Yeni yıla kadar kıpırdayacak halim, orada burada dolaşacak zamanım, istesem de yeni işlere gücüm yok. Bademler Köy Tiyatrosu’nda “Bir Delinin Hatıra Defteri”, Sahne Tozu Tiyatrosu’nda “Bir Düş Gibi”, Karşıyaka Belediye Tiyatrosu’nda “Büyük Romulus” adlı oyunları, harika yol arkadaşlarımla sahneye koymaya, yönetmeye çalışıyorum. Peş peşe hayata merhaba diyecekler ve neyi ne kadar yaptığımıza izleyicimiz karar verecek. Tiyatro dışındaki görevlerimin gerektirdiği çalışmaları da koşuşturmalarıma eklersem, halim daha iyi anlaşılabilir. Bu anımsatmaları yetişemediğim, görünemediğim yerlere durumu açıklamak ve anlayış beklemek için yapıyorum.

Aşinalar bilir, yorgunluğumu kitaplarla dinlendirir, gazete-dergi yazılarım dışında, yeni işlere dair niyetler, notlar derlerim. “Son Sığınak” işte tam böylesi günlerde karşıma çıktı. Bir solukta okudum Reşat Nuri Güntekin’in müthiş romanını. Yine aşinalar bilir ki, fırsat bulduğum her yerde benim için “önem ve değer” taşıyan kitapları anlatır, salık veririm. “Son Sığınak” için söyleyeceğim dahasıdır: mutlaka okumalısınız. Nedenini anlatmaya çalışacağım.

Cumhuriyetin henüz çok taze olduğu yıllar. Kişisel öyküleri bambaşka dünyalara ait olan bir avuç insan, tiyatro yapmaya niyetleniyor. İstanbul’dan başlayan macera, inanılması güç bir yolculuğun yaşattıklarıyla, Anadolu’nun uçsuz bucaksızlığına, sınır boylarına, köylerine, kasabalarına, kentlerine uzanıyor. Güntekin Ustanın yaşamını ve yapıtlarını bilen herkesin hakkını vereceği gibi, çok iyi bildiği ve anlattığı Anadolu manzarası içinde bir ülkede dolaşıyor, tiyatro özelinde kendini sanatla tanımlamak isteyenler ile muhatap olduklarının hali pür mealine tanık oluyorsunuz. Gülüyorsunuz, şaşıyorsunuz, ürperiyorsunuz, kuşkusuz ruhunuz titriyor, gözleriniz yaşarıyor ama hepsinden ötede bir ülkenin hazin ama onurlu, umutlu ama aşılması mucize yolculuklarının içine giriyor ve kendinizle yüzleşiyorsunuz. Elbette cesaretiniz ve bu ülkeye karşı birazcık sevginiz varsa.

Savaş yorgunluğuna, bir ülkenin yaratılması ve yaşatılması mücadelesinin eklendiği yıllardır anlatılan. Bir yazar 206 sayfada, bütün bunları tiyatro özelinde anlatabilir mi? Adınız Reşat Nuri Güntekin ise evet! Şimdilerin hayatla, ülkeyle, insanıyla, geçmişi ve geleceğiyle tüm bağlarını koparıp, saçma sapan gel geç işlerle “edebiyat” yaptığını sananların, içine düştüğümüz yabancılaşmayı duruşsuzlukla, omurgasızlıkla, korkakça, elin bin yıldır yaptıklarını özenti ve kimliksizlikle kopya edip, sözüm ona “san’atsal” soyutlamalara sığınıp daha da ağırlaştıranların ve ağzı açık ayran budalası hayranlarının kulakları çınlasın!

Sayfa sayfa anlatmak, her satırını irdelemek isterdim. Sözcük sayısı sınırlı bir köşede bunun olanağı yok. Bu iş ilgili akademilere, abuk sabuk saçmalamaktan vazgeçmesi gereken sanat sayfalarının hikmetinden sual olunmaz duayenlerine ve Reşat Nuri Güntekin gibi değerlerimizi sıradan yavan anmalarla değil, bilgi ve belge üretmesi gereken etkinliklerle yaşatması gerekenlere düşer. Yolu İzmir’e düşen, “Çalıkuşu” ile “Dudaktan Kalbe”yi İzmir’de yazdığı söylenen, yaşadığı ev bugün müze/kütüphane olarak hizmete sunulmuş olan Güntekin, kentimiz özelinde bu duyarlığı ve çalışkanlığı sonuna dek hak etmektedir.

Roman için bir tarihlendirme yaptım ama Güntekin Ustanın yazdıkları aynen bugün de yaşamaktadır. Necip halkımızın sanattan ne anladığından, ona sanat diye nelerin yutturulmaya çalışıldığından, sanat emekçileriyle topluluklarının özellikle Anadolu’nun derin ve uzak yerlerinde nelerle muhatap olduğundan, o yerlerin mülki amirlerinin, güvenlik güçlerinin, kanaat önderlerinin ne yaptıklarından ve ne yapmadıklarından haberdar olmak istiyorsanız, “Son Sığınak”ı okumak zorundasınız. “Yaşayan” nitelemesini tepeden tırnağa hak eden bu eşsiz roman, geçmiş bir dönemi değil, tam da bugünleri anlatmaktadır. Konser, söyleşi, sergi vb. yasaklamalarının nedenini nasılını başka türlü anlamanız mümkün olamaz, havanda su dövmekten öteye gidemezsiniz. Ustanın “Çalıkuşu”nu savaşın en koyu zamanlarında çadırında okuyan Gazi’nin, “Sanatsız kalan bir ulusun yaşam damarlarından biri kopmuş demektir” sözündeki anlamı da, uzak görüşlülüğü de, bu duruşa diş gıcırdatanları da anlayamazsınız. “Önce tiyatrocular, sanat emekçileri, hele ki sızlanmakla yetinenler okusun” diyorsanız, evet haklısınız.