Her ayın ayrı bir önemi ve de çekiciliği vardır... Her birini takvim yapraklarını itinayla çevirircesine okşar ve iç dinamiklerimi harekete geçiririm... "Bahar geldi beyim evde durulmaz" ritmiyle kendimi sokaklara, kalabalıkların içine atar, ortak değerlerimizi, paylaşırım...

Gerçi bahar geçen ay gelmişti. Nedense siyaset cambazlarının "Cambaza bak" taktikleri ile Yüksek Savsaklama Karmaşası'nda (YSK) maalesef ne baharın, ne de yazın gelişini kutlayamamıştık... Amma ve de lakin; Atatürk Türkiyesi'nin bize bahşettiği özgürlük ve serbest seçim sonucunda İzmir'den sonra Ankara, İstanbul ile diğer şehirlerimizin yerel iktidarını alan çağdaş belediye başkanlarımızın önderliğinde işçiler, emekçilerler, emeklilerle el ele, kol kola, gönül gönüle, bir 1 Mayıs'ımızı kutladık... 

Eski padişah korkusu niteliğindeki "yasak hemşerim!" denilen meydanlara girilemese de İzmir'in dağlarında açan çiçeklerin kokusu ile bu pis kokuları duymamazlığa gelip, açık alanlara koştuk. Daha doğrusu, adeta "cephede piknik" yaptık...

Ha sahi, neler oldu o gün? Bir-iki trafik kazası dışında geçmişin "1 Mayıs kazalarını"  yaşamamaya, yaşatmamaya özen gösterdik. 

Hani diyorum ki, YSK'nın da Pazartesi günü açıklayacağı İstanbul seçimleri kararına "namert eli" dokunmasa!..

Öyle ya; bu ay içinde acısıyla, tatlısıyla yaşayıp, kutlayacağımız çok önemli günlerimiz var... 

* * *

Kafamızı kaldırıp sınır ötesine baktığımızda "derde devanın" dışında insan soyunu yok edecek, aşağılayacak ne çok savaşların olduğunu görüyoruz. Hani dünyayı saran bu savaş rüzgarlarına karşı "dostu ve düşmanı" aynı alanlarda birleştiren, buluşturan çağımızın önde gelen tutkularından "spor" var da biraz rahatlayıp, soluk alıyor insanoğlu...

Eveti, ruh, karakter ve  bedende disiplin yaratan spor, dünyada bir kamuoyu oluşturmakla kalmamaış, dünyayı yönetenler üzerinde de ağırlık koyacak noktaya gelmiştir. İşte futbol için de "Çağın sporu, çağın tutkusu" dememizde bundandır..

Tabii ki, Türkiyemiz de bu tutkudan uzak kalmadı, kalamazdı. 

İşte geçtiğimiz pazartesi günü Türkiye Futbol Antrenörler Derneği (TÜFAD) İzmir Şube sekreteri Hasan Aral kardeşimden sevgili Başkan Dr. Şaban Acarbay'ın "Türk Futboluna Panoramik Bakış" konulu söyleşiye davet alınca, tüm randevularımı iptal ettim. Türk sporunun ve futbolunun gurur abidesi İzmir Atatürk Stadı çatısı altındaki dernek binasına koştum. Konu harika... Bugünlerde gerek sportif, gerek siyasi ve diğer konularda bir tepeye çıkıp aşağıdakilere "yüksekten bakan" kişilerinden farklı bir "panoramik bakış" panelinin konuşmacıları Dernek Genel Başkanı İsmail Dilber ve de TÜFAD Onursal Başkanı Özkan Sümer' di.

Açış konuşmasında Dr. Şaban Acarbay' ın dediği gibi o gün "Türk futbolunun beyni ve kalbi" orada idi...

Bakın Özkan'ın fiziği ve gür sesi ile antrenörleri hitap ve etkisi altına alan sözlerinden bir-kaç satır aktarmayı uygun gördüm. Sanırım sizin de ilginizi çekecektir: "Başkalarının ne yaptığı değil, bizim başkalarından farklı ne yapabileceğimizdir. Yani ucuz taktikçiler değil, örgün tasarımcılar olmayı bilmeliyiz. Önce farkı yaratacaksın, sonra fark sizi yaratır."

Özkan ardından da şu üç tehditi gündeme getirdi; "Yetinmek: Hayal et, merak et, mücadele et, keşfet,  hisset ve asla yetinme. Yerinmek: Güven kaybı, enerji kaybı, ilişki kaybı, öykünmek: taklitçilik, Sıradanlık, başkalaşım.

Özkan Hoca, başkalaşarak mevcut potansiyelini kaybeden ülkeler kıyaslamasında verdiği rakamlar ışığında Rusya, Çin, Azerbeycan, Gürcüstan, Macaristantan  sonra Türkiye yi 39'ncu sırada gösterdi.

Özkan'ın 5 milyon ve 82 milyon kıyaslaması da ilginçti: "Yabancı ülkelerde doğan ve bu ülkelerde  gelişip profesyonel  hayata katılan  Türk oyunculardan 19' u beş büyük ligde oynarken ;Türkiye' de doğan ve yetişen Türk oyunculardan sadece 6'sı büyük ligde oynamaktadır. "