İzmir, dolayısı ile İzmirliler iki gün sisli ve puslu bir havaya teslim oldu. Yarın da yağış var. Hepimiz “bir dargın, bir barışık” figürü çizen siyasilerimize döndük; yani şakın ve kararsız! Okullar ilk defa “erken bir ara tatil” yaşarken, mevsim değişikliğinin azizliğine uğrayan öğrenciler de aile bütçeleri doğrultusunda hareket etti!

Salı günü saat 17.00 sıralarında Üçkuyular - Halkapınar arasında sefer yapan tramvayı Köprü durağında bir süre beklerken “beklenmeyen arıza” anonsu yolcuların sağa- sola çil yavrusu gibi dağıttı. Bu arada asgari ücretle çalışan bir vatandaşta bana dert yanmaya başladı: “Tek maaşla çalışıyorum. Üniversiteyi bitiren oğlum iş bulamadığı gibi, eğitim kredisini ödeyemediği için hacizli duruma düştü. Orta öğretimdeki kızıma da bu ara tatilde bir elim uzanamıyor. Ev kira, hayat pahalı... Ne yapacağımı şaşırdım. Allah’ım, bana bir çıkar yol göster!”

“Nasıl yani?” diyemediğim gibi, bir çıkar yol da gösteremedim. Sisli puslu İzmir havasında karamsar duygularla kendimi eve güç attım… Akşam TV haberleri, yüreğimi daha da dağladı. Öyle ya, İzmir’de tramvay durağında dinlediğim vatandaşınki gibi Türkiye’nin her yanından bu ve buna benzer haber yağıyordu. Hele Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki öğrenci lerin güvenlikçiler tarafından dövülme sahnesi hiç hoşuma gitmedi! Kısa bir süre önce ABD Başkanı’nın ülkemize yönelik aşağılayıcı sözleri üzerine özel uçağına atlayıp okyanus aşırı giden, Cumhurbaşkanını Erdoğan’a “deniz havası iyi gelmiştir, iyi haberle döner” temennilerimizde boşa çıkıp sisli puslu havaya karıştı!

Meclis daha da karışık! Komisyon toplantılarının da sisli puslu havada yapılışından tutun, ufukta görünen “ara seçim” sinyaline kadar her şey, ama her şeyi, umutsuz bir vaka gibi görenler var!

***

Bakın! Ben, böyle havalarda kendimi evimdeki kitaplarımın arasına atarım. Dün de öyle yaptım. Tarihi kitaplar bölümüne el attım. Said Halim Paşa’nın “Buhranlarımız”, “Devlet ve aile ahlakı”na bir göz gezdirdim. Meşrutiyet, taklitçiliğimiz, fikri ve içtimai buhranlarımızı okudukça içim daraldı…

Hiç olmazsa, Tevfik Fikret ve Halid Ziya Uşaklıgil ile birlikte Servet-i fünûn edebiyatında üç büyük temsilcimizden biri olarak bildiğim Cenab Şahabeddin’in “Tiryaki Sözleri” eserinden birkaçını bu yazıma ve de günümüze uyar diye aktarmak istiyorum: “Boş mide haykırır, derler. Biz de ilave edelim: Dolu ağızların sesi çıkmaz…”

”Derin sefalet gibi büyük zenginlik de, el hislerinin inkişafına (gelişmesine) manidir.”

“Ne bütün varını yiyip ölmüş vardır, ne her fikrini söyleyip susmuş.”

“Mide için lokma neyse dimağ için fikir de odur; Hepsi beslemez, bir kısmı sıhhate dokunur ve bazıları zehirler.”

“Yer yaşlandıkça elemleri artırıyor: İnsan gibi!”

“Fikir cilveleri zekanın fışkınlarıdır (ince dallarıdır)

“Güzel fikir ihtiyarlamaz.”

***

Kasım ayının aramızdan ayırdığı usta sanatçı Yıldız Kenter’in de son yolculuğuna çıkmadan söylediği şu sözü ile yazımı noktalamak istiyorum: “Hayat böyle bir şey, ine çıka, düşe kalka ilerliyor insan yolunda… Çok gözyaşı döktüm, çok sevindim. Çok üzüldüm ama hep mutlu oldum. Çünkü sevdiğim işi yaptım, yapıyorum. Ben sevinerek uyanırım her güne. Çünkü her günü çok severim. Bütün sıkıntılara rağmen yaşamaktan hiç vazgeçmedim. “