Hissediyorum bana çok kızdıklarını. Yazdıklarıma kızıyorlar, konuşmalarıma kızıyorlar, belki takip ettirip iletişimde bulunduğuma kızıyorlar. Oysa böyle olmamalıydı. Kızmak yerine, ardımdan ithamlarda bulunmak yerine bir kez gözümün içine bakarak dinlemeliydiler. Olmadı… Ne yazık ki “onlar” iletişim yerine “iletişim kurmadan” davranış göstermeyi tercih ettiler. Oysa bilinen gerçek “En kötü iletişim, iletişimsizlikten daha iyidir.”

Deprem oldu, ölen öldü, yıkılan yıkıldı. Ardından hafriyatlar, inşaatlar başladı ve deprem de unutuldu, depremzedeler de. Deprem sürecinde ve şimdi, sadece birkaç kişi aynı ilgiyi gösteriyor. Diğerleri ise koca bir soru işareti.

Depremzedeler İZDEDA (İzmir Depremzedeleri Dayanışma Derneği) adıyla bir dernek kurdular, başkan olarak Haydar Özkan’ı seçtiler. Her gün sosyal medyada onlarca mesaj yazıyorlar. Ama ne duyan oluyor ne cevap veren. O mesajların her satırının okunduğunu biliyorum. Lakin “ilgi” gerçekten yerlerde.

İzmir Valisi de Şehircilik Bakanı ve müdürü de iktidar partisi de sadece kendilerince mevzuatı uygulayıp, insani bir selamı dahi esirgiyorlar. Muhalefet partileriyse, arada bazı çıkışlar yapsa da onlar da insani ilgiyi bir yana bıraktı. İstanbul medyası zaten işin hep şov tarafında kaldı. İzmir basını ise elinden geleni yapsa da taktik ve strateji anlamında gündem yaratamıyor.

Bazen geceleri uyku tutmuyor hala beni. Çıkıp balkona, gece karanlığını seyrediyor, sessiz alemi dinlemeye çalışıyorum. Mümkün mü? Değil tabii.

Zulümler artıyor

İzmir Valiliği'nin, Bayraklı Kaymakamlığı'nın gözünde sanki biz “depremde ölmeyenler” zerre insan değil. Kendi koydukları kurallara uymayan müteahhit firmalarının insafına bıraktılar bizleri. Bazen gelen polis ekipleri müdahale etseler de inşaat firması o kadar kibirli ve saygısız ki aynen şu ifadeleri kullanıyor: “Amaaan yazsınlar kaç paraysa ceza”! Gecenin ikisinde, üçünde “güm güm” seslerle inşallah Vali Bey de Bakan Bey de uyanmaz bir gün.

Evini kaybedenlere yapılan zulümler, 31 Ekim’den beri artarak devam ediyor. Emlakçıların, ev sahiplerinin, şehircilik müdürlüğünün, kaymakamlığın, hafriyat ve inşaat firmalarının saygısızlıkları öyle böyle değil. Evlerini kaybedenlerin istedikleri kredi ve ödeme sürelerine cevap verme tenezzülünde bulunmayanlar, depremin yıktığı yerlerde 5 kat ama yine depremin zarar verdiği aynı yerde kentsel dönüşüm bahanesiyle 8-9 kat hak verenlerin yarınlarda hangi yüzle vatandaşa bakacaklarını düşünemiyorum. İşin en ürkütücü tarafı da hükümetin ve memurlarının sürekli olarak “Biz ne dersek odur, beğenmeyen beğenmesin” yaklaşımını sürdürmeleri. Evini kaybedenlere kümes metrekaresinde evler yapmaya çalışıp, boş kağıtlara imza attırıp, yarınlarda astronomik bedel istemeyeceklerine kimse inanmıyor.

Açık söylemeliyim ki, bazı lüks otomobillerin zaman zaman inşaat alanlarında hem de “ailecek” dolaşması, fotoğraf çekmesi hiç de anlaşılır gibi değil. Rivayet odur ki, depremzedeler için yapılan konutlara, güya tercih etmemeleri halinde “dışarıdan” insanların gelip oturacaklarıdır. Tercih meselesi de tamamen maddidir de bunu söylemeye utandıklarını düşünüyorum.

Bayraklı’da sessiz bir trajedi yaşanıyor. Belki bunun adı bir gizli “nüfus değişimi” bile olabilir ileride. Depremin yıktığı yerlerden başlayan inşaat furyasının daha da genişleyeceğini söylemeyen yok. Fakat belirlenecek maliyetleri kimler ve nasıl karşılayacak o belli değil. Hani aklıma başka şeyler de geliyor ya, şimdilik yazmasam iyi olur. Muhalefet milletvekillerinin seçildikleri İzmir’e biraz daha “araştırmacı, soruşturmacı” bakmaları, Bayraklı tapularında varsa değişimleri araştırmaları gerekir. Önümüzdeki seçimlerde Bayraklı’da zoraki değişim olursa şaşırmayacağım. Bu “sessizlik” hiç de hayra alamet değil.

