmasını isteyenlerin hatırı sayılır bir bölümünün ortak noktası cehalettir. “İstanbul Sözleşmesi”nin tek satırını okumamak, hakkında en küçük bilgi kırıntısına dahi sahip olmamaktır. Bunu bir köşeye not alalım ve sürdürelim.

“İstanbul Sözleşmesi”, anaerkil toplumu hızla terk ederek, sınıfsal ve ekonomik güç elde etmenin erkek egemen sisteme imanla mümkün olacağına inanan, işlediği pek çok rezilliğe kadınlara karşı bağışlanamaz suçlarını da ekleyen insanlığın, bir “özür” beyanı ve “bir daha asla” çağrısıdır. Sınıf ve emek sömürüsünden işkencenin en aşağılık hali olan kadın sünnetine, bireysel ve kamusal aşağılanmadan hak ve özgürlük gaspına, gelenek-din-alışkanlık makyajıyla kadının köleleştirilmesinden her türlü istismara ve tahakküme karşı bir “itirazlar manzumesi” olan “İstanbul Sözleşmesi”ni savunmak için, esaslı duruşlara gereksinim vardır.

Ödünsüz demokrasiden yana olma ve antidemokratik zihniyet ve uygulamalara net tavır, laik yaşam biçimini esas alma, hukuktan yana tutum, başta cinsiyet her türlü ayrımcılığa kesin ret ve itiraz, ekonomik-kültürel hak ve özgürlüklere çapaksız saygı, her türlü şiddeti, savaşı,aşağılama ve ötekileştirmeyi insanlık suçu sayma…Zorunlu duruşlardan akla ilk gelenleridir. Kendini yeryüzünün tek egemeni sayıp, her türlü saygısızlığını doğal ve normal kabul eden insanın, kendi türü içinde bir cinsi öteki cinsin efendisi konumuna taşıması ve bunu sıradanlaştırması, ideolojik bir tercihtir. Konuya maydanoz olan kimilerinin, “Meseleye siyaset karıştırmayalım” demesi, saftirik cehaletten kaynaklanmıyorsa, işbirliği itirafıdır. Merak eden varsa, “İstanbul Sözleşmesi”nden çıkmamızı isteyenlere “gerçeği” sorsun. Sözleşmenin her maddesini tek tek önlerine koyup, “Şimdi sen neye ve neden karşı çıkıyorsun?” diye sormak, unutmamak ve unutturmamak gerekiyor: O maddeler yalnızca kadınların değil, tüm insanlığın sorunudur. Kadınların kurtuluşu, insanlığın kurtuluşunun öncüsü ve önsözü olacaktır. “İstanbul Sözleşmesi” asıl bunu söylüyor.