Depremzedelerin örgütlenmesinden hoşlanmayanları da ayrıca yazacağım. Ama sokaklarda sürekli olarak “belediyeler çok kötü, depreme duyarsızlar” söylentilerini yayanlar da “büyük tezgâhın” sadece bir tarafı.

Kepçelerle kırılıyorlar

Ve “son palmiye de” yıkıldı hoyratça… Bunca mesele içinde üç, dört palmiye ağacına mı taktım acaba? Yok ama, Karagül, Yağcıoğlu, Petrolcüler apartmanlarının arazisinde, yıllar önce dikilen ve mahallemize güzel bir hava veren o palmiyeleri, kepçe darbeleriyle kırarak yıkanlara ettiğim beddualar mutlaka tutacak. Palmiyeler usulünce sökülseydi, korunmaya alınsaydı bunca saygısızlıklarına rağmen ben bu köşede o inşaat firmasına, Vali'ye, Bakan'a teşekkür ederdim.

Tepki gösterince “Biz daha ne ağaçlar dikeceğiz” diye dalga geçenleri de ayrıca not ettim. İktidarın ağaca, ormana, yeşile, doğaya bakışını yakından bildiğim için palmiyelere sahip çıkacak müteahhitlerinin de olamayacağını zaten kabul ediyorum. Fakat gözümün önünden o “son palmiye” gitmiyor işte.

Yine biliyorum ki bu yazı da bir işe yaramayacak… Fakat bir sözü şuraya bırakayım, kim üzerine alırsa alır: “Zulüm ile abad olanın ahiri berbat olur!” İnanıyorum buna… Ve tarihin bize bunları yaşatanları nasıl yazacağını da tahmin ediyor ve yine de üzülüyorum. Çünkü onlar insan değil, insan olan biziz!

***

Bu “Karga” Başka Karga!

“İstiklal ve İstikbalin Günü” dedik bu yıl 23 Nisan’a… İçimiz buruk ama yine de “bazılarını” sinir ede ede “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diye haykırdık İzmir’den… “Kula kulluk isteyenler emperyalizmin uşağıdır” diye de haykırdık tıpkı 1920’deki gibi.

23 Nisan yazımda size İzmir Büyükşehir Belediyesi APİKAM’ın duvarlarını yazmıştım. Öyle güzel dönüşler de aldım ki çok sevindim. Ama bu 23 Nisan’da APİKAM sadece duvarlarını donatmadı. Öyle güzel bir çalışma daha yaptı ki…

Çocuklarımızın kitap okuma alışkanlığını kazanmaları, kitap okumaları, kitabı sevmeleri ve hepsinin fikri, vicdanı, irfanı hür yetişmeleri Başkan Tunç Soyer’in de yüreğinin isteği. Çocuklar için yapamayacağı iş yok Başkan Soyer’in. Hele “arka sıradaki” çocuklar için adeta çırpınıyor. Ve bu 23 Nisan’da özellikle de zor mahallelerimizin okullarında okuyan o gül yüzlü çocuklarımıza “İzmir’i” daha iyi tanımaları, öğrenmeleri için gitti APİKAM.

APİKAM Yayın Ekibi Buket Ocak ve Nihat Uçukoğlu koordinasyonunda, Türkçe Öğretmeni, Yazar Feray Ünal’ın ilkokul seviyesindeki çocuklara hitap eden ve İzmir tarihine ilişkin bilgi veren “Bilge Karga ve Çocuk" kitabını yayımladı. Kitap, İzmir'de yaşayan bir çocuğun, hayaller kurarak bir karga ile şehrini tanıma serüvenini anlatıyor. "İzmir'in Adı ve Kuruluşu, Çakabey, Yeşilova Höyüğü, Pergamon ve Belkahve" başlıklı bölümlerde İzmir tarihi çocuklarımızın anlayacağı üslupta. Ayrıca öyküler, karakalem çizimlerle de süslenmiş. Kitaplar okullarımızın saygıdeğer yöneticilerine teslim edildi. Bu arada tabii ki Milli Eğitim Müdürlüğü’ne de teşekkür etmemiz gerekiyor.

APİKAM yayın ekibi, salgını bahane görmeden “İzmir’i aydınlatma” görevini hem de tam 21 yıldır sürdürüyor. Kargaları pek sevmeyiz ama bu karga başka karga. Bizim kargamız “bilge” karga. Cehaletin pompalandığı süreçte bilgi paylaşımı kadar kutsal çalışma olamaz. Teşekkürler size Apikam yayıncıları.

***

“Çaka Bey” yazımı, cumaya bıraktım. Özellikle Abdülkadir Hazman’dan özür diliyorum. Ama yazıyı okuyunca neden sürekli ertelediğimi anlayacak sevgili üstat.

ABD Başkanı “Ermeni Soykırım” safsatasını kabul etmiş mi ne? Allah aşkına dostlar şaşırdınız mı? Ama bu konuda ben sizin dikkatinizi başarısız dış politikaya da çekmek isterim. Bir yazı sonrası vurguyu yapacağım.